Bu hafta, bildiğimiz veya bildiğimizi sandığımız, siyasi ve toplumsal önemlere sahip iki kavram olan laiklik ve sekülerizmi yeniden düşüneceğimiz bir seri başlatıyoruz. Üç sayıdan oluşacak olan serimizde sırası ile laiklik ve sekülerizm kavramlarını açıklayıp, en son ise ikisini bir sentez hâline getireceğiz. Gelin birlikte serimizin ilk yazısında laikliğin ne olduğunu ve ne olmadığını yakından inceleyerek, modern çağda hâlen geçerliliğini sürdüren bir terim olup olmadığını ele alalım.
Birçoğumuzun bildiği ve bize ilkokul çağındayken de öğretildiği üzere, laiklik basitçe dinin ve devletin birbirinden ayrılması olarak tanımlanabilir. Siyaseten bakıldığında ise laiklik, herhangi bir dinî kurumun devlet işlerine karışmaması ve aynı zamanda da devletin herhangi bir dinî referans alarak yönetilmemesi anlamına gelmektedir. Aslında idealde laiklik, karşılıklı olarak birbirine karışmayan iki sosyal kurumun, din ve devletin, birbirinden etkilenmemesi durumu olarak görülebilir.
Ancak, laiklik durağan bir olgu değildir ve toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir. Laikliğin Avrupa’da yayılımını ilk olarak dinin ve dinî liderlerin devlet üzerindeki etkisini ortadan kaldırmak esaslı olduğunu söyleyebiliriz. Laiklik kavramı, Fransızca bir kavram olan laïcité sözcüğünden gelmektedir. Bu nedenle, Fransa laikliğin başladığı yer olarak kabul edilebilir. Bu bağlamda, Fransa’da var olan laik düzeni ele aldığımızda sistemin az veya çok idealdeki gibi işlediğini, iki sosyal kurumun birbirinin işine pek karışmadığını gözlemleyebiliriz. Ancak, laik düzeni Fransa’dan ithal eden Türkiye’ye baktığımızda ise, cumhuriyetin kurulmasının ardından temel bir ilke olarak benimsenen laikliğin, Fransa’dakine göre Türkiye’de biraz değişime uğradığını söyleyebiliriz. Yeni kurulan modern Türkiye Cumhuriyeti’nde laiklik sadece dinin devlet sahnesinden elini ayağını çekmesi olarak görülmemiş, toplumda bağımsız bir kurum olarak bırakılmayan din, devletin kontrolü altına girmiştir. Bu bağlamda din işleri ile ilgilenen bir kurum kurulmuş (günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı) ve böylece din ve dinî kurumlar tamamen devletin himayesine alınmıştır.
Bu karşılaştırma bize gösteriyor ki laiklik siyasi amaçlara ve toplum düzenine göre şekillenebilen ve değişkenlik gösterebilen bir kavramdır. Bunu gözlemleyebilmek adına ilk olarak laikliğin sosyal bir olgu değil de siyasi bir olgu olduğunu anlamamız gerekmektedir. Çünkü laiklik, din ve devlet ilişkisini düzenleyen bir kavramdır, bir politikadır. Laiklik bir düzen veya uygulamadır. Türkiye’de laiklik politikası diyebileceğimiz bir uygulama önce saltanatın, ardından da hilafetin kaldırılması olarak örneklenebilir. Bu iki reform veya politika Türkiye’de devletin aynı zamanda dinî lider de olan biri tarafından yönetilmemesi için yapıldığını söyleyebiliriz. Yani laiklik kavramında da anlam ifade ettiği üzere bu reformların amacı dinî bir kişinin veya kurumun devlet işlerine karışmamasıdır.
Çağdaş devlet yapısına ve modern dünya siyasetine baktığımızda birçok devletin sorunlu da olsa, laiklik ilkesi veya politikasıyla yönetildiğini söyleyebiliriz. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyıla geldiğimizde ise, gerek dünya siyasetinde gerekse ülkelerin iç siyasetinde çok yaygın olarak karşılaştığımız yeni yükselişte olan diğer bir siyasi kavram laiklik için sorun teşkil etmektedir. Bahsettiğim bu kavram, birçok ülke liderinin siyasi bir yöntem olarak kullandığı popülizmdir. Popülist politika ve bunu uygulayan politikacılar, laikliğin ana hatlarından olan devletin dinler karşısında olan tarafsızlığını zedelemektedirler. Bu gibi siyasi liderler genellikle toplumda baskın olan ve çoğunluğun inandığı veya mensup olduğu dini devletin gözünde diğerlerinden üstün kılarak devletin tarafsızlığını ortadan kaldırmaktadırlar. Günümüz siyasetinde birçok siyasetçinin kullandığı bu yöntem laiklik ilkesini zayıflatmakla kalmayıp, varlığına da bir tehdit unsuru oluşturmaktadırlar.
Sonuç olarak laiklik, siyasi bir uygulama ve politikadır. Bir devleti bir gecede laik bir düzene çevirebilirsiniz ancak bunun toplumsal anlamda gerçekleşmesini bir gecede sağlayamazsınız. Önemli olan toplumun bu ilkeye ayak uydurması, kabullenmesi ve sindirmesidir. İşte burada serimizin ikinci yazısında ele alacağımız toplumsal bir kavram olan sekülerizm devreye girmektedir. Seküler bir toplum olmak için laik bir devlete sahip olmak yeterli değildir. Ancak, laik bir devleti yaşatmak ve sürdürmek için seküler bir toplum olmazsa olmazdır. Serimizin bir sonraki yazısında sekülerizmin ne olduğunu, nasıl değişkenlik gösterdiğini ve önemine değineceğiz.
Bir yorum