Bir Seçim Sürecinin Düşündürdükleri: Bu Değişim Nasıl Gelecek?

2020 ilginç bir yıl oluyor. 10 Mart’ta ilk COVID-19 vakasının görüldüğü günden bu yana, hiçbir şey aynı değil. Tuhaf bir yaz dönemi geçirdikten sonra su ve pandemi krizlerinin yaşandığı ilginç bir eylül ayı yaşadık. Ekonomik krizi saymıyorum bile. Tüm bu sıra dışı zamanlardan geçerken, bir de öncelik sırasında üste çıkmakta uzun süre zorlanan bir Cumhurbaşkanlığı seçimimiz var. Seçim, son haftaya girmemize rağmen koronavirüs, su ve ekonomik kriz gibi yaşamsal meselelerden ve yıllardır değişmeyen düzenin getirdiği bıkkınlıktan dolayı halkın gündeminde pek üst sıralarda değil. Her ne kadar, hafta sonuna yaklaşırken seçim bahsi biraz daha üst sıralarda konuşulacak olsa da ciddi bir heyecanın olacağını sanmıyorum. Yine de seçim gündeminden yola çıkarak birkaç düşüncemi sizinle paylaşmak istiyorum.

 

Birinci kısım: Perşembenin gelişi, çarşambadan bellidir.

Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir misali, bu seçimin Türkiye karşıtlığı/yandaşlığı üzerinden yürüyeceği son iki senedir net bir biçimde ortadaydı. Bir aday, Türkiye desteğini öne çıkararak oy isterken ötekisi Türkiye’nin istemediği kişi olarak lanse ediliyor. Bazı adaylar ise daha akılcı politikalar, içi dolu öneriler yapsalar da, maalesef geçmişten gelen duygular, ön yargılar ve belli başlı algılar daha çok ilgi görüyor. Konjonktür öyle gösteriyor ki, seçmen son 40 senenin bayat tartışmaları üzerinden hareket ederek kararını verecek. Türkiye’nin desteklediği veya karşı olduğu adaya oy verecek olanlar aynı reaksiyonel ve varlığını korumak isteyen dürtüyle oy verecekler. Ancak bu reaksiyonel dürtü maalesef yarını inşaa eden bir anlayış barındırmıyor. Dolayısıyla, 2025 seçimlerinde de benzer konuları konuşacağız demek çok da abartı sayılmaz.

 

İkinci kısım: Bu düzen nasıl değişir?

Cumhurbaşkanlığı elbette sembolik bir makam değildir ancak ülkenin geleceğini esas etkileyen ve yetkili olan kurum Bakanlar Kuruludur. Cumhurbaşkanlığı etkili bir dışişleri ve diplomasi makamı olabilir. Ancak, başkanlık ettiğiniz devlet, vatandaşları tarafından dahi saygı görmüyorsa ortada ciddi bir sorun vardır. Cumhurbaşkanı olacak olan kişinin üstün diplomasi bilgisi olsa dahi, uluslararası toplumda etkili olabilmek için önce içeriden saygı görmek ve dışarıdan da saygı duyulabilecek bir yapı oluşturmak gerekir. Bunun için de yetkili ve etkili olabilecek olan kurum Bakanlar Kuruludur, yani hükûmet. Hükûmeti oluşturan ise, meclistir.

 

Peki içeride ve dışarıda saygı duyulan bir yapıyı nasıl yaratabiliriz?

 

Birinci adım, kendi kendimize saygı duymaktır. Üzerinde yaşadığımız kara parçasının güzelliklerine ve sayılı başarı hikâyelerine sahip çıkarak başlayabiliriz mesela. Daha sonra, memlekette görmek istediğimiz değişimin kendisi olmalıyız. Siyasi partilere iş bulma kurumu gibi yaklaşmamalıyız. Milletvekilliği seçimlerinde tanıdığa oy verme, bölgeliye oy verme yerine kim/hangi parti daha iyi iş yapar ve hangi kadrolar bu memleketi daha ileriye götürebilir sorusunu düşünerek karar vermeliyiz. Tanıdık olmadan da işlerin çözülebileceği bir sistem kurulması için baskı unsuru olmalıyız.

 

Gelinen nokta da iyi yönetim ve statükoyu yıkma sözü verenlerin dahi seçim öncesi geçici işçi istihdamları yaptığı bir noktadayız. Ne kadar üzücüdür ki, bu sistemin değişmeyeceği düşüncesi ve kısır bir döngü etrafında yaşanan kaderimizin aynen devam edeceği hissiyatı gün geçtikçe daha da güçleniyor. Bu gidişatı tersine çevirmek ancak samimi bir şekilde yepyeni bir düzen talep ederek mümkündür. Sadece talep etmek yetmez, bu konuda ısrarcı olmak da gerekir. Aynı zamanda, ilkelerden taviz vermemek gerekir.

 

Bazılarınıza çok uzak ve imkânsız bir hedef olarak gözükebilir bu söylediklerim. Ancak tüm bunlar sadece bizim irademize dayalı olan mevzulardır. Sahip olduğumuz devleti ve coğrafyayı daha iyi yönetmek bizim elimizdedir. Yeter ki sahip çıkalım ve isteyelim.

 

Sonuç olarak anlatmak istediğim şey, Cumhurbaşkanlığı makamının ülkeyi değiştirmek konusunda yeterince güçlü bir makam olmadığı ve esasen meclis ve hükûmet düzeyinde güçlü kadroların olması gerektiğini söylüyorum. Bunun olması için de, adayların tanıdık veya bölgeli olma esasına göre değil de liyakatlerine ve vizyonlarına bakarak oy verme alışkanlığını geliştirmemiz gerekiyor.

 

Yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçim süreci, aklımdan bu düşüncelerin geçmesine vesile oldu. Çünkü, propaganda kampanyalarına baktığım zaman tüm adaylar yepyeni bir ülke ve düzen sözü veren ütopik kampanyalar yapıyorlar. Yanlış anlaşılmasın, Cumhurbaşkanlığı elbette önemli bir makam ancak sistemi değiştirecek ve saygı duyulacak bir cumhuriyet kurabilecek olan esas güç ve irade Bakanlar Kurulundadır. Saygı duyulan bir cumhuriyet oluşturmadığımız koşullarda, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda kimin oturduğu ancak kısıtlı etki ve fark yaratabilir.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir