Enerji Hukuku İlkeleri Üzerine

Enerji hukuku tanım olarak farklı yenilenebilir ve yenilenemeyen enerji araçlarının kullanılmasını ve vergilendirilmesini düzenleyen hukuk dalıdır. Son otuz yılda enerji marketinin özelleştirilmesi ve daha uluslararası hâle gelmesi, ayrıca iklim değişikliğinin getirdiği yeni enerji arayışları ve enerji piyasalarının eskiye kıyasla serbestleştirilmesi bu hukuk dalına olan talebi arttırmış ve büyüyüp gelişmesine katkı koymuştur. Nitekim enerji hukukunun uygulanma perspektifine bakıldığında hem çevresel etkisi hem de ekonomilerde oynadığı büyük rol sebebiyle devletlerin siyasi gündemlerinde üst sıralara yerleştirildiğini gözlemleriz. Enerji hukuku ayrıca adil enerji geçişi süreçlerinin yönetilişi için de büyük önem taşır. Bu hukuk disiplini devam eden doğal gaz arayışlarıyla gün geçtikçe ülkemizde de ciddi önem kazanmaya devam etmektedir.

 

Basitçe enerji hukukunun ilkeleri aşağıdaki gibidir:

  1. Ulusal kaynak egemenliği.
  2. Modern enerji hizmetlerine erişim ilkesi.
  3. Enerji adaleti ilkesi.
  4. Doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı.
  5. Çevre, insan sağlığı ve iklim değişikliği ile mücadele.
  6. Dayanaklılık prensibi.
  7. Enerji güvenliği ve güvenilirlik ilkesi.

 

Ulusal kaynak egemenliği

Doğal kaynaklar üzerinde egemenlik ilkesi, enerji kaynaklarıyla yakından bağlantılıdır. Başta petrol olmak üzere doğal kaynaklar üzerindeki egemenlik tartışması sömürge döneminin sona ermesinden sonra ortaya çıkmıştır. Bundan önce, petrol kaynaklarının araştırılması ve üretilmesi aşamaları petrol şirketleri ve sömürge devletleri tarafından şekillenmekteydi. Enerji hukuku kapsamında yapılan değişiklikler öncesinde bu konu ülkelerin ulusal egemenliğini ve kaynakların yaratabileceği zenginliği ve refah seviyesini ciddi anlamda kısıtlamaktaydı.

 

Enerji adaleti ilkesi

Enerji hukukunun kapsadığı önemli bir başka alansa enerji adaletidir. Enerji adaleti, enerji hizmetlerinin hem faydalarını hem de maliyetlerini adil bir şekilde yayan ve daha tarafsız enerji kararlarına katkıda bulunan küresel bir enerji stratejisine ulaşmayı hedefler. Bu sosyal adalet konusu, enerji güvenilirliği, ekonomik kalkınma ve teknoloji kararları alınırken etik değerlerin göz önünde bulundurulduğundan emin olur. Bu konsept basitçe dağıtım adaleti, prosedür adaleti ve tanıma adaleti olmak üzere üç alt bölüme ayrılabilir.

 

Dağıtım adaleti, enerji projelerinin konumlandırılmasından en çok zarar gören kesimleri korumayı amaçlar. Bu çerçevede toplumun daha savunmasız bireyleri başta olmak üzere devletin veya özel şirket çıkarlarını destekleyen yeni enerji projeleri karşısında olumsuz bir pozisyona düşebilecek kesimlerin savunulduğundan emin olunur. Prosedür adaleti, önerilen enerji gelişmelerinde karar verme süreçlerine tüm sosyal grupların eşit katılımını sağlamayı amaçlar. Bu ilke uluslararası çevre hukuku için de önemli bir ilkedir. Tanınma adaleti, cinsiyet, ırk ve kültürel arka plan gibi konulara dayalı olarak farklı toplulukların görüş ve bakış açılarının dikkate alınmasını ve belli grupların ve yerlerin değersizleştirilmesini önlemeyi hedefler. Tüm bu ilkeler hem çevre hem insan hakları için büyük önem taşır.

 

Enerji güvenliği ve güvenilirlik ilkesi

Enerji güvenliği basitçe enerjinin çeşitli biçimlerde yeterli miktar ve makul fiyatlarla sürekli erişilebilir olması olarak tanımlanabilir. Güvenilirlik neredeyse tüm modern enerji politikası sistemlerinin merkezinde yer alır ve bu da çok sayıda ulusal enerji kanunu ve düzenlemesinin bazını oluşturur. Güvenilirlik ilkesi her ne kadar çoğu ülkede enerjinin makul bir maliyetle devamlı kullanılabilirliği olarak görülse de güncel politikalarda bu tanıma sosyal ve çevresel maliyetlerin de dâhil edildiğini gözlemleyebiliriz. Genelde sadece enerji tedariği odaklı olarak düşünülse de enerji güvenliği, “söz konusu ülkelerde üretilen enerji tiplerine yönelik sürekli talep” anlamına gelen talep güvenliğini de bünyesinde bulundurur. Çevre problemleri, piyasa güçlerinin artan hâkimiyeti, serbestleşme ve daha birçok global değişim, enerji güvenliği ve devletlerin bu konudaki rolleri üzerinde derin etkilere sahiptir.

 

Dayanıklılık prensibi

Enerji hukukunun yakın gelecekte dayanıklılık ilkesi konsepti etrafında daha çok gelişeceği tahmin edildiği için bu ilke büyük önem taşır. Ekonomilerin enerji sektörleri kabaca ulaşım ve elektrik olmak üzere iki kısma ayrılabilir, ikisinin arasındaki en büyük fark ulaşım yakıtlarının kolayca tanımlanabilir ve depolanabilir, elektriğinse en iyi ihtimalle sadece kısa vadede depolanabilir olmasıdır. Bu farklılıklardan bağımsız olarak her iki sektör için de enerji güvenilir bir şekilde mevcut olmalıdır. Ek olarak, her iki sistem esneklikle kullanılabilinmelidir. Ulaşım yakıtları kolayca depolanabildiğinden bu alan nispeten daha esnektir fakat elektrik sistemleri özellikle hava koşulları tarafından kolayca etkinlendikleri için esneklik, elektrik sektörü için endişe oluşturmaktadır. Dolayısıyla, enerji alanının geleceğinde esneklik kavramına dikkat edilmelidir.

 

Enerji hukuku her ne kadar yeni gelişmekte olan bir hukuk disiplini olsa da içinde barındırdığı ilkeler insan ve çevre hakları kapsamında uzun zamandır ilerletilmeye ve uygulanmaya çalışılan ilkelerdir. Bu disiplinler akademik olarak oturmuş olmalarına rağmen uygulamaları hâlâ daha sıkıntılıdır. Bu yüzden enerji hukukunun en büyük eleştirisi uygulama stratejilerinin akademik araştırma ve gelişim açısından güçlü olup bunların dünyanın farklı yerlerinde yaşanan enerji krizlerine müdahale edebilecek çapta olmamış olmalarıdır.

 


 

Kaynakça

Heffron, R. J., Rønne, A., Tomain, J. P., Bradbrook, A., & Talus, K. (2018). A treatise for energy law. The Journal of World Energy Law & Business11(1), 34-48. Retrieved 20 June 2021, from https://academic.oup.com/jwelb/article/11/1/34/4792991

 

Fotoğraf: Nicholas Doherty, Unsplash.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir