Hellim Krizi ve Ötesi: Geleneksel Ürünlere Yeni Pazarlar Yaratmak

Toplam ihracatımızın neredeyse yarısını oluşturan hellimin coğrafi tescili ve regülasyonu meselesi gündemde oldukça yer bulurken, konu üzerindeki belirsizlik üreticilere tedirginlik veriyor. Hellim ihracatımızı engelleyebilecek irili ufaklı tüm adımlar ekonomimizin bütününe karşı da bir tehdit oluşturmakta.

 

Hellimle ilgili sıkıntılarımız aslında resmin bütünü açısından da büyük önem taşır. Özellikle geçtiğimiz on yılda Avrupa pazarında ve Kuzey Amerika’da kendisine oldukça büyük bir pazar bulan ve giderek popülerleşen hellim, tıpkı mozzarella ve şampanya gibi coğrafi tescile sahip olması hasebiyle sadece Kıbrıs adasında üretilmektedir. Bunun önüne geçip pazardan pay alma hedefinde olan bazı yabancı üreticiler ise “ızgarella” gibi farklı isimler kullanarak Türkiye, İngiltere ve Yunanistan başta olmak üzere çeşitli farklı ülkelerde hellim imitasyonları üretip piyasaya sürmektedirler. Özellikle Avrupa Birliği yasaları bu tarz imitasyon ürünlerin orijinalleri ile aynı isimde satışa sürülmesine izin vermemektedir. Buna bir diğer örnek olarak parmesanı da göstermek mümkündür. İtalya’nın belirli bölgelerinde, önceden belirtilmiş standartlara uygun üretilen parmesan peynirleri dışında yapılan imitasyonlar parmesan adını kullanamamaktadır. Bu da o bölgedeki üreticilere dünya çapında büyük avantaj sağlar.

 

Hellim de sadece Kıbrıs’ta yasal olarak üretilebileceği için adanın her iki tarafındaki Kıbrıslı üreticiler bu konuda dünya pazarında kilit rol oynarlar. Hellim, giderek artan evrensel popülaritesi nedeniyle ekseriyetle aranan bir ürün olmaya devam ettikçe Kıbrıslı üreticiler de bundan büyük kazanç sağlar. Ancak son günlerde hellimin statüsünde olması planlanan bazı değişiklikler, Kıbrıslı Türk üreticilerinin önüne engel oluşturma ihtimali taşır. Hellim üretimi konusunda belirlenen hijyen, kullanılan sütün hangi hayvandan ne kadar geldiğine dair oran, süt kaynağı hayvanların yaşam koşulları gibi birçok standart konusunda hem standartların ne olduğunu hem de bu standartlara uyumu denetleme konusunda adanın güneyindeki kurumlara verilmesi muhtemel arttırılmış yetkiler, adanın kuzeyindeki üretimin kısıtlanmasına yönelik bir sonuç doğurabilir.

 

Özellikle süt fiyatlarının ve iş gücünün adanın güneyine oranla daha ucuz olması nedeniyle Kıbrıslı Türk üreticilerin Kıbrıslı Rum üreticilere kıyasla daha düşük maliyet ile hellim üretiyor oluşu, adanın güneyindeki bazı kesimlerce Kıbrıslı Türk üreticilerin lehine bir avantaj olarak görülmektedir. Bu konuda uzun süredir oluşturulmaya çalışılan kamuoyu, özellikle son dönemde iki toplum ve garantörler arasında sürdürülen gerginlik politikaları ile beraber değerlendirildiğinde iyi niyetli ve ortak bir çalışma yürütülmesi olasılığının uzak olduğuna yönelik bir gösterge olarak kabul edilebilir.

 

Hellim sürecini ve Yeşil Hat Tüzüğü aracılığıyla yaptığımız ihracat çalışmalarını nasıl yürüttüğümüz ekonomimiz için büyük önem taşır. Turizm ve üniversitelerin getirdiği gelirlere dayalı olarak gelişen ekonomik modelimizin ne kadar kırılgan olabileceğini en ağır şekilde gözlemlediğimiz bu dönemde, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma modelinin en önemli ayaklarından birinin üretim olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımızdadır. Üretime yönelik devlet politikalarının sadece sanayi bölgesi yaratıp arsa dağıtmak ve bankalar ile ajanslar üzerinden düşük faizli krediler ile teşviklerden ibaret görülmesi günümüzün önemli bir sorundur.

 

Hellim üreticileri başta olmak üzere üreticilerin uluslararası düzeydeki sorunlarına lobicilik yaparak sahip çıkmak, yeni pazarlar yaratmak ve gerektiğinde tıpkı turizmde yapıldığı gibi devlet eliyle uluslararası reklam kampanyaları başlatmak yapılabilecek en temel adımlar arasındadır. Yurt dışı temsilciliklere milyonlar harcanarak yapılan devletçilik gösterisi yerine ya da en azından içerisinde altı doldurulmuş ticaret ofisleri oluşturmak ve olası yeni pazarlar yaratmak üretimimiz için büyük önem taşımaktadır. Her ne kadar ambargolar ve gümrük birlikleri kısıtlayıcı konumda olsa da bunları aşmak için hukuki ve diplomatik çalışmalara ağırlık verilmesinin de zamanı çoktan gelmiştir.

 

Bu hususta hellim özelinde yola çıksak da atmamız gereken adımların içerisinde diğer yerel ürünlerimize de evrensel bilinirlik ve uluslararası pazarlar yaratmamız bulunmalıdır. Mehmet Göksu’nun Portekiz’in Madeira adasında yaptığı gözlemlerin üzerine yazdığı Aralık 2020 tarihli yazı bu konuya dair önemli örnekler içerir. Geleneksel ürünlere yapılan yenilikçi yorumlamalar işin sonunda o ürünün popülerleşmesi yolunda büyük farklılıklar oluşturur. Lisans eğitimimi aldığım İskoçya’da neredeyse her restoranda karşılaştığım hellim, adada neredeyse hiç karşılaşmadığım formlarda satılmakta ve büyük bir ilgi ile karşılanmaktaydı. Mehmet’in örneğini verdiği gibi zivaniyanın popülerleşmesi ve yeni pazarlara ulaşabilmesi için yenilikçi yaklaşımlar oluşturmak aslında çok da zor değildir.

 

Zivaniya özelinden gidecek olduğumuzda tüketim şekli ile kendisini Meksikalıların ünlü tekilası ile kıyaslamamız mümkündür. Kıyaslandığı zaman üretimi oldukça kolay olan zivaniyanın özellikle Avrupa pazarında tekila ile mücadele edecek hâle gelmesi ekonomimiz açısından avuçları kaşındıracak bir fikirdir. Gelgelelim hellimin başarısında yenilikçi ve hatta idiyosenkrazik sunumların önemli payı vardır. Bir patates kızartması gibi ince ve uzun şeritler hâline getirilmiş hellimin gördüğü ilgi muhtemelen bizim geleneksel karpuz-hellim-çörek üçlümüze oranla çok daha büyüktür. İşte bu sebeple bizim kimi zaman toplumsal takıntı boyutuna varan “o öyle yenmez” prensibimizden uzaklaşıp yeniliklere açık olmamız önemlidir. Tanya Kilitkayalı’nın yarışma esnasında yaptığı pirohu yorumu geleneksel pirohu servisinden uzakta olsa da pirohuyu daha büyük kitlelere sevdirme sonucunu doğurabilir. Tıpkı kendi aile restoranlarında paneye bulanmış garavolliyi (salyangoz) yağda kızartarak hazırladıkları “Garavolli Kentucky” gibi bu tarz yorumlamalar dar bir pazara hitap eden geleneksel ürünleri çok daha büyük kitlelere ulaştırmak ve böylece üretimi güçlendirmek adına ciddiye alınması gereken denemelerdir. Ülkemizde çokça bulunan mutfak sanatları bölümleri aracılığıyla garavolli, ayrelli, hellim, nor, zivaniya, hostes gibi ürünlerimize yeni formatlar katmak dünyaya pazarlama konusunda bizi farklı konumlara sokabilecektir.

 

Tüm bunların teşviki, başarılı bir pazarlama stratejisi ile birleşince olağanüstü sonuçlar doğurabilir. Sosyal medyanın günümüzde geldiği durum göz önünde bulundurulduğunda pek çok ürün basit bir TikTok videosu aracılığıyla dahi milyonlara ulaşabilmektedir. Bunların yanı sıra bazı ürün yerleştirme teknikleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Örneğin dünya çapında büyük kitlelere ulaşan bir dizi ya da filmde ana karakterin favori içeceğini dahi belirli anlaşmalarla belirlemek mümkündür. İtalya ve Meksika mutfağından yemeklerinin sıkça yer aldığı Amerikan yapımları ister istemez bu ürünleri merak eden ve denemek isteyen kesimler de yaratmaktadır. Bu gibi film ve dizilerde küçük de olsa bizim ürünlerimize yer yerilmesi sağlıklı ikili ilişkilerin kurulması ile mümkün olabilecektir. Büyük prodüksyonlara girmek zor kabul edilse bile bugün Facebook, YouTube ve TikTok gibi kanallar aracılığıyla milyonlarca kişiye erişen içeriklere ulaşmak çok çok daha kolaydır. İşte burada üreticiler ve üretici birliklerinin güçlü dış faaliyetlerinin ve bunların yetersiz kaldığı noktada ticaretten ve dışişlerinden sorumlu bakanlıklar aracılığıyla yürütülecek çalışmaların büyük önemi vardır.

 

Ekonomik politika üretme yetisinden yoksun, günlük reaksiyonlara dayalı kararlar alan siyasi yapımızın bunca yıllık birikimleri bizleri içinden çıkması zor bir ekonomik bunalıma sokmuştur. Kameralar karşısına geçip üretimin önemini süslü dillerle anlatmak yerine üretimi gerçekten arttıracak politikalar üretmek siyasilerin halka karşı önemli bir yükümlülüğüdür. Coğrafi tescil ve ilgili ürünlerin üretimi konusundaki üretici kapasitesi ve ürün bilgisi nedeniyle geleneksel ürünlerde dünya çapında bir avantaj elde etmek oldukça mümkündür. Hellim krizi üzerine geleneksel ürünler temel alınarak yapılan bu değerlendirme, geleneksel olmayan ürünlerin üretiminin önemsiz olduğuna dair bir önerme barındırmayıp sadece önceki noktaya parmak basmaktadır.

 

Etkili bir kalkınma planlamasının sanayi ve ticareti geliştirmeyi de hedef alması gerekir. Üretim sadece teşvik, arsa ve diğer sübvansiyonların dağıtılması ile değil başta pazar büyütmek ve uluslararası pazarlama kapasitesini yukarıya taşımak olmak üzere bütünlüklü bir devlet politikası ile gelişir. Üretimin gelişmesi doğal olarak ihracat açığının kapanmasına, piyasadaki döngünün hızlanmasına ve yeni yatırımlara yol açar. Dıştan gelen borç ve hibe bağımlılığın azalması yine güçlü dış ticaret ağlarından geçer. Bu ağların kurulmasında lobicilik ve uluslararası ilişkiler ile pazarlama stratejileri paha biçilmez önem taşır. Bu sebepler göz önüne alındığında başarılı kalkınma politikalarını oluşturmak için çok boyutlu çalışmalar yürütmek gerekir. Bu kalkınma politikalarını oluşturmak hükûmetlerin başlıca sorumlulukları arasındadır. Kamuya istihdama dayalı bireysel refah vaatlerinin yerini bir an önce etkili kalkınma programlarına dayalı toplumsal refah vaatlerinin alması gerekmektedir. Mevcut ekonomik yapının sürdürülemediği apaçık ortada olup köklü değişimler mumla aranmaktadır.

 

2 yorum

  1. Çok bilgilendiri ve yolumuzun uzunluğunu gösteren güzel bir yorum oldu. Teşekkürler Mustafa

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir