Kendi Kalesine Goller

Bazen bazı yerlerde ve bazı şeylerde anlam bulmaya çalışıp harikulade anlamsızlıklarla karşılaştığımızda ister istemez resmin görünmeyen tarafında bilmediğimiz bir şey mi var diye sorma ihtiyacı duyuyoruz. Yakın coğrafyamızda bu kadarının gerçekten olup olmayacağını sorguladığımız absürtlükler alışılagelmiş bir sıra ile karşımıza gelse de bazen bazı yerlerde ve bazı şeylerde “ciddi ciddi” bir şeyin o şekilde yapılıp yapılmadığını sorgular duruma geliyoruz. Buna karşın bazı şeylere de birdenbire yahut yavaş yavaş alıştırılıyoruz. Gitgide, kendini çok da belli etmeksizin bazen bazı şeyler ve bazı olguları kabul ediyoruz. Ya aniden bir oldubitti ile ya da yavaş yavaş, kurbağanın suyunu ısıtırmışçasına kendimizi birtakım olayların içerisinde buluyoruz.

 

İşte o bulunduğumuz noktada, genelde ve genellikle çıkışı aramakla geçen zamanda biz biraz daha geriye gidiyoruz. Hem çıkışı bulamıyoruz hem de anlamsızlıklar denizinin içerisinde daha da derine doğru sürükleniyoruz. Bu ağır tasvir ister istemez umut kırıcı bir doğaya sahip olsa da aslında içerisinde büyük bir güç taşır. Karşısında çok tutarlı, çok güçlü ve çok olası şeyler olsa rahat olamayacak mücadele; tutarsız, güçsüz ve olasılıksız bir rakip ile kendisine zaman zaman küçük, ender olarak da ciddi ilerleme fırsatı bulur.

 

Kıbrıs’ta var olduğu düşünülen bir “millî dava” birileri için söz konusu ise ona en büyük zararı yine onu savunanlar verir. Milliyetçilik ile ganimetçiliğin korelasyonunun başladığı günlerden bu yanı kendi kalesine goller atan bu akımın bugünkü durumu çok da farklı değildir. Yine aynı şekilde etrafa bağımsız bir ülke havası verilmek istenirken aynı anda da talimatlarla yönetilen bir denizaşırı vilayet statüsünü korumak işte bu bahsedilen millî davanın aleyhinde çok etkili oluyor.

 

Mesela şimdi Kıbrıs sorununun geleceğine ilişkin politikalar saklı kalmak şartı ile tüm partiler bir masa etrafında toplansa, seçimlere yurt dışından paranın gelmemesi ve yabancı partilerin ofis açamaması gibi asgari müştereklerde birleşmek kaydıyla Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’den ayrı bir devlet olduğunu tek bir ağızdan söylemesi mümkün olur. Gerçek “egemen eşitlik” Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında süregelirse, işte o zaman birileri de bu tarz iddiaları ciddiye almaya ve saygı duymaya başlar. Polisin talimatla hareket ettiği, hükûmetlerin elçilik binasından kurulup bozulduğu bu ortamda yapılan ancak da kendi kalesine gol atmaktır.

 

Rasyonellikten böylesine uzak, bu ve benzeri yaklaşımlar aslında kırılgan bir zemin oluşturur. Mantık zincirinden koptuğu sürece bu tarz ideolojik toparlanmaların esen güçlü rüzgârlara karşı sorun yaşaması kuvvetle muhtemeldir. Kaldı ki özellikle ekonomik ve sosyal daralmalar olurken, güçlü fikirler ile desteklenmeyen iktidarlar kolaylıkla sorgulanır. Her seçim benzeri senaryolarla düşen oylar vatandaşlık, rant, işe alma gibi gayriahlaki seçim çalışmalarıyla nominal olarak dengelense ve hatta tersine çevrilse de bu döngünün devamlılığı oldukça ciddi bir tehlike altındadır.

 

Yıllardır üzerimize yapışan “Kıbrıslı Türkler Ankara’nın kuklasıdır” tanımının sağlamasını yaparcasına atılan adımlar ve etkilenen seçimler o çok kutsal olan “millî dava” için bir felaket gibidir. Bunun üstüne posterler ve siyasi açıklamalar ile körüklenen, sosyal medya gibi mecralarda Anadolu halkı ile buradaki halkı birbirine düşüren ve insanımızı taraf seçmeye zorlayan kışkırtıcı aksiyonlar hiç de fayda getirmemektedir. Koordinasyon Ofisi gibi uğraşların akıbetine rağmen yine beyhude protokoller ile adanın kültürel yapısına “şekil” verecek hareketlenmeler tıpkı öncülleri gibi başarısızlıkla ve bununla beraber yine toplumların arasını açmakla sonuçlanacaktır. İşte bu da kendi kalesine gollere çok iyi bir örnektir.

 

Toplumu mütemadiyen ikiye bölmek, insanları çok hassas konularda bir seçim yapmaya zorlamak hiç de sağlıklı bir politika değildir. Sırf bir “çoğunluğa” ulaşmak, belirli mevkileri kontrol etmek ve kendi çaplarında zafer elde edip iç politikada kullanmak adına yapılan bu hatalar silsilesi işin aslında fenaya mal olmaktadır. Uzun vadede tıpkı Türkiye’de olduğu gibi arkadan yetişen neslin bilfiil bu çizgiden bütünüyle bağlarını koparmaya çalışması -yani bir nevi marjinalleşmesi- bu “dava” için haddizatında başlı başına önemli bir sorundur. Bu sorun öyle sıklıkla tasvir edilen beşinci kol faaliyetleri ile filan değil, bizatihi bu sürecin doğal bir parçası olarak oluşur. Gençler pozisyon almaya zorlandıkça öyle ya da böyle bir pozisyon alırlar ve bu pozisyon öyle ya da böyle kendi kültürlerinden taraf olur.

 

Yaratılan gerginlik noktalarında ortaya çıkan sosyal medya trollerinin ve birtakım aba altından sopa gösterici açıklamaların doğal sonucu budur. Kültürüne, yaşantısına ve arkadaşlarına hakaret edildiğini, toplumsal olarak yok sayıldığını görenler çok tercih etmese dahi bir pozisyon almaya zorlanmakta ve bu pozisyon da işte bu baskıyı yapanların işine gelmemektedir. Anlamsızlıklar denizinde boğdurulmaya çalışılanların aldığı kaçak nefes de işte buradan gelmektedir. Tutarsız politikalar ile kendi kalesine atılan goller sayesinde -ne kadar gaddar olursa olsun- bahsi geçen rakibe karşı hâlâ bir mücadele filvaki mevzubahistir.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir