Beynin Göç Etti, Peki Ya Kalbin?

Hayata henüz yeni atılmış, belki deneyimi az ama gençliğin verdiği enerji, inanç ve hiç bitip tükenmeyecek gibi gelen o büyük umutlarla, kendimize içinde hem oraya ait ve güvende hissedebileceğimiz, hem de kalbimizden geçenlerin peşine özgürce düşebileceğimiz bir yer arayışı içerisindeyiz. Etrafımızda olup biten düzensizlik ve karmaşalardan etkilenmeden, toplum içinde herhangi bir haksızlık veya eşitsizliğe maruz kalmadan ilerleyebileceğimiz, her şeyin sistemli bir şekilde geliştiği bir yer. Belirli kalıplar içine sokmaya çalışmayan, aksine bize gelişmek için alan açan; her şeyi kuralına ve yasasına göre uygulayıp, çalışıp hakkıyla kazananın emeğinin karşılığını veren bir yer. Dünyadan tamamen kopuk, izole yaşanılan değil de bağ kurmaya hevesli ve hâlihazırda var olan köprüleri yakıp yıkmak yerine onları sağlamlaştırmayı amaçlayan bir yer.

 

Her birimizin içinde bulunan aidiyet duygusunun yoğunluğu kişiden kişiye farklılık gösterir. Kimisi için doğup büyüdüğü topraklarda yaşama ve orada hayatını devam ettirme arzusu ağır basarken, bir başkasının kalbinde henüz keşfetmediği topraklarda benlik arayışına çıkma isteği yatabilir. Fakat iyi bir yaşam standardı içerisinde yaşıyor olmak, bulunduğu yere ait ve orada rahat hissetmek bir noktadan sonra aynı yerde kalmaya devam etmek için yeterli sebepler olmaktan çıkabiliyor. Ait olduğu millet, din, dil veya kültür farketmeksizin biz insanlar görüldüğümüzü, duyulduğumuzu ve en çokta anlaşıldığımızı somut bir şekilde görmek isteriz. Yeni fikirlerin değer gördüğü, değişimden kaçınmayan, bireye daima öğreteceği bir şeyleri olan bir toplum içinde var olma isteği günbegün daha fazla önem kazanır. İşte tam da o anda çoğu zaman mantık devreye girer. Art arda sorular sıralanıverir zihninin içinde. Olduğun yerde sabit bir şekilde kalmaktansa kendine daha iyi yaşam şartları yaratmayı deneyebilir misin? Bambaşka bir ülkede, çok farklı bir toplum içinde kendine yer edinebilir misin? Çok zorlanacağını da bilsen, yine de risk almaya değer mi? Eğer biraz bile kararlıysan daha son soruya gelmeden kafanda çoktan her şey nettir.

 

Sahip olduğumuz tek şey olan bu hayatta eğer hiç risk alınmayacaksa nerede bulunduğunun da pek bir önemi yoktur. Diğer yandansa bu, ortada bulunan sorunlardan kaçmak ve geldiği yeri yok saymak anlamına gelmez. Bir parçası olduğun topluma çözüm yolunda katkıda bulunmak tabii ki gereklidir, fakat akıl her zaman gözle gördüğünü doğru bilir ve ona inanır. Olana direnç gösterip onunla savaşmaktansa, bazen durmak, dinlenmek ve dışarıdan bir gözlemci olarak izlemek olaylara birçok farklı yönden bakabilmeyi sağlar. Aynı yerden aynı yöne bakarak olup bitenin diğer yüzünü görmeyi ummak zaten başlı başına bir yanılsamadır.

 

Beynin yeni bir gerçeklik aramak için çoktan göç etmiştir belki, ama kalbin yolunu hisler yönlendirir. Kalp her ne kadar yeni deneyimlerin peşinden gitmeye hazır da olsa, en başından beri kendini bağdaştırdığı yerden kopması o kadar kolay olmaz. Üzerinden aylar, belki yıllar geçer ama insan içten içe geçtiği yerlerde aslında hep geldiği yerin izini arar durur. Bulunduğu yerin bazen dilindeki bir sözcüğünde, bazen bir sokağında veya hiç tanımadığı bir insanında benzerlikler bulmaya çalışır. Geldiği yerle, yani kendini tanımladığı kimliğiyle, keşfedilmeyi bekleyen o yer arasındaki ufak benzerlikler. Günün sonunda, akıl kendini içinde bulunduğu şartlara adapte etse de bıkmadan ve usanmadan küçük umutlara tutunabilen kalp o belli belirsiz yanan ışığın peşini hiç bırakmaz.

 


 

Fotoğraf: quangle, Pixabay.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir