Buğday’dan Notlar (5): Nane, Ada Çayı ve Eski Mutfak Alışkanlıkları

Buğday Camii’nin o heybetli manzarası ile nane ve feslikan kokuları eşliğinde kahve yudumlarken, zihnim âdeta bir festival alanı gibiymişçesine sayısız düşüncelerle kaplıydı. Hâliyle, panayır keşfine çıkmış bir çocuk gibi şendim. Bu düşüncelerden bir tanesi de yanındaki çiçeklerin üzerini kaplamaya başlayan naneleri kesip kurutmak gerektiğiyle alakalıydı. Kahve biter bitmez, makasımı ve sepetimi alıp işe koyuldum.

 

Daha sonra, naneleri dalından ayırıp, düzgünce sepetine dizdikten sonra çok ilginç bir his tüm vücudumu kaplamaya başladı. Tüketim toplumu dinamiklerinin olağanca gücüyle etrafımızı sardığı günümüz dünyasında, nane kurutmaya teşebbüs etmek bana tarif edilemez bir mutluluk vermişti. Geçenlerde de ada çayı kuruturken, aynı düşünceler yine gelip beni bulmuştu. Aklımda kurulan bu keyifli panayır alanında yavaşça dolanırken, birden 2004 yılında çekilen ve İstanbul Rumlarının göç hikâyesini anlatan Bir Tutam Baharat filmi aklıma düşüverdi. Orijinal ismi “Politiki Kouzina” olan bu enteresan yapım, yüzlerce yıldır orada yaşayan bir halkın dramatik hikâyesini mutfak kültürü üzerinden anlatan keyifli bir film. Filmin jenerik şarkısı olan “Baharat Tarçın ve Buse”, film hakkında fazlasıyla ipucu veriyor. Bu film, mutfak geleneklerini seven ve farklı mutfak geleneklerinin hayatın içindeki yeri ve insanlar üzerindeki etkisini anlamak isteyenler için bulunmaz bir yapıt.

 

Kıbrıs mutfağındaki pratiklere gelecek olursak, benim için en dikkat çekici kısım her şeyin kabuğundan üretilen leziz tatlılardır. Kabak, karpuz ve turunç macunları bunun başlıca örnekleridir. Öte yandan hostes, kazayağı, gömeç, ayrelli gibi ova otlarıyla yapılan yemekler Kıbrıs mutfağının bir başka önemli özelliğidir. Gastronomi uzmanı olmadığım için daha derin bir yorum yapamayacağım ancak bana kalırsa kabuklardan yapılan tatlılar ve ovalardan toplanan otlarla yapılan yemeklerin iki ortak özelliği, yokluğun getirdiği yaratıcılıktır.

 

Bazen, yokluklardan ve eksiklerden çok fazla şikâyet ediyoruz. Sürekli, olmayana odaklanıyoruz. Hâliyle, böyle olunca elimizdeki imkânları en iyi şekilde değerlendirme şansı da ortadan kalkıyor. Çünkü, görmüyoruz. Bu gibi düşüncelere daldığım zaman, elindekinin en iyisini kullanan atalarımız gelir aklıma. Meyvelerin kabuğundan tatlı yapan, ovalardaki otlardan yemeğini çıkaran bu eski insanlara ve o geleneği devam ettiren büyüklerimize hayran olmamak mümkün değil.

 

Bugün, her şeyin hazırını ve kolayını bulmak mümkün. Bize kalan tek rol tüketici olmak gözükse de bu sistemin içine girmeyerek üretici tarafımızı güçlendirmeliyiz. İnanıyorum ki anneanne ve babaannelerimizin mutfak alışkanlıklarını devam ettirmek, hayatımızı zenginleştiren bir unsur olacaktır. Modern hayat temposu içerisinde, hepsini aynı şekilde yapmak zor. Ancak, senede bir kez limonata dahi yapsanız çok daha mutlu ve keyifli bir ruh hâline bürünebilirsiniz. Bunu yaparak, sadece ruh hâlinizi iyileştirmekle kalmaz, bir kültürü de devam ettirmiş olursunuz.

 

Küreselleşme ile birlikte giderek renklerini kaybeden, her şehirde aynı markalar, zincir restoran ve kafelerin olduğu bir dünya ile karşı karşıyayız. Yerel kültürümüzü korumak, bize sadece ruhsal iyilik kazandırmaz, aynı zamanda dünyamızı çok daha renkli bir yer hâline getirir.

 

Tüm bunları düşünürken, canım mis kokulu bir çay istedi. İçimden bir ses, tarçınlı ve karanfilli bir nene çayının düşüncelerime daha iyi odaklanmam için yardımcı olacağını söylüyordu. Evet, bu kesinlikle iyi bir fikirdi. Vakit kaybetmeden, mutfağa doğru yönelip çayımı hazırlamaya başladım. Suyun kaynamasıyla çıkmaya başlayan ilk kokular bile ilham vermeye başlamıştı. Şimdi, başka hayallere dalabilirdim.

 


 

Fotoğraf: Annie Spratt, Unsplash.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir