Bunaltıcı bir temmuz günüydü. 90’lardan kalma bir minibüs ile 70’lerden kalma bir hayalet şehrin içine doğru yola çıktım. 1974’ten beri askerî bölge olan Maraş’ta, o gün bugündür kimseler yaşamıyordu. Orasının cansızlığının etkisi midir nedir, telin bu tarafının da pek hayır ettiği söylenemez.
Yeni boyanmış olmasına rağmen, giriş kapısının yanındaki pasları hâlen gözüken minibüsümüzle tıngır mıngır yola koyulur koyulmaz başladım seyriâleme. Geçtiğimiz binaların hemen hemen hiçbirinde kapı pencere veya eşya diye bir şey kalmamıştı. Paslanan tabelaların arasından geçerken, buralarda gençliğini geçirmiş insanları hayal etmeye çalıştım. Nasıl bir hayat yaşıyordular acaba?
Çok geçmeden sahile varınca, dilden dile anlatılan Maraş efsanesinin ne demek olduğunu çok iyi anladım. Söylenenlerin eksiği var, fazlası yok. Altın rengiyle geniş bir alana uzanan kumsal, berrak ve temiz bir su ve çok az insan vardı. İşte huzurun tanımı bu dedim. Çok oyalanmadan, eşyalarımı ilk gördüğüm şezlonga bırakarak, masmavi serinliğe kendimi bıraktım. Ufkun sonunda gözüken Palm Beach ve geri kalan kısımda yer alan terk edilmiş harabe binaların manzaram olduğu bu yüzme serüveni çok değişik duygular uyandırdı bende. Tanımlamak çok zor. Hem huzurlu, hem hüzünlü, hem tedirgin edici. Huzurlu, çünkü deniz suyunun temizliği ve kumsal çok güzel. Hüzünlü, çünkü burayı terk eden insanların yaraları hâlen taze ve hâlen geçmişle hesaplaşabilmiş değiller. Tedirgin edici, çünkü gelecekte burasının nasıl bir yaşayışa sahip olacağını düşünmek ürpertici bir duygu yerleştiriyor tüm benliğime. Dahası, deniz kabuğu toplamak için sahil boyu yürürken, harabe apartmanların içinden kapı çarpma seslerinin bana eşlik etmesi, duygularımı bir o kadar daha karmaşıklaştırmıştı.
Dönüş yolunda, minibüs yerine yürümeyi tercih ettim. Yaklaşık, 20 dakikalık bir yürüyüşten sonra çıkış noktasına ulaşıp arabama gittiğim zaman, biraz önce sahilde yaşadığım tuhaflık daha da büyüdü. Bugünkü Mağusa ile tellerin ardındaki hayalet iki farklı dünya gibiydi sanki. Gündelik yaşantımızın yanında, kocaman bir hayalet ve bir sürü hikâye duruyordu.
***
Öte yandan, çok uzun yıllardır hayaletimsi ruh hâlleri içerisinde yaşayan KKTC’nin tabutuna son çivileri çakmakla meşgul olan heyetler köy köy geziyor. Normalde, bir belediye başkanının muhatap olması gereken basit hizmet talepleri artık bire bir Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay’a yapılıyor. Geçtiğimiz hafta, köy köy gezen Fuat Bey ve ekibinden, halkın çeşitli talepleri ve istekleri vardı. Kimisi bir spor tesisi, kimisi yıllardır devam eden yol sorunlarına çözüm, kimisi de vatandaşlık sorunlarına çözüm talep etti. T.C. heyetine eşlik eden Başbakan ve bölgenin belediye başkanı, utanmadan nasıl bu konuşmaları dinledi doğrusu hayret ediyorum.
Aklıma çeşitli sorular geliyor hâliyle. Bir düşünelim. Her sorunu bizzat Türkiye kurumları, hatta bizzat T.C. Cumhurbaşkanı Yardımcısı çözerse, belediye başkanlarının fonksiyonu ne olacak? Önümüzdeki yerel seçimlerde hangi vaat ve söz ile aday olacaksınız?
Bugün hastane ve yol çalışmalarının bizzat Türkiye Cumhuriyeti tarafından yapıldığı bir ortamda, hükûmet yetkilileri hangi yüz ile vergi talep edecek? Öte yandan, verdiği vergilerin sadece memur maaşlarına ve yandaşların istihdamlarına gittiğini gören vatandaş hangi motivasyonla devlete olan sorumluluklarını yerine getirecek ki?
Belki, bu davranış biçimiyle Türkiye Cumhuriyeti kendi parasını kurtarıyor. Ancak ve ancak İşlemeyen, çürümüş ve batmış KKTC bürokrasisini es geçerek vatandaşın taleplerini karşılayabiliyor da olabilirler. Kimileri bunu gayet makul de karşılayabilir elbette. Ancak, sıradan vatandaşın verdiği vergiler hâlen yolsuzlukları ve memur maaşlarını finanse ediyor. Bunlara ek olarak, zaten iş üretmeyen siyasilerimiz ve bürokrasimiz de “Nasılsa Türkiye yapar, nasılsa onlar düşünür.” rahatlığına kapılıp, daha derin bir ataletin içine gömülüyorlar.
Özellikle son 13 senedir, hareket edecek mecali olmayan bir KKTC ve ona inanmayan bir halk var. Tüm bunların üzerine, her sorun Türkiye’nin en üst makamları tarafından bizzat çözülünce belki günlük hayat biraz ilerliyor ve gelişiyor gibi gözükebilir. Ancak, işin aslı öyle değil. Fuat Bey, kendi ayakları üzerinde duran bir Kuzey Kıbrıs için çalışıyoruz derken şaka yapıyor olsa gerek. Çünkü aslında olan biten şey, KKTC’nin tüm kurumları ve sistemiyle çöküşünün gerçekleşmesidir.
Kapaktaki görsel için tıklayınız.