Anayasal Kriz: Yürütme Uzun Süre Askıda Kalabilir

Başbakan Ersin Tatar’ın 23 Ekim Cuma günü Cumhuriyet Meclisi önünde ant içerek Cumhurbaşkanlığı görevine resmen başlamasının ardından bu ana kadar yürüttüğü Başbakanlık görevi ile ilgili ciddi bir sıkıntı da doğmuş oldu. Ufak gibi gözüken ancak pratikte tüm yürütmenin işleyişi ile doğrudan alakalı olan bu durum bizleri seçimin ve pandeminin getirdiği krizin hemen arkasında çok problemli bir anayasal kriz ile karşı karşıya getirdi.

 

Cumhurbaşkanlığı görevine başlamasıyla milletvekilliği son bulan Ersin Tatar’ın Başbakanlık görevine de devam edip etmediği, eğer etmiyorsa bu durumda hükûmetin istifa etmiş sayılıp sayılmayacağı, etmişse de yerine yeni bir hükûmet kurulması söz konusu olup olmayacağı gibi uzadıkça uzayan bir hukuki tartışma içerisindeyiz.

 

Cumhurbaşkanı Ersin Tatar Türk Ajansı Kıbrıs’a verdiği mülakatta Başbakanlık görevinin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle düştüğünü ve bu nedenle kendisinin herhangi bir vekâlet vermesinin mümkün olmadığını iddia etmişti. Bu paralelde Barolar Birliği Başkanı Hasan Esendağlı da Kıbrıs Postası’na yaptığı açıklamada “Ersin Tatar’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ve bu göreve başlaması ile başbakanlık sıfatı sona ermiştir” ifadesini kullanmıştır.

 

Eğer Başbakanlık görevinin boş (vacant) olduğunu kabul edersek ortada çok ciddi bir anayasal kriz söz konusudur. Bunun sebebini Sayın Esendağlı bir Başbakan olmaksızın Bakanlar Kurulunun da görevde olamayacağını belirterek açıklar. Bu durumun hukuken geçerliliğini değerlendirmeden önce ilgili Anayasa maddelerini ve benzer durumları incelemek gerekir.

 

Bu durumun kopyası olabilecek iki durum 2005 ve 2010 yıllarında görevdeki başbakanlar olan Mehmet Ali Talat ile Derviş Eroğlu’nun Cumhurbaşkanlığına olarak seçilmesi sonucu ortaya gelmiştir. İki örnekte de Talat ve Eroğlu yeni görevlerine başlamadan hemen önce görevdeki cumhurbaşkanlarına hükûmetin ve kendilerinin istifasını sunmuş, kendilerinin yerine de bir diğer bakanı vekâleten Başbakanlığa atamalarını önermiştir. 2005 yılında Mehmet Ali Talat’ın yerine Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş, 2010 yılında ise Derviş Eroğlu yerine (bir Başbakan Yardımcısı bulunmamasından cihetle) Dışişleri Bakanı Hüseyin Özgürgün Başbakan Vekili olarak yeni hükûmet kurulana kadar görev yapmışlardır.

 

Not düşülmesi gerekir ki şu anda bir Başbakan Yardımcısı görevde olsa dahi bu sembolik bir görevdir ve hukuken diğer bakanlardan farklı bir anlam taşımaz. Yani Başbakan Yardımcısı, Başbakan’ın yokluğunda otomatik olarak Başbakanlığa vekâlet edemez, bu göreve aynı diğer bakanlar gibi atanır. Yani Sayın Kudret Özersay görevine devam etse de otomatik olarak Başbakanlık görevine devam etmez. Buna karşın teamüller bir başbakanın görevini yapamayacağı hâllerde bu göreve eğer uygunsa yardımcısının vekâlet etmesini söyler. YDP Genel Başkan Yardımcısı ve Avukat Enver Öztürk’ün iddia ettiğinin aksine Başbakan Yardımcısı’nın partisi hükûmetten desteğini çekmiş olsa da bakanlık görevleri bu görevden alınana kadar hâlen devam etmektedir. Bu da görevde bir Başbakan Yardımcısı’nın bulunduğu anlamına gelir. Başbakan’ın vekilliği kendisine vermeme hakkı hukuken saklı kalmak kaydıyla teamül gereği doğru adım budur.

 

Bu tarz vekâletler sadece Başbakanlık için değil tüm bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı ve Cumhuriyet Meclisi Başkanlığı gibi devletin devamlılığını esas alan tüm görevler için gereklidir ve yapılmaktadır. Anayasa da bunu zorunlu kılar. Anayasa Madde 108(3) “Açık olan bakanlıklarla izinli veya özürlü olan bir bakana, diğer bir bakan geçici olarak vekillik eder. Ancak, bir bakan birden fazla bakana vekillik edemez.” şeklinde hükmeder. Yani eğer Başbakanlık “açık” olacaksa bir bakanın ona muhakkak vekillik etmesi gerekir. Bugüne kadar yurt dışı, istifa veya göevden alma gibi durumlarda geçici yahut kalıcı bir şekilde bir bakanlığın açık olması söz konusu olduğu surette muhakkak bir başka bakanın (birinci ya da ikinci tip) vekâleti söz konusu olmuştur.

 

Ersin Tatar tarafından yapılması gereken Cumhurbaşkanlığı görevine başlamadan önce hükûmetin istifasını Mustafa Akıncı’ya sunmak ve bununla beraber kendinin de yerine geçici olarak birinin vekâleten göreve devam etmesini önermekti. Ancak Ersin Tatar ne hükûmetin istifası ne de kendi yerine birinin atanması hususunda bir adım atmamıştır. Bu da ciddi surette görevi kötüye kullanma anlamına gelir. Ersin Tatar, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Başbakanlık görevinin düştüğünü iddia etmektedir ancak bunun gerçeklik payı yoktur. Peki Başbakanlık görevi hangi noktada düşmüştür ya da düşmüş müdür? Bu çok ciddi bir tartışma konusudur.

 

Anayasa Başbakanlık görevinin hangi şartlarda sona ereceği konusunda açık değildir. Bir başbakan ya da bir bakan görevinden çekilse (istifa etse) dahi kendisinin yerine yeni biri görevi alana kadar görevine devam etmekle mükelleftir. Hatta bazı durumlarda bu isteksizce dahi yaşanabilir. Örneğin 12 Aralık 1978’de Mustafa Çağatay tarafından kurulan hükûmette Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak atanan Hasan Murat bu görevi kabul etmemesine karşın istifası kabul edilene değin 14 Aralık 1978 gününe kadar hukuken bu görevde kalmaya devam etmiştir. Bunun sebebi gereken düzenleme yapılana değin kendisinden önce görev yapan bakanın görevi sonladığı ve henüz bir başkasının bu görevi yürütemeyeceği söz konusu olduğu için bir bakanlığın boş kalamayacağı prensibinden gelir.

 

Yeni hükûmet sistemine geçilmeden önce idare hukuku konusunda parallellikler çizdiğimiz Türkiye Anayasası bazı konularda örnek alınabilir. Başbakanlık görevinin genellikle hangi şartlarda sona ereceğini Kemal Gözler’in prensipleri ile açıklamak mümkündür. Gözler, Başbakanlık görevinin sona ereceği hâllere “Cumhurbaşkanı seçilmek” başlığını da ekler. Özetle Cumhurbaşkanı seçilen bir kimsenin milletvekilliğinin sona ereceğini ve milletvekilliği sona ermiş bir kişinin başbakan olarak görev yapamayacağından bahseder. Hâlbuki usulde, özellikle 2002 yılında bunun tam olarak da böyle olmadığı gözlemlenir. Başbakan Bülent Ecevit veya kabinesinden kimse 2002 seçimlerinde milletvekili seçilemez. Yeni dönem milletvekillerinin 14 Kasım 2002 tarihinde göreve başlamasıyla da eski milletvekillerinin görevi son bulur. Yani Bülent Ecevit 14 Kasım 2002 tarihinde Başbakanlığa devam ederken milletvekili görevini kaybeder. Bu sırada da Abdullah Gül tarafından yeni hükûmet kuruluş aşamasındadır. Ancak bu hükûmetin resmen göreve başladığı 18 Kasım 2002 tarihine kadar Ecevit hükûmeti göreve, Bülent Ecevit de Başbakanlığa devam eder. Yani aslında usulde milletvekili olmayan bir kimsenin Başbakan da olamayacağı iddiası tam olarak da doğru değildir. Evet, Başbakanlık görevine bir milletvekilinin getirilmesi gerektiği Anayasa’dan çıkarılabilecek bir sonuçtur. Ancak o kişinin milletvekilliğinin sona ermesi Başbakanlık görevinin de sona ereceği anlamına gelmez.

 

Kaldı ki örneği henüz olmasa da şu şekildeki bir hayali durumda da Başbakanlığı milletvekili olmayan birinin sürdürmesi söz konusudur: Bir milletvekilinin Başbakan olduğu ancak bütün kabinenin meclis dışından atandığı durumlarda (örneğin 2013’te kurulan Siber hükûmeti) Başbakan’ın görevini ifa edemeyeceği durumlarda kendisinin yerine vekillik edebilecek tüm bakanların aslında milletvekili olmaması ve birinin bu görevi almak durumunda olması, geçici olarak da olsa milletvekili olmayan birinin Başbakanlık yapmasıyla sonuçlanacaktır.

 

Burada 5/1976 Seçim ve Halkoylaması Yasası Madde 144(1) “İhtiyar heyeti üyeliği, muhtarlık, belediye meclisi üyeliği, belediye başkanlığı, milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinden herhangi ikisi aynı kişide birleşemez.” şeklinde hüküm verir. Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı görevi ile milletvekilliği görevinin birleşemeyeceği kesindir. Ancak Cumhurbaşkanlığı görevi ile Başbakanlık görevlerinin birleşemeyeceğine dair herhangi bir hüküm yoktur. Bu iddia ancak Başbakanlık görevinin “Cumhurbaşkanlığı ile bağdaşmayan bir görev” olduğu iddiası ile söz konusu olabilir. Her ne kadar bunun doğruluğuna katılsak da özellikle geçiş dönemlerinde bu gibi durumlara ilişkin bazı farklılıklar da doğabilir. Örneğin bir Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın özel bir şirket yöneticiliği görevini aynı anda yapması olanaksızdır çünkü bu diğer görevleri ile bağdaşmayan bir görev olur. Ancak bu kişinin örneğin Cumhurbaşkanlığı görevini aldığı anda özel görevinin boşa çıkacağı söylenemez. Fiilen bu görevi yapmasa ve kararlar almasa dahi ilgili şirketin tüzüğü gereği belli başlı değişiklikler yapılmadan evvel ilgili kişi hukuken iki göreve de devam eder. Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık görevleri için de söz konusu olan durum zannımca budur. Örnek olarak Yüksek Seçim Kurulunun 8/1994 sayılı kararı şöyle der:

“Seçime katılıp da seçimi kazanan bir kişinin seçimle iş başına geldiği göreve ek olarak seçimden önceki işini de yürütüp yürütemeyeceği hususunun ilgili kişinin seçimle iş başına geldiği görevin niteliğine ve ayrıca seçimden önceki işinin niteliği ile bu işi düzenleyen mevzuatın buna izin verip vermemesine bağlı olduğuna ve bu nedenle bu safhada sorulan soruya kesin bir yanıt vermenin mümkün olmadığına oybirliği ile karar verildi.”

 

Eğer bir görevin Cumhurbaşkanlığı görevi ile bağdaşmadığı fikri varsa ancak bunun hakkında ilgili bir mevzuat ya da bir mahkeme kararı gösterilmesi gerekir. Aksi durumda ilgili mesele havada kalır. Bunları göz önünde bulundurarak Ersin Tatar’ın Cumhurbaşkanı olması ile Başbakanlık görevi otomatik olarak boşa çıkmamıştır. Yani Ersin Tatar fiilen başbakan olmasa da hukuken başbakandır. Başbakanlık görevinin sona ermesi için ya kendisinin vefatı ya da kendisi yerine aslen yahut vekâleten birinin atanması gerekir.

 

Eğer Başbakanlık görevinin sona erdiğini varsayarsak işler daha da karmaşıklaşır. Böylelikle tarihte hiç görülmemiş bir şekilde bir bakanlığın boş kaldığı fikri ortaya çıkar. Bu da tam olarak bir kaos demektir. Başbakansız kalmış bir Bakanlar Kurulunun meşruluğu hatta esasen varlığı ciddi surette tartışma konusudur. Kaldı ki bu noktadan sonra herhangi birine vekâlet de vermek mümkün olmayacaktır çünkü asaleten yahut vekâleten bir bakanın atanabilmesi için Başbakanlık görevini yapan birine ihtiyaç vardır. Eğer bu bağlamda Cumhurbaşkanı olarak Ersin Tatar’ın bir imza koyması söz konusu olursa bu yetki gaspına girer. Yetki gaspı, devlet ya da idarede yetkisi bulunmayan birinin yetkisi dışında adım atması olarak açıklanabilir. Bu çok ciddi bir hukuki sorundur.

 

Bir Başbakan ya da Başbakan Vekili olmaksızın Bakanlar Kurulu kendi başına toplanamaz. Bakanlar Kurulu üyelerinin alacağı kararlar Resmî Gazete’de yayımlanamaz. Başbakanlığın cari işlemleri adına imza konulamaz. Kısacası “işgüder” sıfatıyla da olsa yürütmenin günlük işleri yapması mümkün olmaz. Efektif olarak devletin yürütme ayağı askıya alınmış olur. Cumhurbaşkanı’nın Başbakan istifası olmaksızın bir kabineyi nasıl görevden alacağı dahi tartışma konusu olur. Yani mevcut Bakanlar Kurulunun görevden alınması için gerekli olan Başbakan imzası söz konusu olmaz. Bu durumda Bakanlar Kurulu toplanamadığı için bakanların kendi arasında karar alması dahi tartışmalıdır. Bakanlar Kurulu toplanabilirse aslında kendi arasında birine yetki vermesi mümkün olabilir. Kıbrıs Cumhuriyeti döneminden kalma 23/1962 sayılı Bakanlar Kuruluna veya Bir Bakana veya Cumhuriyet Dahilinde Bağımsız Bir Memur veya Başka Bir Makama Ait Olan Yasal Görevlerin Bir Bakana veya Cumhuriyet Dahilinde Başka Uygun Bir Makama Devredilmesine Yetki Veren Yasa Madde 3(2) şöyle der:

“Her hangi bir yasa veya âmme enstrümanı gereğince bir Bakan veya Cumhuriyetin bağımsız bir memuru veya Cumhuriyet dahilinde başka bir makamın, her hangi yasal bir görev görmekle yetkili kılınması halinde, bu gibi Bakan, Bağımsız Memur veya makam, Yasa ile açıkça men edilmedikçe, bu gibi Bakan, Bağımsız Memur veya makamın yetki sahası dahilinde uygun her hangi bir hizmette uygun bir görev sahibi her hangi bir şahsı, bu gibi Bakan, Bağımsız Memur veya makam adına, bu gibi yasal görevleri görmek maksadıyla, Bakan, Bağımsız Memur veya makamın, yetki verme yazısında tâyin edeceği şart, istisnai hal ve kayıtlara tabi olmak şartıyla, yazılı olarak yetkili kılabilir.”

 

Yani özetle eğer Bakanlar Kurulu toplanabilirse 23/1962 sayılı yasanın yukarıdaki maddesi uyarınca istisnai bir durum mevzubahis olduğundan herhangi başka bir bakana Başbakanlık yetkileri geçici olarak tahsis edilebilir. Bakanlar Kurulunun toplanması içinse tek formül olarak Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Anayasa Madde 107(4)’e istinat ederek gerekli gördüğü bir hâli öne sürüp toplantıya çağırması mümkün olabilir. Sayın Tatar’ın ve Sayın Esendağlı’nın Bakanlar Kurulunun bir Başbakan olmaksızın işlevsiz olacağına dair tedirginliği ise dikkate alınması gereken bir meseledir. Eğer ortada hukuken bir Bakanlar Kurulu yoksa bu sefer geçici de olsa karar alınması imkânsızlaşır. Bu durumda Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın herhangi bir istifa beklemeksizin resen olarak birini yeni hükûmeti kurmakla görevlendirmesi ve geçici de olsa bir listeyi onaylayıp güvenoyuna sunması gerekir. Bu meselenin çözümü için Ulusal Birlik Partisinin genel başkan belirleme sürecini beklemek çok uzun bir süredir. 7 Kasım günü sonuçlanması beklenen sürecin hemen ardından en az yaklaşık bir hafta da partiler arası koalisyon görüşmelerinin yürütülmesine vakit ayrılması gerekir. Buna ek olarak UBP’nin olağanüstü kurultay toplantısını bu kadar kısa sürede yapmasının da 49/2015 Siyasal Partiler Yasası’na uygun olmadığı tartışılabilir. Madde 5(3)’e göre ilgili yasa şöyle hükmeder:

“Siyasal partiler üye listelerini olağan ve olağanüstü genel kongrelerinden en az bir ay önce Yüksek Seçim Kuruluna sunarlar. Yüksek Seçim Kurulu aynı anda birden fazla siyasal partiye üye olan kişilerin üyeliğinin düştüğünü ilgili siyasal partilere bildirir. “

 

Yani Ulusak Birlik Partisi eğer bir olağanüstü genel kongre yapmak istiyorsa bunu bir ay önceden Yüksek Seçim Kuruluna bildirmek zorundadır. Bunun gerçekleşmediğini varsayarsak zaten ilgili kurultayın yasal olarak yapılıp yapılmadığı tartışma konusu olmakla beraber bu sürecin uzama ihtimali de gözden kaçırılmamalıdır.

 

Özetle Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın Başbakanlık görevinin otomatik olarak sona erdiğini gösteren herhangi bir mevzuat olmamakla beraber bu görevin boşa düşmesinin yaratacağı sıkıntıların büyüklüğü göz önüne alınarak kendisinin hukuken bu göreve devam ediyor olduğu kabul edilmeli ve özellikle bugün yapacağı yurt dışı ziyaretinden evvel Başbakan Vekili olarak bir diğer bakanı (usulen Başbakan Yardımcısı’nı) görevlendirmelidir. Aksi hâlde yürütmenin üç haftayı aşkın bir süre askıda olması ve böylece hukuken çok ciddi problemlerin vuku bulması ihtimal dâhiline gelecektir.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir