Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile olan ilişkilerine değinirken muhtemelen kendi jenerasyonumun verdiği tepkileri biraz daha büyük yaşlardan ayırmak gerekir. 2002 yılında 10 yaş ve altında olan gençler, yani yaklaşık olarak bugün 30 yaşında ve altında olanlara “Türkiye” dendikten sonra akıllarına gelen şey AK Parti iktidarındaki Türkiye’dir özellikle yaş gençleştikçe hatırlarda canlanan görüntü AK Parti ve onun giderek otoriterleşen politikası ve Türkiye’de yaratılan baskı ortamıdır. Özellikle bu Kıbrıslı Türk gençlerin ilkokuldan beri aşılanan laik ve Atatürkçülük olguları ile buna paralel olan ailevi inanışlarına aslında oldukça ters gelen bu idare gördükten sonra verilen tepkinin Türkiye’nin bütününe atfedilmesi kaçınılmaz bir durumdur.
Bir önceki ve özellikle savaşı görmüş jenerasyonlar Türkiye’yi “kurtarıcı” olarak görebilmekteyken, bunu yaşamamış ve aslında savaştan başka çok daha farklı bir ortamda, dünyaya açılımla büyüyen gençlerin Türkiye’ye bakış açısı ister istemez Türkiye ile farklılık göstermektedir. Aralık 2019’da Gaile dergisinde yayımlanan “Post-Annan Jenerasyonu ve Siyasi Eğilimleri” başlıklı makalede bahsettiğim noktaya detaylı olarak değinmiştim. “Buna karşın özellikle savaş görmüş kesimde Türkiye’ye karşı olan duygusal bağlılık kimi zaman iktidarın kim olduğunun ve politikalarının önüne geçmektedir. Post-Annan jenerasyonundaki gençlerde ise bu bağlılığın oluştuğu kesim bu bağlılığa doğal yollarla değil, suni yollarla sahiptir. Bu kesim savaşı yaşamamış, aksine Atatürk ilke ve devrimlerine aykırı olarak hareket eden bir Türkiye’ye kendi yaşamadığı hikâyelerden duyduğu kadarı ile bağlanmıştır. Bu kesimin dahi ilgili jenerasyonda çoğunlukta olduğu söylenemez. Parti ve görüş ayırt etmeksizin Kıbrıslı Türklerin bu jenerasyonu Türkiye’nin sadece AK Parti Türkiyesi olduğu dönemle karşı karşıya gelmiş; Türkiye’yi kendi kimliklerine zıt olarak otoriter, dindar, Batı’dan uzak ve gerici bir ülke olarak tanımıştır.” şeklinde anlattığım üzere Türkiye’deki mevcut yönetim ile Kıbrıslı Türkler arasında doğal bir kan uyuşmazlığı görmek mümkündür.
Buna ek olarak Türkiye’de ilk defa oy veren seçmenin yaptığı tercihler aslında verdikleri oyların iktidar ile gençler arasındaki giderek artan kopukluğu gösterir niteliktedir. Sosyal ve geleneksel medya dolayısıyla kültürel olarak iç içe geçmiş iki topluluktan küçük olan Kıbrıslı Türk gençlerin, Türkiye halkı ile bu konuda da etkileşime girmemesini beklemek zordur. Sürekli olarak Twitter, Facebook, YouTube gibi mecralarda kendi yaşıtlarının iktidara karşı olan paylaşımlarını gören Kıbrıslı Türk gençler rahatlıkla kendi akranlarının çabalarına destek verebilecektir. Buna tabii ki özellikle son seçimde yaratılmaya çalışılan “Türkiye dostu” ve “Türkiye düşmanı” etiketleri de eklenmelidir. Seçimlere müdahale edip bir aday karşısında halkı birleştirmeye çalışma politikası ister istemez toplumun önemli bir kesiminde ters tepmiştir. Bunun yanında ekonomideki başarısızlık ve Türk lirasının değer kaybının Kıbrıslı Türkleri de etkilemesi ve ne Türkiye’deki yöneticilerin ne de burada onların resmî temsilcisi gibi davranan iktidarın bu sorunların çözümüne yönelik başarılı bir plan göstermemesi bazı tepkilerin de daha doğal olarak ortaya çıkmasını sağlayacaktır.
Tüm bunların dışında hatırlanmayan bir nokta ise Türkiye’nin şartlar ne olursa olsun Kıbrıslı Türklerin en büyük müttefiki olacak olmasıdır. Bir diploması kaidesi olarak devletler, müttefik devletlerinin çıkarlarını ve kararlarını destekler pozisyon alırlar. Desteklenmeyen görüşler ise ister istemez kapalı kapılar ardından konuşulmalıdır. Aksi “ihanet” olarak anlaşılabilir ki işte bu noktada tarafların birbirlerine duyacakları saygının önemi büyüktür. Kendisini müttefik olarak gören bir ülkenin bir diğerinin seçim sonuçlarında taraf göstermesi çok vahim bir hatadır. Öte yandan kanaatimce müttefik bir devlet kendisi için çok önemli bir operasyona girerken, destek açıklaması dışında bir açıklama yapılmaması da ciddi önem taşır. Sayın Akıncı’nın yaptığı söylem her ne kadar çarptırılsa da ve söylenen sözler katılınmayacak sözler olmasa da hassas bir dönemde söylenecek her kelimenin yanlış anlaşılmaya gebe bir durum söz konusu oluşturacağı beklenmelidir ki bahsedilen örnekte bu olmuş ve amiyane tabirle çanak, çömlek kırılmıştır.
Tabii burada değinilmesi gereken en önemli faktörlerden biri “barış” kelimesi ve bu kelimenin rezonansıdır. Kıbrıslı Türk nüfusun çok büyük bir bölümü yakın zamandaki bir savaşta ailesinden kayıplar vermiş ve/veya savaştan ciddi şekilde doğrudan etkilenmiştir. Buna karşın 1970’ler ve sonrasında gerçekleşen iç ve dış askerî operasyonlarda Türkiye nüfusunun doğrudan etkilenen kısmı nüfusa oranla çok çok azdır. Bu da “barış” kelimesine karşı algıyı farklılaştırır. Kıbrıslı Türkler savaşın ne olduğunu genelde anlatılanlar üzerinden değil birebir tecrübeler ile hatırlayabiliyorken “barış” kelimesine böylelikle daha farklı bir bakış açısı ile yaklaşır. Bu da sanıyorum ki Türkiye halkı ile çok önemli bir farklılıktır. Gücünü jeopolitik konumu ve ordusunun gücünden alan ve tarih boyu Osmanlı öncesi dönemlerden beridir bu şekilde bir güçle var olma kavgası veren Türkiye için savaşın o kadar da kaçınılacak bir şey olmadığı fikri hakim olabilir.
Bu noktalar değerlendirildiğinde ister istemez Türkiye halkı ile Kıbrıslı Türkler arasında bazen birbirlerini anlamayacak düzeyde oluşan farklılıklar görmek zor değildir. Buna karşın tabii ki iki grup arasında anlatmakla bitmeyecek benzerlikler de vardır. Farklılıkların kabul edilip benimsenmesi ve farklı tercihlere saygı gösterilmesi bu gidişatı daha da kötüye gitmekten kurtarmak adına büyük önem taşır.