Kuzey Kıbrıs COVID-19 Aşısı Stratejisini Bir An Önce Belirlemeli

Gerek Pfizer/BioNTech, gerekse Moderna şirketlerinin yaptığı açıklamalarda ilk sonuçlara göre geliştirdikleri COVID-19 aşısının %90’dan fazla etkililiğe sahip olduğunu bildirmeleri, bilim insanlarının umduğundan çok daha etkili şekilde pandemiye son verme şansıyla bizi baş başa bıraktı.

 

Bu noktada, aşıların klinik onay sürecini tamamlayıp piyasaya sürülmesi ve üretilip dağıtılması süreci sınırlayan faktörler olarak ortaya çıkıyor. Bahsi geçen iki aşının toplamda 2021 yılı içerisinde ancak 1 milyar kişiyi aşılamaya yetecek kadar üretilebileceği öngörülüyor. Aşılara erişim için büyük bir küresel rekabeti tetiklemiş bu durumda, Kuzey Kıbrıs’ın küresel sıraların önlerinde yer aldığından emin olması ve adaletli bir aşı dağıtımını sağlaması için bir an önce bir aşı stratejisi belirlemesi gerekiyor.

 

Bu stratejiyi esasen üç parçaya bölebiliriz: Aşı temini, aşı dağıtımı ve halkla ilişkiler.

 

Aşı temini

Kısaca: Aşıyı nasıl getireceğiz, hangi aşıyı getireceğiz, toplamda ne kadar aşıya ihtiyacımız olacak?

 

Kuzey Kıbrıs’ın statüsü dolayısıyla bağımsız bir devlet aktörü olarak ilaç firmalarıyla müzakere edip aşı getirmesi mümkün değil. Dolayısıyla aşının da ya Türkiye üzerinden ya da güneyden/Avrupa aracılığıyla gelmesi söz konusu olacak. Bu noktada önemli olan, ideolojik davranmaktan uzak durarak, pragmatik bir yaklaşımla en fazla aşıyı en kısa sürede insanlarımıza ulaştıracak tavrı sergilemek.

 

Bu konuda, Sağlık Bakanı Ali Pilli’nin son açıklaması, mevcut hükûmetin stratejisine dair son derece endişelendirici bir izlenim bırakıyor. Pilli’nin açıklamasına göre Türkiye Çin ile toplamda 50 milyon aşı almak üzere anlaşmış bulunmakta ve açıklamadan “belki” aralık veya ocak aylarında bunun Kıbrıs’a gelebileceği, bunun bir ay sonra netleşeceği anlaşılıyor.

 

Buradan bu konuyla ilgili Türkiye makamlarıyla ilgili net bir istişarede bulunulmadığı ve hatta Pilli’nin Türkiye’nin aşı temin anlaşmalarıyla ilgili net bir bilgi sahibi olmadığı çıkarımını yapmak mümkün. Öncelikle, Pilli’nin açıklamasında Kuzey Kıbrıs’a kaç aşı getirilebileceğiyle ilgili bir bilgi yer almıyor. Daha da kaygı vericisi, Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın açıklamalarında Çin’den 50 milyon aşı teminiyle ilgili bir bilgi bulunmuyor. Koca, Çin’den aralık ayında 10 milyon aşının temin edilmesinin planlandığını, bu planın ocak ayında iki katına çıkarılabileceğinden bahsediyor. Bunun yanı sıra, Pfizer/BioNTech aşısından aralık ayı içerisinde 1 milyon doz temin edilirken, bu sayının 2021 yılı içerisinde 25 milyon doza çıkabileceği belirtiliyor. Açıklamalar tam olarak net olmasa da, aşının etkili olması için iki doz gerektiğinden, 1 milyon dozun 500 bin kişiye yeterli olacağı bir durumdan söz edebiliyoruz.

 

Elbette ki mevcut koşullarda ülkede bir hükûmet krizi bulunması, bu konuda hükûmetin herhangi bir planlama yapmasını imkânsızlaştırmakta. Bu bağlamda, bunun siyaset üstü bir konu olduğu düşünülerek, ülkedeki tüm sağlık camiasını da içine alan bir karar alma süreciyle devam edilmesi veya konu hakkında koordinasyonu Cumhurbaşkanlığının sağlaması düşünülmelidir.

 

Elbette ki, diğer doğal alternatif de Avrupa Birliği aracılığıyla Güney Kıbrıs’ın elde edeceği ve Sağlık Teknik Komitesi koordinasyonuyla Kuzey Kıbrıs’ın yararlanabileceği aşılar. Buradaki son durumla ilgili olarak Cenk Mutluyakalı’nın Yenidüzen‘de yazmış olduğu iki yazıdan ve burada komite başkanı Dr. Cenk Soydan’ın verdiği bilgilerden faydalanabiliyoruz. Güneye gelecek olan 600.000 Oxford/AstraZeneca, 200.000 Pfizer/BioNTech ve 200.000 Johnson&Johnson aşısından en az 250.000 dozun kuzeye verilebileceğini, bu konuda bir taahhüt olduğunu bu açıklamadan anlıyoruz. Bağışıklığı sağlamak için iki doz gerekeceğinden hareketle, buradan en az 125.000 kişiye yetecek (400.000 doza kadar sayılardan bahsediliyor ki bu durumda 200.000 kişiden söz edebiliriz) bir aşı teminin yapılabileceği anlaşılıyor.

 

Bu noktada, Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın yönetiminin bu konuda yapıcı yaklaşımı sürdürmesi, aşının nereden gelirse gelsin halk sağlığı ve ekonomi açısından en kısa sürede alınmasının en önemlisi olduğunun anlaşılması çok büyük önem arz etmekte. Daha önce Mustafa Akıncı’nın güneyden ilaç teminine dair yapılan eleştirilerin, sağlığın siyasileştirilmesinin buradan uzak tutulması çok kritik. Tatar’ın pandemi hastanesini Kıbrıslı Rum hastaların kullanımına açma önerisi, bu konuda olumlu bir gösterge olarak okunabilir, bunun devamı hepimizin temennisi olmalı.

 

Hangi aşı noktasına gelecek olursak, elbette Türkiye’den ve güneyden gelebilecek aşıların farklı mahiyette olması değerlendirilmesi gereken bir nokta. Burada önemli olan nokta, Çin’in ürettiği Coronavac aşısına dair “Çin işi” denilerek güvensizlik yaratılmaması gerektiğidir. Zira bu aşı, öldürülmüş virüs preparatı olması dolayısıyla 2-8 derecede muhafaza edilebilmektedir ve bu noktada Pfizer/BioNTech aşısına kıyasla lojistik anlamda büyük bir avantaj arz etme potansiyeli bulunmaktadır. Aşının klinik etkililiğine dair ilk veriler, kasım ayı içerisinde beklenmektedir. Evrensel klinik deneme standartlarının uygulandığı bu çalışmalardan olumlu bir sonuç çıkarsa, Türkiye’den erken aşamada gelebilecek bu aşıların mutlaka reddedilmemesi gerekir.

 

Ancak mevcut aşamada, bu aşıya dair ihtiyatlı olmakta da fayda vardır. Pfizer/BioNTech aşının etkililiği hâlihazırda bilinmektedir. Oxford/AstraZeneca aşısınınsa gerek risk grubundaki yaşlı popülasyonda etkili olduğu, gerekse antikorların yanında önem arz edebilecek T hücresi adı verilen bir hücre türü yoluyla da bağışıklık sağladığı tespit edildiğinden büyük umut arz etmektedir. Çin’in Coronavac aşısına dair ise genç popülasyonlarda iyi bir antikor üretimi söz konusuyken, T hücresi bağışıklığı ve yaşlı popülasyonlardaki etkisi bilinmemektedir. Elbette ki olumlu klinik sonuçlar bu konuda yeterli olacaktır, ancak bunlar gelene dek bu aşının planlamada çare olarak görülmemesi gerekir. Kaldı ki, sonuçlarda %95 gibi iddialı rakamların yakalanıp yakalanamayacağı bilinmemektedir. Türkiye’den de temin yapılacaksa, mutlaka ilk aşamada gelecek olan Pfizer/BioNTech aşılarından da bir miktar Kıbrıs’a yönlendirilmesi konuşulmalıdır.

 

Eğer ki Pfizer/BioNTech aşısı getirilecekse, Dr. Soydan’ın da belirttiği üzere lojistik üzerine çok ciddi bir altyapı çalışması gerekecektir. Bu bağlamda Türkiye’den gelebilecek Coronavac’ın yanında güneyden daha kolay muhafaza koşullarına sahip Oxford/AstraZeneca aşısının da getirilmesi avantaj sağlayacaktır.

 

Aşı dağıtımı

Bu noktadaki diğer kritik konu, Mutluyakalı’nın yazısında da değinilen, aşının hangi sırayla dağıtılacağı meselesidir. Ülkemizdeki kayırmacılık gerçeği düşünüldüğünde, bunun aşı dağıtımına sirayet etmesi tam bir ahlaki iflas niteliğini taşıyacaktır. Bunun gerçekleşmemesi için diğer ülkeler çok ciddi önlemler almaktadır. Güneyde aşının hangi sırayla dağıtılacağına dair bir algoritma hazırlanmış olup, Birleşik Krallık’ın söz konusu sıralamasına hükûmetin sitesinden erişmek mümkündür.

 

Planlama konusundaki çok ciddi bir sıkıntı, ülkenin nüfusu ve sağlık istatistikleriyle ilgili güvenilir verilerimizde yaşadığımız sıkıntılardır. Bu verileri şimdi üretemeyeceğimize göre, DPÖ’nün var olan verilerine ek olarak güneyde yapılmış epidemiyolojik çalışmalara bakılarak varsayımlar üzerinden ciddi bir planlama çalışması yapılması gerekmektedir. Bunun yanı sıra, sürü bağışıklığının sağlanması için ülkede yaşayan sadece vatandaşların değil, tüm nüfusun %67’sinin aşılanması gerektiği unutulmamalıdır. Aşının sadece vatandaşlara değil, yeri geldiğinde ülkede kaçak yaşayanlardan öğrencilere kadar herkese erişilebilir olması gerekecektir. Ülkedeki dezavantajlı grupların korunmaması, en hassas insanlarımızın da korunmaması anlamına gelecektir.

 

Söz konusu planlama, mevcut güvensizlik ortamında kapalı kapılar ardında yapılıp üstünkörü açıklamalarla geçiştirilebilecek bir mesele değildir, aksine, toplumsal tarihimizde karşılaşacağımız en büyük toplumsal etik meselelerinden biridir. Bu konuda Tabipler Birliği proaktif bir rol üstlenmeli ancak konu hekimlerin tekelinde yer almamalıdır. COVID-19 sürecinde ülkesine destek olmuş, bu ülkenin yetişmiş bilim insanları, epidemiyologları, istatistikçilerinin yanı sıra, sosyologlar, etikçiler de bu süreçte rol oynamalı, bunun yanı sıra tercihen konuyu merkezî bir bilgi yönetimi sisteminden takip edebilecek bir altyapının kurulması sağlanmalıdır. Elde edilecek olan sonuçlar şeffaf ve gerekçeli bir şekilde kamuoyuyla paylaşılmalıdır.

 

Halkla ilişkiler

Son olarak, diğer ülkelerde ciddi bir sorun olarak baş gösteren aşı karşıtlığı hareketine karşı ülkemizde önlemler alınmalıdır. Hâlihazırda bu aşılara karşı “gen aşısı” diye şüphe uyandırıcı paylaşımlarda bulunanlar olmuştur. Bu gibi paylaşımlar ciddiye alınmalı ve halkın aydınlatılması için sosyal ve geleneksel medya üzerinden kampanyalar yürütülmelidir. Güvenilir bir kurum olarak öne çıkan Tabipler Birliğine bu konuda yük düşmektedir. Bilgilendirme kampanyalarının ötesinde, hekimler arasında aşıya dair kakofoninin oluşmaması için gerekirse aşı karşıtlığına davetiye çıkarabilecek paylaşımlara dair mesleki disiplin süreçleri işletilmelidir. Gazetecilerimiz de bu konuda uzman görüşleri doğrultusunda hareket etmeli ve yukarıda belirtildiği üzere halkta güvensizlik yaratabilecek paylaşımlardan kaçınmalıdır.

 


 

Kapak görseli için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir