Son Söz

16 Aralık 2015, bir Lefkoşa çarşambası. Oldukça prestijli bir Amerikan üniversitesine yaptığım başvurunun parçası olan mülakatımı tamamlamak adına Lefkoşa’nın güneyine geçmiştim. Lefkoşa Üniversitesi içerisinde gitmem gereken odayı bulup mülakat saatini bekleyen 17 yaşında bir “deliganlı” olarak muhtemelen sonraki yıllarda yaşayacaklarım hakkında pek haberim yoktu. O gün henüz lisans eğitimimi alacağım esas üniversiteye başvurumu göndermemiş hatta Birleşik Krallık’a gidersem hangi bölümü okuyacağıma dahi tam olarak karar vermemiştim.

 

Mülakat saati geldi, karşımda başvurduğum okulun mezunu olan başarılı akademisyenin bana sorduğu genelgeçer soruları rahatlıkla cevapladım. Sıra mülakat için kritik olan sorulara gelmişti. Ne sorulacağını bilmiyordum ve herhangi bir hazırlığım yoktu. Soru sorulmadan iyi düşünmem için bir uyarıda bulunuldu ve soru geldi: “Sınırsız paran olsa ne yapardın?”

 

Güncel meseleler, hayallerim, hedeflerim, neden bölümümü okumak istediğim, ders konuları, mantık soruları… Rahatlıkla cevaplayabileceğim onca şey arasından ucu en açık ve hiç sevmediğim üzere olasılıksız bir şarta dayalı tahmin gerektiren bir soru ile karşılaşmıştım. Biraz afalladım, sanıyorum üç-dört saniye geçirdim. Belli ki boş baktığımdan soruyu tekrar duymak isteyip istemediğim soruldu. O anda ne söyleyeceğim aklıma gelmişti bile. Zaman kazanmak için soruyu tekrarlattım ve biter bitmez cevabıma başladım.

 

Karşımdaki akademisyene o güne kadar çok dert ettiğim ancak çözümünü henüz (ve hâlâ daha) bulamadığım bir meseleyi açıkladım. Arkadaşlarımın dünyanın dört bir tarafına dağılmak üzere olduklarını, birçoğunun akademik hedefleri olduğunu ve Kıbrıs’ın şartlarının kendilerini tatmin etmeyeceğini söyledim. “Ben eğitimimden sonra ülkeme geri döneceğim ancak arkadaşlarımı kaybetmek istemiyorum, daha da önemlisi toplumumun arkadaşlarımı kaybetmesini istemiyorum.” diye ekledim. Önceki yıllarda mezun olan arkadaşlarımın durumlarından örnekler verdim. Ve sorusunu öyle cevapladım: Sınırsız param olsa Kıbrıs’a kocaman bir araştırma üniversitesi kurardım, tüm bilimsel araştırmalara da sınırsız kaynak yaratırdım, böylelikle sadece benim arkadaşlarım değil, dünyanın her yerinden başarılı insanları adaya kazandırırdım.

 

Hoca etkilenmişti.

 

Ben daha çok etkilenmişim…

 

***

 

25 Eylül 2017, bir Aberdeen pazartesisi. Önceki hafta kafamda şimşekler çakarken, o şimşekleri bir fikre dönüştürmek için tüm sosyal medya hesaplarımı kapatıp, basketbol oynamak dışında tüm sosyal ilişkilerimi birkaç günlüğüne askıya almıştım. 19 yaşındaydım, beynim fikirlerle dolup taşıyordu ancak bir türlü gerçekleştirmek için ya da kendimi ifade etmek için bir adım atamıyordum. Kısa süre önce Lefkoşa Gençlik Derneğini nihayet hayata geçirmiş, ancak durulmaya yaklaşmamıştım bile. Pazartesi günü elime kâğıdı, kalemi aldım ve plana başladım.

 

“Ayrıntıların tamamlanması için gerekli küçük bir sosyal medya diyetinin ardından çok güçlü bir fikir ve beyaz bir sayfayla dönüyorum.

Bir hayalimi gerçeğe döndürdükten sonra şimdi sıra yeni bir hayale, yepyeni bir projeye geldi. Dostlarımın katkılarıyla sırtımın yere gelmeyeceğinden şüphem yok.

Büyüdüğüm, sevdiklerimin yaşadığı coğrafyada var olan her türlü haksızlığa, hırsızlığa, düzenbazlığa sessiz kalmayacağım; aynı zamanda da çevremi geliştirmek ve daha yaşanabilir hale getirmek için uğraşacağım günler ancak akıl sağlığımı kaybettiğimde sona erecek.

Gençliğimize ve halkımıza faydası olacağına inandığımız her şey için savaşacağımızdan şüpheniz olmasın.

Bekleyin, güzel şeyler geliyor. :)” – 25 Eylül 2017

 

Problem basitti. Çevremde onlarca harika arkadaşım vardı, ancak üretmiyorduk. Münferit veya müşterek hâlde bir şeyler üretecek bir ortama ihtiyaç vardı. Kıbrıslı Türk gençler olarak kendimizi ifade edemiyor, ne düşündüğümüzü söyleyemiyorduk. Uyanma zamanıydı. Bulduğum çözüm de yazı oldu. Bir araya gelip yazarsak en kötü biz birbirimizi okuruz, birbirimizi geliştiririz dedim. Kendi kendime bir şeyleri açıkladıktan sonra aramaya başladım. Doruk, Mehmet, Mert, Senalp ve sonra Fuat, Nahide, Cemal, Şenay…

 

Anlatmaya başladım. Anlamaya başladım. Hâlen kardeş kadar yakın dostlarımla beraber planlamaya başladık, sabahlara kadar. Çok şey konuştuk. On bir ay sonra filan adına Tabella dedik. On üç ay sonra da bir ekim günü yola çıktık.

 

Ve güzel şeyler geldi…

 

***

 

14 Ekim 2018, bir Aberdeen pazarı. Bölgesel lig karşılaşması için üniversite basketbol takımından takım arkadaşlarım kapımın önüne gelmişti. Park edecek yer yoktu ve acele etmem gerekiyordu. Portlethen’de daha sonra finalde karşılaşacağımız tecrübeli Portlethen Pumas’a karşı maçımız vardı. Çantamı kaptığım gibi merdivenlere fırladım. Maça zar zor yetiştik ama bayağı iyi oynadık. Skor 38-80‘di ve 80 sayının içerisinde ufak tefek bir katkım vardı. Soyunma odasındayken ev arkadaşım Necat beni arayıp anahtarım olup olmadığını sordu. Dışarıda kaldığımızı anlamıştım.

 

Necat da ben de spor maksatlı evin dışına çıkarken ev anahtarı almayı akıl etmemiştik. Aberdeen’e akşam vakitlerinde döndüğümde Necat kapının önünde beni bekliyordu. Evi kiraladığımız ve ofisleri alt katta olan emlak şirketi ertesi sabaha kadar kapalıydı. Başka çare olmadığına kanaat getirip Senalp’ın yurt odasına doğru yola çıktık. Ertesi sabaha Tabella ilk kez çıkacaktı ve benim bilgisayarım içerisindeki tüm yazılarla beraber evde kilitli kalmıştı.

 

Yazılardan siteye yüklemediklerimi baştan toparladım. Senalp’ın bilgisayarını iki editör olarak dönüşümlü kullanıyorduk. Doruk, Mehmet ve Mert’e telefon yoluyla bağlıydık. Aslında bugün Tabella’yı Tabella yapan kararların yarısını o gece o telefon görüşmesinde almış olabiliriz.

 

18 yazı, yazar profilleri ve sosyal medya hesaplarının tamamlanması saatler aldı. Orasının saati ile 6.00’da site açılacaktı. 5.58’e kadar bir şeyleri düzelttik. Site açıldı, biz siteyle yeniden buluştuk. Tabella ilk nefesini aldı.

 

Artık vardık.

 

***

 

15 Ekim 2018, bir Dünya pazartesisi. Sabah emlak şirketinin çalışanları gelir gelmez yedek anahtarı alıp eve girdik. Necat biraz Senalp’ın yatağında uykusunu almıştı. Bense hiç uyumadan duşumu aldım, okula doğru yola çıktım. Sabah dersim vardı ne de olsa.

 

Ondan sonra hayat eskisi gibi olmadı zaten. Ki hayat zaten hiç eskisi gibi olmaz.

 

Haftalarca pazar gecesi uyumadım, pazartesi sabahını bağlayıp okula gittim. Yazıların okunuşunu takip ettim. Yazarların gelişimini gördüm. Her satırlarını okudum. Haftalar aylar oldu, aylar da yıllar…

 

Uykusuz geçirdiğim yüz elli sekiz pazar gecesi, yazdığım yüz elli sekiz yazı ve yüz elli sekiz Tabella sayısı…

 

Bir şeyler yaptık.

 

***

 

18 Ekim 2021, bir Lefkoşa pazartesisi. Yayına dakikalar var. Bu son sayıdaki tüm yazılar okunmuş, düzeltilecek yerler düzeltilmiş, öğrenecek şeyler öğrenilmiş, ağlanacak yerlerde de ağlanılmış. Bitirebilirsem bu son yazı ile beraber 1113 yazı ile bir maceranın sonuna gelinmiş…

 

Yüz elli sekiz hafta boyunca bana bu zevki yaşama şansı verdiğin için teşekkürler Tabella.

 

Derin uykudan uyandırdığın, ayakları üzerine getirdiğin ve iplerini eline almak için mücadeleye koyduğun bizler için teşekkürler.

 

Arkadaşlarımı okuma şansı verdiğin, sesimiz olduğun, bizim olduğun, var olduğun için teşekkürler.

 

Hayatıma kattığın ve değerini asla anlatamayacağım herkes ve her şey için sonsuz teşekkürler.

 

Başta editör olarak görev yapmış kardeşlerim olmak üzere Tabella’ya katkı koyan ve Tabella’yı Tabella yapan herkese sonsuz teşekkürler.

 

158 hafta önce Ön Söz içinde dediğim gibi, bizlere umut olduğun için sonsuz teşekkürler…

 

Bizim umudumuz var.

 

***

 

Bu Tabella ne olursa olsun aşağıya inmeyecek. İçimizde, aklımızda, emeğimizde Tabella ruhunu yaşatmaya devam ettiğimiz sürece Tabella yukarda olmaya devam edecek. Ve ileriyi gösterecek, daima ileriyi.

 

Fuat’ın da dediği gibi Tabella büyüdü ve biz de büyüdük. Artık ilerleme zamanı.

 

Bir araya gelebilmiş bu kadar değerli birey ile çok daha güzel şeyler üretme zamanı.

 

Daha mutlu olamam…

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir