Yeniden Düşünmek (2): Sekülerizm

Geçtiğimiz hafta, serimizin ilk yazısında laiklikten bahsetmiş, tanımını yapıp, ne olup ne olmadığını tartışarak günümüzdeki geçerliliğine değinmiştik. “Yeniden Düşünmek” serimizin ikinci yazısı olan bu yazımızda ise sekülerizmin ne olduğundan, toplumdan topluma gösterdiği değişkenlikten ve günümüzdeki durumundan bahsedeceğiz.

 

İlk olarak söylemek gerekirse, geçen hafta da açıkladığım gibi, birçok kişi laiklik ve sekülerizm olgusunu birbirine karıştırmaktadır. Laikliğin siyasi bir uygulama ve politika olduğunu söylüyorsak, peki o zaman sekülerizm nedir? İşte tam da burada karşımıza çıkan sekülerizm, bu siyasi uygulama veya politika olan laikliğin toplumsal versiyonudur. Yani, sekülerizm toplumsal bir olgudur. Ancak bu olgu sadece laiklikle karıştırılmamaktadır. Bu kavramın aynı zamanda ne ifade ettiği de tartışmaya açık bir konudur. Ünlü sosyolog José Casanova bir çalışmasında sekülerizm kavramının aslında varyasyonları olduğundan ve birbirine bağlı üç farklı aşama olarak hareket eden olgulardan oluştuğundan bahsetmektedir. Casanova bunları; seküler, sekülerizm ve sekülerleşme olarak tanımlar. Buna göre, seküler bir kategoriye, sekülerizm bir düşünceye, sekülerleşme ise bir sürece karşılık gelmektedir.[1] Buradan şu anlam çıkarılabilir; seküler olabilmek için sekülerizm düşüncesi ile sekülerleşme sürecinden geçmek gerekmektedir.

 

Seküler olma hâli sekülerleşme sürecinin sonunda varılan bir noktadır, toplumsal bir durumdur. Ancak, farklı toplumlar bu süreci farklı şekillerde tecrübe edebilirler, etmelidirler. Bu tecrübe farklılığının esasen seküler olma hâlinin farklı yorumlanmasından kaynaklandığı söylenebilir. Burada karşımıza çıkan iki farklı yorum vardır. Bunlardan ilki en fazla görülen ve seküler olma hâlinin dinin yoksunluğu olarak algılandığı yorumdur. İkincisinin ise, seküler olma hâlinin dinî özgürlüğe sahip olma olarak yorumlandığını söyleyebiliriz. İşte bu yorumlama biçimleri toplumların kendi karakterinden kaynaklanmaktadır ve sekülerizmi farklı bir düşünce olarak görmelerinin en net sebebidir. Örnek verecek olursak, Kuzey Amerika’da sekülerizm din özgürlüğü (freedom of religion) olarak görülürken, Avrupa’da bu olgu dinden özgürlük (freedom from religion) olarak görülmektedir.

 

Ancak, toplumların sekülerizm tecrübelerinin farklılık göstermesindeki önemli bir diğer faktör ise sekülerleşme süreçlerinin nasıl gerçekleştiği ile alakalıdır. Bu sürecin, farklı sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik faktörlerle nasıl geliştiği “Sekülerleşme Paradigması” başlıklı çalışmada çok iyi bir şekilde anlatılmaktadır.[2] Fakat, önemli olan toplumların sekülerleşme sürecindeki bu faktörleri tamamen yerine getirmesidir. Aksi takdirde süreç tamamlanmadan seküler olunduğu varsayılırsa (çünkü olunmayacaktır), o zaman bu durum ileri bir zamanda toplumsal sürtüşmelere yol açacak ve sekülerizm düşüncesi sınıfta kalacaktır. Burada önemli olan, bir toplumun sekülerleşme sürecindeki tüm evrelerden geçerek hem sürecin kendisini hem sekülerizm düşüncesini hem de seküler olma durumunu içine sindirmesidir. Yani uzun lafın kısası, süreç toplumsal olmalı ve dıştan müdahale almadan toplumun tümüne yayılarak benimsenmelidir.

 

Sekülerizm olgusu, günümüzde hâlihazırda bazı toplumlarda oturmuş, bazılarında çatırdamalar gösteren, bazılarında hiç oturamamış bir yama olmuşken, bazılarında ise henüz başlangıç bile göstermemiştir. Buna karşın olarak, yine José Casanova gibi bazı sosyologlar, din bilimciler veya siyasi filozoflar aslında dinin toplumlarda hiçbir zaman kaybolmadığını, sadece farklı sosyal, kültürel, ekonomik veya siyasi faktörler nedeni ile değer kaybettiğini ve sosyal alanda geriye atıldığını savunmaktadırlar. Bu nedenle, geçtiğimiz otuz yılda dinin sosyal alanda yeniden canlanmaya başladığını, gerek siyasi gerekse sosyal gelişmeler nedeni ile dinin önem kazanarak sekülerizmi sorgulanır hâle getirdiğinden bahsedebiliriz. Bunlara örnek verecek olursak, İslami uyanış ve küresel pentokostalizm hem İslam’ın hem de Hristiyanlık’ın bazı toplumlarda veya toplumların bazı kesimlerinde yeniden gün yüzüne çıktığını gözlemleyebiliriz.

 

Sonuç olarak, burada önemli olan nokta, sekülerizmin toplumsal bir olgu ve toplumların geçtiği birçok süreç sonunda benimsenen bir düşünce olduğunu bilmemizdir. Sekülerizm toplumların sindirerek ve benimseyerek yaşamaları gereken bir olguyken, bunun olmaması durumunda toplum içerisinde çatışmaların yaşanabileceği yakın çevremizde yer alan örneklerle de sabittir. Bu nedenle, laikliğin toplumsal versiyonu olan sekülerizmin bu siyasi uygulama ile ilişkisi çok büyük bir önem arz etmektedir. Serimizin bir sonraki ve son sayısında laiklik ve sekülerizmin sentezi ve ilişkisine bakacak, bu, biri siyasi, biri toplumsal olan iki olgunun nasıl bir uyum ve denge içerisinde var olması gerektiğini tartışacağız.

 


 

Referanslar

[1] Casanova, J. (2011) “The Secular, Secularizations, Secularisms.” In Rethinking Secularism, edited by Craig Calhoun, Mark Juergensmeyer, and Jonathan VanAntwerpen, 54-74. Oxford University Press.

[2] Bruce, S. (2002). “The Secularization Paradigm” (pp. 1-44). In God is Dead: Secularization in the West. Oxford. Blackwell Publishers.

 

Fotoğraf: Sana design, iStock.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir