Bakanlar Kurulunun Düşündürdükleri

Geçtiğimiz günlerde Ersan Saner başbakanlığında yeni azınlık hükûmetimiz onaylanmış, ve daha kabine mecliste güvenoyuna sunulmadan eleştiri oklarına maruz kalmaya başlamıştı bile.

 

Nasıl kalmasın ki zaten?

 

Bütün sürecin başındaki Ulusal Birlik Partisinin yaşadığı kurultay faciası ve “en geç 7 Aralık”ta yapılması gereken kurultayın hâlen yapılmamış olması…

 

Teknik olarak UBP’nin geçici başkanı olan kişinin bir anda başbakan olması…

 

Yeniden Doğuş Partisi sonunda hükûmette yerini almış, Erhan Arıklı’nın başbakan yardımcısı olmuş olması…

 

Arıklı ve YDP’li diğer politikacılar şiddetle aksini iddia etmelerine rağmen toplumda YDP’nin yarattığı imaj, partinin temsil ettikleri ve güttüğü politika tarzı…

 

Listeyi uzatmak çok da güç değil anlayacağınız.

 

Fakat benim yazmak istediğim konu, bütün bu eleştirilerden belki de beni en fazla düşündüren, kabinede hiç kadın bakan olmaması konusu. Büyük ihtimalle görüşlerim ne hükûmet sempatizanları tarafından, ne de toplumumuzdaki muhalif feminist kesim tarafından benimsenecek; fakat ben yine de düşüncelerimi ekrana dökmek istiyorum.

 

Öncelikle açıkça belirtmek isterim: Bence kabinede kadın bir bakan olmamasında sorun yok. Daha doğrusu konuyla alakalı sorun teşkil eden unsurlar var ama kabinede bir kadının olmaması bence bunlardan biri değil. Çünkü cinsiyetçilikten arınmış ideal bir dünyada bile olasılık yasalarına göre bakan olmaya en liyakatli bireylerin her biri erkek (veya kadın) olabilir; ve ben bir başbakan olsaydım ve bakan olarak en nitelikli bireylerin hepsi aynı cinsiyetten olsaydı hiç düşünmeden bakanları yine liyakat esasına göre seçerdim.

 

Hükûmetin büyük ortağı üstünden gidersek, ben gerçekten bazılarının aksine UBP parti yetkililerinin bilinçlice ve yıkıcı bir biçimde cinsiyetçilik yaptığını düşünmüyorum. Hatta ülkedeki ana sağ partinin bunu devamlılıkla yapmadığı, sayılı şanslı ülkelerden birindeyiz bence.

 

Üstüne üstlük şu anki kabineden UBP’li Y isimli erkeğin çıkıp yine UBP’den X isimli bir kadınla değiştirilmesinin gerçekten hangi amaca hizmet edeceğinden emin değilim.

 

Yukarıda da dediğim gibi “ideal” bir dünyada bunun lafının bile edilmesi bırakın yanlış olmayı, cinsiyetçiliğin ta kendisi olurdu.

 

Fakat işte tam da “ideal” kelimesine vurgu yaptığım bu noktada asıl söylemek istediklerime başlamak istiyorum.

 

Her ne kadar ideal dünyadaki olasılıklar en nitelikli bütün bakan adaylarının aynı cinsiyetten olabileceğine imkân tanısa da çok daha güçlü bir şekilde bu adayların cinsiyetlerinin karışık olması gerektiğine işaret etmektedir.

 

Buna ek olarak haberlerden, düşünce yazılarından, kulaktan dolma söylemlerden yola çıkarak bakan olma ihtimali verilen insanlardan bir havuz yaptığımızda bir kadın ismiyle bile karşılaşmıyoruz; bu yüzden bu noktada önceden hükûmeti savunmak için kullandığım “olasılıklar” artık daha da kuvvetlice bunun tamamen bir şans olmadığına işaret ediyor.

 

Peki ya bu neden böyledir?

 

Bir düşünelim.

 

Kahveden kahveye, kulüpten kulübe, sadece erkeklerin bulunduğu ortamlardan ortamlara dolaşıp “örgütlenen” partiler bu partiler değil midir?

 

Yine köy köy, mahalle mahalle dolaşıp o bölgeyi toparlayabilecek “alfa” bir erkek arayanlar bu partiler değil midir?

 

İdeolojileriyle değil de güce gelmeleri takdirde verdikleri iş vaatleriyle yukarıda anlattığım insanları çekip, tek derdi çarkı çevirmek olan yine bu partiler değil midir?

 

Dürüst olmak gerekirse, bu konularda sadece hükûmet partilerini hedef göstermek belki de çok doğru olmaz; çünkü küçük ve tanınmayan bir ülke olmanın yarattığı koşullardan dolayı her parti bu saydıklarımı bir yere kadar yapmak zorunda olabilir. Fakat bu tarz partilerin en büyük sorunu icraat noktasında da ülkeyi biraz olsun kendi ideolojisine doğru çekme gayesi yerine yine yukarıdaki saydığım “örgütçü” mantalitesiyle iş yapmalarıdır.

 

“En büyük sorun” diyorum çünkü siyasi partilerin kadınlara ulaşabileceği yerler hâlihazırda azken ve partilerin ideolojieri, cinsiyet veya kişilik fark etmeden her türlü insanı çekebilecek tek şeyken, içinde kadınlar olmadan döndürülmeye çalışılan o çark bile bulunduğumuz durumda ancak yarı gücüyle dönebilir.

 

Yani her ne kadar cinsiyetçi demek istemesem de, bu partilerin siyaset ediş biçiminin “erkek merkezli” olduğu aşikârdır ve bu konuda bir şeyler yapmaları şarttır.

 

Her ülke gibi bizimkinin de iş gücünün, beyninin, geleceğinin yarısını kadınlar oluşturmaktadır ve bu siyaset biçimi potansiyelimizin sadece yarısını kullanabilmemize yol açmaktadır; yani sadece Bakanlar Kurulumuz yakışıksız görünebileceğinden değil.

 

Bütün bunlardan dolayı bu partilerden -ve hatta diğer bütün partilerden de- isteğim Bakanlar Kuruluna birtakım kesimleri mutlu etme uğruna paravan kadın koymaları değil; konunun derinine inip kökünde çözüm aramaya ya da durumu iyileştirmeye çalışmalarıdır. Yazdıklarıma belki de katılmasalar bile aynaya bir kere bakıp “Ben bu ülkeden alabileceğim bütün verimi almak için elimden geleni yapıyor muyum?” diye sormalarıdır gerçek anlamda tek rica ettiğim.

 


 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir