İsrail-Filistin Hattı: Genel Bir Yorum

Kıbrıs adası olarak aslında Orta Doğu’dan uzak ama bir o kadar da yakınız. Adamızdan yaklaşık 450 kilometre uzaklıkta olan olaylardan, süren çatışmalardan ne kadar haberdarız? 1950’lerden beridir süregelen İsrail ve Filistin arasındaki çatışma ne yazık ki hâlen daha devam etmekte. Ancak günümüze yaklaşıldığında artık bu olayın bir toplumlar arası çatışmadan ziyade güçlünün güçsüzü ezdiği bir savaşa dönüştüğünü gözlemleyebiliriz.

 

Ne oldu?

Geçtiğimiz cuma günü teravih namazı sonrası İsrailli polislerin Mescid-i Aksa çevresindeki Filistinli sivillere ateş açması sonucu patlak veren olaylar iki ülke arasında âdeta yeni bir cephenin açılmasına sebebiyet verdi.[1] Bunun ardından yükselen tansiyonla beraber Gazze’yi kontrol eden Hamas silahlı örgütü de İsrail’in Tel Aviv başta olmak üzere birçok kentine füze saldırısı gerçekleştirdi. Karşılıklı ateşlerin açılması ile her iki tarafın da saldırılarının şiddeti artmış ve bunun üzerine de İsrail cephesi yine Filistin’e nazaran orantısız olan gücünü kullanmaya başlamıştır. Ancak her iki tarafın da bu çatışmayı sürdürmesi, Hamas’ın kendinden katbekat güçlü İsrail’e füze saldırısı düzenlemesi ve buna misilleme olarak İsrail’in orantısız güç kullanması iki ülke arasında var olan gerilimi tırmandırmakla kalmayıp, sivil kayıplarına da yol açmıştır.[2]

 

Savaş mı, orantısız güç mü?

İsrail-Filistin hattındaki gerilim onlarca yıldır süregelmekte olan ve geçmişlerin toprak paylaşımından ortaya çıkan olaylar olarak yorumlanabilir. Birleşmiş Milletler (BM) planı ile 1940’lı yılların sonunda hâlihazırda çoğunlukla Filistinli Arapların yaşadığı İngiliz topraklarına bir Yahudi devleti kurulması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Filistinliler tarafından topraklarını ve yaşam alanları koruma mücadelesi başlamış oldu. Bu çatışmanın aktörleri sadece İsrail ve Filistin değildi. Tarih boyunca İsrail ile onu çevreleyen Arap devletler arasında Arap-İsrail Savaşları ve Altı Gün Savaşı gibi birçok kez büyük ölçekte savaşlar yaşanmıştır. 1990’lı yıllarda İsrail ve Filistin arasında imzalanan Oslo I ve Oslo II Anlaşmaları aracılığıyla bu çatışmaya bir barış gelmiş gibi görünse de ne yazık ki bugün gördüğümüz tablo bu barıştan ne kadar uzak olduğumuzu bize göstermektedir.

 

20. yüzyıla gelindiğinde ise silahlı bir çatışmanın yanı sıra Filistin halkının bir baskı ve şiddet unsuru ile karşı karşıya kaldığını gözlemliyoruz. Bunların ilki, Hamas’ın yönetiminde bulunan ve İsrail haricinde başka bir devlet ile toprak bağı olmayan Gazze bölgesine uygulanmakta olan ambargodur. Gazze Şeridi, İsrail’in hava, deniz ve kara yoluyla tümden bir ablukası altında bulunuyor. Diğer bir konu ise, Filistin’in diğer toprak parçası olan Batı Şeria’da gerçekleşiyor. Uluslararası siyasette “illegal settlements” yani gayriyasal yerleşimler olarak bilinen, İsrail devletinin Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin evlerine ve yerleşim yerlerine Yahudi vatandaşları yerleştirmesi konusudur. Bu olay yavaş yavaş, ancak uzun yıllardır süregelmekte olmakla beraber, kentin nüfus yapısı değiştirilmekte ve İsrail devleti bu yolu uygulayarak kentin o kısımlarında söz sahibi olmaya çalışmaktadır.

 

Uluslararası toplumun büyük bir kısmı Doğu Kudüs’te bulunan bu Yahudi yerleşimlerini “illegal” yani gayriyasal olarak kabul etmektedir. İşte uzun zamandır verilen toprak mücadelesi şimdi de Doğu Kudüs’te yaşam alanlarını korumaya çalışan Filistinlilerin direnişi olarak devam ediyor. Bu direnişe karşılık İsrail’in kullandığı gücün ise iki eşit tarafın kullandığı güçle, bir savaş hâliyle açıklanması mümkün değildir. İsrail devletinin gerek polis, gerekse askerî güçleri ile Doğu Kudüs’te tüm uluslararası anlaşmaları ve insan haklarını çiğneyerek yaptığı bu muamele sadece “orantısız güç” tabiri ile açıklanabilecektir. Taş atan sivillere yeri geldiğinde plastik mermi, ancak zaman zaman da gerçek mermi ile karşılık vermek, çocukların olduğu kalabalıklara yine “orantısız güç” kullanmak ne yazık ki siyaset literatüründe var olan “devlet terörü” kavramıyla örtüşür durumdadır.

 

Hamas örgütüne gelindiğinde ise, Filistin Kurtuluş Örgütünden farklı olarak savunmasını terör eylemleri ile İsrail şiddetine karşı “dişe diş, kana kan” mantığı ile Yahudi sivilleri hedef alarak yapması da en az İsrail kadar suçlu ve kışkırtıcı olduğunu göstermektedir.

 

Üçüncü bir “İntifada” mümkün mü?

İntifada, isyan veya başkaldırı olarak tanımlanabilir. İsrail-Filistin hattında yaşanan olaylarda intifada, Filistin halkının İsrail devletinin şiddetine ve orantısız gücüne karşı başlattığı toplumsal bir başkaldırı, karşı gelme hareketi olarak görülmektedir. Tarihte gerçekleşen iki adet intifada hareketi olmuştur. Birinci İntifada, Oslo anlaşmalarının hemen öncesinde, 1987-1993 yılları arasında gerçekleşirken, İkinci İntifada ise, Mescid-i Aksa kaynaklı olduğuna inanılan, Oslo anlaşmalarının çökmesi ile 2000-2005 yılları arasında gerçekleşmiştir.

 

Üçüncü bir intifadanın ne kadar mümkün olduğunu, gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini sorgulayan ilk insan değilimdir. İkinci İntifada sonrası çıkan birçok çatışmada bu sorgulanmış ve farklı birçok bakış açıları ortaya çıkmıştır. Önceki tartışmaların sonucuna bugün baktığımızda görüyoruz ki üçüncü bir intifada henüz çıkmadı. Peki, İkinci İntifada’nın da fitilini ateşlediği düşünülen Mescid-i Aksa bu kez yine bir intifadaya yol açabilir mi?

 

Toplumsal hareketlerin, özellikle topyekûn gerçekleşen isyan ve başkaldırıların oluşması, şekillenmesi ve hayata geçmesi kolay süreçler değildir. Buna Filistinlilerin gerçekleştirdiği iki intifada hareketi de dâhildir. Küçük bazda yaşanan şiddet olayları veya onlarca sivilin ölmesi bazen böyle bir başkaldırının gerçekleşmesine yeterli olmamaktadır. Sadece şiddet olayının değil, siyasi konjonktürün de bir isyan havasında esmesi gerekir. Bu nedenle, her ne kadar Hamas şiddet olaylarına devam etse de Filistin yönetimi ve Filistin Kurtuluş Örgütü bu denli büyük bir ayaklanmadan, yani Üçüncü İntifada’dan yana bir tavır sergilememektedirler. Bu durumda toplumun örgütlenmesi ve ilk iki intifadada olduğu gibi toplumsal bir başkaldırı göstermesi bu olaylar ışığında pek mümkün görünmemektedir. Ancak son yaşanan bu olayların belki de uzak gelecekte gerçekleşmesi muhtemel üçüncü bir intifadaya taşları döşediği ise oldukça açıktır.

 

Kısa Bir Yorum

Diğer tüm çatışmalarda olduğu gibi İsrail-Filistin hattında da gerekli olan şey diyalog, barış ve çözümdür. İsrail devletinin uluslararası hukuka aykırı yerleşim politikasını ve şiddet eylemlerini sonlandırması, buna karşılık ise Hamas örgütünün terör faaliyetlerini bitirmesi gerekmektedir. Dünyadaki birçok çatışmada olduğu üzere İsrail-Filistin hattında da yaşananlar ne yazık ki sağcılığın, milliyetçiliğin ve dinciliğin aşırı hâllerinden kaynaklanmaktadır. İsrail ve Filistin için gereken geçmişte de olduğu gibi siyasi diyaloğu açmak ve çözüm masasına oturmaktır. Fakat barışın sürdürülebilir olması adına bu kez masanın aşırı fikirlerden etkilenmemesini sağlamak hayati önem taşımaktadır.

 


 

Kaynakça

[1] Site editörleri (2021). Al-Aqsa mosque: Dozens hurt in Jerusalem clashes. BBC.

 [2] Goldman, P., Jabari, L. & Smith, A. (2021). Over 70 killed as Israel, Palestinians exchange worst violence in years — and prepare for more. NBC News.

 

Fotoğraf: hosny salah, Pixabay.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir