Sözün Bittiği Yer

Normalde ne yazacağı hakkında saatlerce düşünen, hatta tam da bundan dolayı haftalarca yazı yazamayıp kendini yiyip bitiren birisiyimdir. Fakat bu defa öyle bir çırpıda bir şeyler yazmak istiyorum. Oldukça şaşkınım ama gerçekten üzgün veya sinirli değilim, hatta komik bile geliyor. Sanırım çocukluğumdan beri sürekli seçim kaybettiğimden bir bağışıklık geliştirdim!

 

Cumhurbaşkanı Tatar. Gerçekten bu yazmış olduğum iki kelimeye sadece bakıp gözlerimi ovuşturasım, kendimi çimdikleyip uyanasım geliyor. Fakat bu yazdıklarımı gerçekten bir hakaret veya eleştiri maksatlı yazmıyorum; gerçekten inanmakta güçlük çekiyorum sadece. Siyasi görüşlerimiz uymuyor ve bunun da ötesinde siyaseti bir kenara koyduğumda kendisini Cumhurbaşkanlığı makamına uygun görmüyorum, doğrudur. Ama gerçekten! Bütün içtenliğimle söyleyebilirim ki bu bir saldırı yazısı değil. Daha dün Tufan Erhürman’ın sözünü kestikten sonra Erhürman’ın ikazı üzerine “Geçen defa bırakdım seni da başıma gelmeyen galmadı.” diyen, yine Erhürman’a “Gızma baa!” diyen adam artık ülkemizin cumhurbaşkanı, toplumumuzun lideri.

 

Sanırım bizim de Amerika’nın başlatıp, ardından da Birleşik Krallık’ın takip ettiği “enteresan adamları başkan yapma modası”na er ya da geç dâhil olmamız lazımdı!

 

Bu elbette işin şakası. Fakat Ersin Tatar şaka maka, bayağı bayağı cumhurbaşkanı! Ne kadar tekrar etsem de henüz anlam kazanamayan bir konsept.

 

Biraz daha ciddi olmaya çalışıp bunun hem önümüzdeki 5 yıl için hem de daha sonrası için çıkarımlarını düşünmek istiyorum. Maraş’ın açılıp Türkiye’den suyun tekrar temininin yasa dışı bir biçimde seçim malzemesi yapılışından da anlayabiliriz aslında. Uluslararası hukukun ve komşularımızla uzlaşı çabalarının oldukça minimale indirileceği, dolayısıyla da dünya tarafından zaten yeteri kadar dışlanmazmış gibi potansiyel olarak daha da fazla dışlanmaya başlayacağımız “dadlı” bir dönem var önümüzde.

 

Oynadığı o kadar oyunla, yaptığı o kadar hilebazlıkla “çözüm karşıtı” damgası yemesine ramak kalan Anastasiadis’in sütten çıkmış ak kaşık olacağı, bunu düşündükçe beni kalbimden vurulmuşa döndüren bir dönem. 2004’teki anlaşmaya “Evet” deyip edindiğimiz bir tutam kamuoyu saygısının bir seçim manevrası, bir gövde gösterisi karşılığında düşünülmeden çarçur edilebileceği bir dönem. Kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmanın âdeta vatan hainliği olacağı bir dönem.

 

Anladınız sanırım.

 

Acilen dönüp aynada kendimize bir bakmamız, neyi yanlış yaptığımızı gözden geçirmemiz gerek. Özellikle kırsaldaki insanlardan nasıl da bu denli uzaklaştığımızı sorgulamamız gerek. Herkese, ama görünen o ki özellikle de bu insanlara federasyonun “Rumlara duyduğumuz platonik aşk” olmadığını, federasyon istemenin böyle sığ bir düşünceden gelmediğini anlatmamız gerek. Memleketi satma arzusu içerisinde olmadığımıza ikna etmemiz gerek.

 

Zira ne ben ne de banka hesaplarım AB’nin ve Rumların “satılık köpeği” olduğumun farkında değil.

 

Neyse.

 

Ulusal Birlik Partisini tebrik ederim. Gerçekten. En çökük döneminde bile %20’nin altını görmemiş, ve bu gidişle yakın zamanda da %35’in altını görmeyecek aşırı köklü ve örgütlü bir parti. Sadece tebrik ederim.

 

Başlıkta da dediğim gibi artık sözün, en azından bizim için, bitti yerdeyiz. Şimdi konuşma, bir şeyler yapma sırası Tatar’da. Samimiyetle verdikleri sözleri tutup KKTC’yi bütün dünyaya tanıtmalarını ve Avrupa Birliği’ne sokmalarını temenni ederim. Sporcularımızı söyledikleri gibi uluslararası müsabakalarda görmeyi, dillerinden düşürmedikleri direkt uçuşları sağlamalarını dilerim. Bunların hepsi hepimizin arzuladığı, düşlediği hayaller.

 

Ben bunu yapmayı öngördükleri yöntemlerle yapabileceklerini sanmasam da haksız çıkma durumumda sadece mutluluk duyarım. O yüzden buyurun lütfen!

 

Fakat aynı zamanda da unutmayın; tanıtamazsanız 5 yıl sonra “Kaybedecek 5 yılımız daha yok.” diyen başkaları olabilir.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir