21 Aralık 1963’te Ne Oldu?

“Yüksekte, Beşparmak Dağı’ndaki (Değirmenlik) evimizin avlusundaydım. O günlerde hayatımıza yeni giren bu kelimeyi bana annem söylemişti: ‘Türkler adanın yarısını istiyor!’. Maraş yolundan kuzeye kadar her yeri. Bizi evimizden kovmak istiyorlar. Dönüp aşağıya, gözlerimin önünde uzanan Lefkoşa-Maraş yolu boyunca, okaliptüs ağaçlarının oluşturduğu çizgiye baktım. Şimdi Taksim Hattı (Yeşil Hat).”[1]

 

Kıbrıs tarihi Kıbrıs gibi hep iki taraflı yorumlanır. Tarihi de kendi gibi bölük pörçüktür şu küçük adanın. Kuzeyde 1963-1974 arası olaylar anlatılır çoğunlukla, güneyde ise 1974 sadece… Ama tarih ne sadece 1974’tür ne de 1963-1974 arası… Yakın tarih benim için 1930 yılının ocak ayından bugüne kadar yaşadığımız süreçler, acılar ve kayıplardır.

 

Günümüze kadar uzanan bu uzun tarihî yolculuğun ise birçok miladı ve Kıbrıslılar için birçok dönüm noktaları vardır. 1931 de bir milattır, çünkü sandıklarda saklı kalan Yunan bayrakları ve Enosis pankartları bir isyan ile gün yüzüne bu tarihte çıkmıştı. 1950 de bir milattı bu ada için, çünkü yasal olmayan bir Enosis plebisiti yapılmıştı. 1960 da bir milattı, çünkü ilk defa ada bağımsızlığa kavuşmuştu. 1963 ve 1974 de birer milattır, çünkü adanın “eski” ve “yeni” Kıbrıs olmasında büyük bir rolleri vardır.

 

Kitaplarımızda bizlere hep Tahtakale’de öldürülen insanları anlatırlar. Ölen insanlar ile “yıkılan” bir cumhuriyeti dile getirirler. Güneyde ise bu olay “Türk İsyanı” olarak adlandırılır. Tüm bunları göz önünde bulundurarak tek bir soru var insanların aklında: 21 Aralık 1963 gerçekte nedir?

 

Tarih kitaplarımız çok yazmaz ama Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda en fazla mutlu ve umutlu olan ve bu duyguları meydanları doldurarak “Yaşasın Kıbrıs Cumhuriyeti!” pankartları açan Kıbrıslıtürkler olmuştur (Elbette aralarında hâlâ daha Taksim’i savunan ileri düzey siyasi elitler de mevcuttu!). Öyle ki 19 Şubat 1959 yılında imzalanan anlaşmaları kutlamak ve de Dr. Fazıl Küçük’ü karşılamak için 24 Şubat 1959 yılında çok coşkulu bir kalabalık Lefkoşa Sarayönü’ndeydi. O gösteri esnasında Dr. Küçük’ün yaptığı konuşmanın bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum:

 

“150 seneden beri devam edip giden Kıbrıs çıkmazına bugün son vermiş bulunuyoruz. Öteden beri sözümüz dinlenmez, sesimiz işitilmezken 19 Şubat’tan itibaren Kıbrıs’ta tam bir cemaat olarak meydana çıkıyoruz. Huzur içinde, efendi olarak bu adada bundan böyle kendi kendimizi idare edeceğiz.”

 

1959 yılı, Lefkoşa Sarayönü.

 

Kıbrıs Cumhuriyeti’ni dönemin Kıbrıslıtürk gazeteleri ısrarla bir federal cumhuriyet olarak yazsalar da üniter bir devletti. Cumhuriyet’te ordu konuları hariç, 7 Kıbrıslırum’a karşı 3 Kıbrıslıtürk oranı (%70-%30) vardı. Biri ortak meclis (Temsilciler Meclisi 35 Kıbrıslırum ve 15 Kıbrıslıtürk milletvekilinden oluşurdu) olmak üzere iki de ayrı cemaat meclisleri mevcuttu (Rum Cemaat Meclisi ve Türk Cemaat Meclisi). Kıbrıslırumlar için kendilerine ait cemaat meclislerinin olup olmaması pek önemli değildi, çünkü cumhuriyette çoğunluk-azınlık düzeni olması nedeni ile Kıbrıslırumlar kendi toplumları için istedikleri kararları da Temsilciler Meclisinden kolayca geçirebiliyorlardı. Fakat, Kıbrıslıtürklere ait olan Türk Cemaat Meclisi toplum adına çok önemliydi, çünkü anayasaya göre dinî, kültürel, eğitim, öğretim, ahvali şahsiye, belediye gibi alanlarda Temsilciler Meclisine danışmadan, sadece cemaat meclisince karar alabiliyorlardı ve Kıbrıslıtürk toplumuna bu kararları uygulayabiliyorlardı. Bir diğer unutulmaması gereken nokta ise Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Muavini’nin her zaman için Kıbrıslıtürk ve de veto hakkına sahip makam olması gerçeğiydi. Buraya kadar biraz Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasının önemli noktalarını hatırlatmak istedim, zira ilerleyen paragraflarda bu önemli noktaları ele alarak 21 Aralık konusunu işleyeceğim.

 

Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda ise Kıbrıslırum liderliği ve de toplumunun büyük bir kısmı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bir “haksızlık” olarak görüyorlardı. Nitekim, 1993-2003 tarihleri arasında Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan ve 1960 yılında ilk Temsilciler Meclisi Başkanı seçilen Glafkos Klerides bu “haksızlığı” verdiği mülakatta şöyle açıkladı: “Halk hayal kırıklığı içindeydi. Enosis yerine bağmsızlığa da benzemeyen bir şey elde edilmiş ve Türklere fazla haklar verilmişti. Anlayış bu idi…”

 

Bu düşüncelerin ışığında anlaşmaları yıkmak/değiştirmek için Kıbrıslırum siyasi elitler de planlar hazırlıyordu. Belki farkında değillerdi ama bu tutumları Taksim isteyenlerin bir nevi ekmeğine yağ sürüyordu. Meclis ve bakanlar kurulana baktığımızda hayatlarını Enosis ve Taksim’i halklarına vadederek geçiren insanların çoğunlukta olması da cumhuriyet için pek de iç açıcı bir durum değildi. Öyle ki çözülebilir birçok küçük sorun bile Enosis ve Taksim hayranlarının gerek mecliste gerek bakanlar kurulunda bulunmasından dolayı çözülmez hâle getiriliyordu. Kıbrıslırum toplumunun büyük bir çoğunluğunun Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “haksızlık” olarak görmesi de iş birliği ortamını daha da fazla çıkmaza sürüklüyordu.

 

Makarios ayrı belediyelerin kurulmasına karşı çıkıyor, iki taraf da ortak Kıbrıs ordusunun kurulmasına zorluklar çıkarıyor ve de her iki toplumun da silahlı örgütlerinin silahlandırılmasına göz yumuluyordu. Nitekim bu anayasal düzeni değiştirmek için tarihimizin o meşhur “13 maddelik” yasa değişikliği önerisi 30 Kasım 1963 günü Kıbrıslıtürk ve Türk tarafına sunuldu. 6 Aralık 1963’te yapılan ilk açıklamada Türkiye bu değişikliğe hayır dedi. Daha sonra uluslararası alanda da (Yunanistan dâhil) bu yasa değişikliği kabul görmedi. Bu sunulan yasa değişikliğinde yukarıda bahsettiğim ve Kıbrıslıtürkler için önemli olan bazı noktaların kaldırılması mevcuttu. Örneğin:

  1. Veto hakkının kaldırılması.
  2. Birleşik belediyelerin kurulması (Anayasaya göre beş büyük şehirde Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum belediyeleri ayrı ayrı kurulacaktı.).
  3. Rum Cemaat Meclisinin kaldırılması (ki böylece Türk Cemaat Meclisinin kaldırılması yönünde bir baskı oluşabilsin. Nitekim, Kıbrıslırum siyasiler Türk Cemaat Meclisinin kaldırılması yönünde ilerleyen yıllarda Kıbrıslıtürklere “Biz kendi cemaat meclisimizi feshettik, siz de niye kendi cemaat meclisinizi feshetmiyorsunuz?” sorusu soruldu).

 

Tüm bu gelişmelerin ardından adada gerilim daha da arttı.

 

21 Aralık en uzun gecedir, Kıbrıs’ta çok daha uzun geçti o gece. Tahtakale bölgesi istikâmetine doğru yol alan 2 Kıbrıslıtürk’ün Kıbrıslırum polislerce kimlik kontrolü yapılması sonucu kavga çıktı ve kızılca kıyamet orada koptu. Olay yerine etraftaki Kıbrıslıtürkler (halk ve polis) geldi. Argiros Theofanus isimli polis Baf Kapısı karakolundan yardım istedi ve oraya Lefkoşa Polis Komutanı Mihalakis Pantelides ve Georgios Zahariou da geldi. Diğer Kıbrıslırum polislerle birlikte silahlarını Kıbrıslıtürklere doğrultup ateş ettiler.

 

Kitaplarımız bu isimlere ve bilgiye yer verir: Zeki Halil ve Zalihe Hasan (Cemaliye) orada öldüler. Olay yerindeki Kıbrıslıtürk polisler ise Kıbrıslırum polislerin arabalarına ateş etti ve böylece tarihte ilk kez Cumhuriyet’in polisleri birbirlerine ateş etmiş oldu.

 

21 Aralık 1963 günü olay yerinden çekilmiş bir fotoğraf.

Aynı gün, saat 11.00’de tarihimizde son kez iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu toplandı ve hiçbir sonuç alınamadan da sonuçlandı. Bakanların karşılıklı iyi temenniler sunması, herkesin bilip söylediği klişeleşmiş cümleler haricinde hiçbir yeni atılım gerçekleşmedi. Söz alan bakanlar kurulundaki herkes iki toplumda da silahlı örgütlerin olduğunu, bunun sır olmadığını ve de bu örgütlerin toplumların güvenini zedeleyen unsurlar olduğunu dile getirdiler. Bunları dile getirenlerin hepsinin de o örgütlere mensup ya da bir bağlantılarının bulunması ayrı bir ironiydi!

 

Neticede o gün sadece polisler birbirlerine ateş etmediler, polisler sadece o iki Kıbrıslıtürk’ü vurmadılar. Aynı zamanda vurulan 3 yaşını yeni doldurmuş bir iki toplumlu cumhuriyetti de… Cumhuriyet’in fiilî açıdan sadece “iki toplumlu” terimi can verdi, geriye kalan “cumhuriyet” kısmı ise hâlâ yaşıyor, yani iddia edildiği gibi “yıkılmadı”. “İki toplumlu” teriminin ise can vermesi Kıbrıslıtürklerin Cumhuriyet’ten “kovulmaları” değil, Cumhuriyet’ten kendi istekleri ile ayrılmalarının bir sonucudur. Hatta, 4 Mart 1964 kararı sonrasında -ki bu karar “Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil eden Kıbrıs hükûmetidir.” cümlesini de içerir- İsmet İnönü tarafından da Kıbrıslıtürklere Cumhuriyet’ten ayrılmamaları noktasında ayrı bir talimat verilmiştir. Fakat şu anda görüldüğü üzere bu talimat dönem liderleri tarafınca uygulanmamıştır bile… Kıbrıs Cumhuriyeti bugün 60 yaşında ve fiilî açıdan tek toplumlu olarak ömrünü sürdürüyor! Kuruluşunda onu “haksızlık” olarak gören Kıbrıslırum siyasi elitler ise şimdi onun en büyük savunucuları ve de federasyonun en büyük karşıtları arasında.

 

Unutmadan söyleyeyim, Georgios Zahariou olaylardan iki gün sonra Lefkoşa’da, Pantelides’in oğlu ise 5 ay sonra Mağusa’da vurularak öldürüldü…[2] O günden sonra bir mısra boyu maceranın nasıl yılları bulduğunu ve bulmaya devam ettiğini bütün Kıbrıslılar; suçlusu ve masumu, kısacası herkes pek iyi tecrübe etti ve hâlâ daha da etmektedir…

 

Ne garip değil mi? 22 Kasım 1963’te ABD başkanı John F. Kennedy bir suikaste kurban gitti ve bu olaydan tam 1 ay sonra da Kıbrıs’ta toplumlar arası çatışmalar başladı. Ne garip değil mi? 21 Aralık gecesi o cinayet işlenir işlenmez, hazırda beklenircesine adanın dört bir tarafında siperler aniden hazırlandı ve tüm gömülen silahlar bir çırpıda gün yüzüne çıkartıldı. O günden sonra Kıbrıs, Kıbrıslılar hep ağladı!

 


 

Kaynaklar

[1] Erika V. (2014). “Our Wall/ Το τοίχος μας/ Duvarımız”. YouTube.

[2] Kızılyürek N. (2015). “21 Aralık Sabahı: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Ateşe Atıldığı An!”. Yenidüzen

 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir