“I’m Thinking of Ending Things” Kanadalı yazar Iain Reid’in aynı adlı romanından uyarlanmış psikolojik bir drama olarak 4 Eylül 2020’de seyirci ile buluşmuştur. Başrollerini Jesse Plemons, Jessie Buckley, Toni Collette ve David Thewlis’in paylaştığı film, Charlie Kaufman tarafından yönetilmiştir. Kaufman “Eternal Sunshine of the Spotless Mind”da olduğu gibi bize yine çok farklı, çok alışık ama bir o kadar da yabancı birçok duyguyu aynı anda hissettirmeyi başarmıştır. Ben filmi üç defa izleyip, neredeyse üzerine 2 hafta düşünüp ancak yazmaya cesaret edebildim. Çünkü hikâye bende sanki her gün sevdiğim bir yemeği yiyor ve bunun farkında olmuyormuşçasına bir his uyandırdı.
Film Jake’in ailesini ziyarete gidişi, orada yaşanılanlar ve geri dönerken gelişen olaylar etrafında şekilleniyor. Film hakkında en çok şaşırdığım şey, bir mekân ya da zaman konseptinin içinde kısıtlı olmayışı. Geçmişle iç içe yürüyen hikâye, Jake’in anne ve babasının yaşlanıp gençleşmesi ile tek bir geceyi kapsamakta. Yolculuk sırasında ve Jake’in ailesinin evinde iken, Lucy sürekli geri dönmek zorunda olduğunu, orada çok geç saatlere kadar kalmak istemediğini söyleyip durdu. Buradaki çağrışım bence çok net; Lucy aslında orada olmayı çok da istememekte ve gerçek hayatına dönüp kendini bu yoğun duygusal ilişkiden çıkarmak amacında. Kendisi Jake’e göre daha yüzeysel ama daha şimdiki zamanda yaşayan bir karakter. Belki de Lucy diye hitap edilen karaktere zaman zaman Lousia, Lucia ve Ames diye de hitap edilmesi buna yapılan bir eleştiridir. Hâlbuki Jake, geçmişin yaratmış olduğu travmaları ile eve her gidişinde biraz biraz yüzleşmekte. Anladığım kadarıyla.
Jake’in anne ve babası ile net bir sıkıntısı mevcut. Ben bunu bahsettiğim çocukluk travmalarına bağlıyorum. Fakat bu noktada Lucy bir şekilde olay örgüsüne sarmalanmış durumda. Jake sürekli bir şekilde geçmişi ile mücadele ederken Lucy sürekli kaçma ve uzaklaşma arzusunda. Çünkü ilişkileri sadece iki haftalık bir geçmişe sahip ve belki de Lucy bunun için emek vermenin anlamsız olduğunu düşünüyordur. Lucy’e yüzeysel demekle hata ediyor muyum çok emin değilim ama o, durgun bakışları, sosyal anlamdaki toparlayıcı rolü ve de ortam ısıtma çabaları ile belli ki arka planda bir yüzleşme ile karşı karşıya. Kendi hayatı ile ilgili bir karar alma, çıkarım yapma çabası içinde olduğunu görüyorum fakat bu onun değil, Jake’in hikâyesi. Karakterin, kendisine hikâyede yer bulamayışına bir öfkesi olduğunu sezinliyorum. Belki bu yüzden de kasıtlı bir biçimde yüzeysel oluyordur.
Geri dönüş yolunda yedikleri dondurma ve orada servis yapan kızlar ise çok sağlam bir metafor barındırıyor. Dondurma Jake’in zorla Lucy’i bu ilişkinin içine çekmeye çalışmasını, garson kızlar ise Jake’in her bir majör hissinin karşılığını yansıtıyor. Fakat dışa vurum olarak en dışlanmış, en yalnız ve fiziksel olarak da güçsüz olanıyla haşır neşiriz hikâyede. Dondurma servisini de bu kız yapıyor. Jake, garson kızlardan çok rahatsız olup arabaya saklanıyor. Daha sonra Jake her nedense kendi lisesinin önünden geçmek istiyor ve yol değiştiriyor. Olaylar daha da garip bir hâl alıyor buradan itibaren ve film Jake’in okulun amfisinde Nobel Ödülü almasıyla sona eriyor.
***
Jake çok ilginç bir karakter ama yalnız başına. Bu yalnızlığını sanırım Lucy ile paylaşmak istemiş olacak ki Lucy’i kendi geçmişine çekmek, onunla orada yüzleşmek istiyor. Bir zorlama var ve bu hayali bir taciz boyutunda. İkili romantik ilişkilere bir gönderme yapıldığı çok açık ve bu filmde, geçmişiyle yüzleşemeyen bir adamın kendi kendine yaratmış olduğu garip bir zamansızlık ve mekân yoksunluğu paradigması üzerinden var olma çabasını gözlemliyoruz.
Hikâyenin başladığı sokak, yolculuk, çiftlik evi, arabanın içi, hepsi mekânsal anlamda çok durgun ve sade. Beni en çok etkileyen ise araba yolculuğu sırasında yağan kar ve onun vermiş olduğu korku hissi. Bomboş ve bembeyaz bir sonsuzluk gibi gösterilmiş. Araba sürekli ilerliyor ve Jake de yola çok hâkim. Hepsi çok ilginç ve üzerinde hâlâ düşündüğüm çağrışımlar bunlar.
Bazı filmlerin bizleri bu kadar düşündürmesi ve üzerine yazı yazdırması aslında ne kadar hoş. Bize yansıtılan hikâyeler yeterli gelmiyor ve her zaman daha fazlasını arıyoruz. Bu film benim için tam olarak da böyle bir deneyim oldu. Tatlı bir yorgunluk üzerine izlenilecek ve kafayı takıp üzerine gece mesaisi yapılacak bir film…
Fotoğraf için tıklayınız.