Birazdan İstanbul’a iniyorum.
Yaşadıklarımı romantize etmediğimi iddia etmeyeceğim. Yazarlarla en fazla bağdaşan özelliğim yaşadıklarımı romantize ve dramatize edebilme kabiliyetimdir. Yazar olduğumu iddia etmiyorum. Yazıyorum. Her yazandan yazar olmaz.
Normalde de İstanbul’a çok uçtum ama bu sefer farklı. İnsan ömrünün en güzel senelerini bu şehirde geçireceğini bilince, İstanbul’un yolu bir garip oluyor. Kitap aldım yanıma, Dostoyevski’nin “Başkasının Karısı ve Yatağın Altındaki Koca” kitabını. Düşüncelerden okumaya fırsat olmadı. Şu aralar düşünmekten fırsat olmuyor zaten pek bir şey yapmaya. İstanbul’da düşünmem diye umut ederek gidiyorum. Aklın da molaya haklı olarak ihtiyacı oluyor. Aklıma çok uzun bir zamandır, yıllardır vermediğim molayı veriyorum.
***
Aklım molasında boşluğa düşmüş, kalbim hiç beklemediğim duygularla karşılaşmış. Tatile çıktım derken İstanbul’da yuva arayışına koyulmuşum. Sokak sokak gezerken buradan bana bir yuva çıkar mı diye bakıp durmuşum. Böyle bir tepki verebileceğimi düşünmemiştim.
***
Biz insanlar, nerelere gidersek gidelim yuva arayışındayız. Aradığımız bir ev değil, bir yuva. Sıcacık, samimi, her detayını bizim seçtiğimiz bir evden de bahsetmiyorum. Yuvaysa öyle sadece çatısı olan bir ev değil asla. Çatısı, dört duvarı olan bir ev de verseniz, o şehirde tanıdığınız, samimi insanlar yoksa yuva gibi hissettiremiyor.
Bazılarımız şanslı. Bazılarımızın yuvası kendi içlerinde kurulu. Nerelere giderseler gitsinler yuvaları onlarla geliyor. Ne tanıdık sokaklara, ne tanıdık insanlara ihtiyaç duymuyorlar. Yurt özlemi dediğimiz şey ise kanımca buradan geliyor. Yurdu özlüyoruz ama bunun tamamen yurt sevdasıyla pek bir alakası yok. Bunun nefret bile beslesek her gün gördüğümüz patronumuzla, çok tartışsak da hep yan yana olduğumuz annemizle, haftalarca görüşmesek bile bir telefonla “Hadi kahveye gidelim!” diyebildiğimiz ve hemencecik ulaşabildiğimiz arkadaşımızla alakası var. Orası bir yuva. Eksileriyle ve artılarıyla orası güvende hissettiğimiz yer. Başka bir ülkede, başka bir şehirde yuva kurmaksa pek kolay değil. Kurulur yine, kimler kimler hayatlarında kaç yuvalar kurdu sonuçta. Fakat süreci hep zor.
Belki de eteklerimiz zil çala çala kaçıyoruz yuvamızdan, başka yuvalar kurmak adına oldukça hevesli olarak. Ya da öyle olduğumuzu varsayarak. Fakat yeni bir yuva kurana dek yalnız hissetmek normal. Korkmak normal. Duygularımızı farklı yollarla dışarı vurmak normal. Olduğunuz yerin, nasıl olduğundan bağımsız olarak size mutluluk verememesi normal. Kişisel gelişim de buradan doğuyor. Konfor alanlarından çıkıp yeni bir yuva kurma sürecine başlayanlar gelişiyor.
***
Tabella yuvamın bir parçasıydı. Kendime söz vermiştim, Kıbrıs’tan gideceğimde elimi ayağımı her şeyden çekeceğim diye fakat Tabella’dan çekmeyecektim. Ara sıra, yalnız hissettikçe, zaman buldukça kenara köşeye karalayıp Tabella’ya gönderecektim, ona anlatacaktım. En azından hep öyle planlardım. Tabella beni dostlayacaktı. Tabella ile olan tatlı arkadaşlığımız ise bu hafta itibari ile son buluyor. Uzun süredir Tabella’nın birçok şeyi olmuştum, Tabella da benim birçok şeyim olmuştu. Tabella bana bir sürü güzel insan kazandırdı. Tabella bana yazabilmeyi öğretti. Tabella bana araştırabilmeyi öğretti. Bana katabileceği ne varsa kattı, şimdi ise usulca çıkıyor hayatımdan.
Belki bir gün geri dönersin, olmaz mı?