Madeira’dan Öğrenebileceklerimiz: Üretim ve Turizm

Noel döneminde COVID-19 durumu nedeniyle Kıbrıs’a dönmemin uygun olmayacağına karar verdikten sonra, rahatlamak için alternatif bir destinasyon arayışına çıkmıştık. Dikkatli bir planlama ve seçim süreci ve negatif PCR testleri sonrasında kendimizi Atlas Okyanusu’nda yer alan Portekiz’e bağlı Madeira adasında bulduk.

 

Madeira’nın konumu. Kaynak için tıklayınız.

 

Madeira, yaklaşık 800 kilometrekarelik yüzölçümüyle Karpaz Yarımadası kadar büyük bir ada. Bununla birlikte, neredeyse 2.000 metreye dek yükselen dağlara ev sahipliği yapan Madeira, son derece çetin bir coğrafyaya sahip. Havaalanından başkent Funchal’a giderken dahi denize dimdik inen yemyeşil dağlar, bunların eteklerinde yetişen muz ağaçları, ulaşımı sağlayan devasa viyadükler ve tüneller, insanda çok farklı bir yere geldiği hissini uyandırıyor ve “Biri buraya neden yerleşim kurar?” sorusunu sorduruyor. Burası taşı sıkıp şarap çıkaranların adası.

 

Adanın ana gelir kaynağı turizm. COVID-19 pandemisi çerçevesinde negatif PCR testi sonucu gösteren herhangi bir turist adaya girebiliyor, alternatif olarak havaalanında test olup sonucu otelinizde izole olarak bekleyebiliyorsunuz. Adaya dönüş yapan yerlilerin ise bir hafta boyunca evde izole olması ve ikinci bir PCR testi yapması gerekiyor. Bu nispeten açık yapının doğal bir sonucu olarak ülkede yerel bulaşmanın kökü tamamen kazınmış değil, ancak adanın yerlilerine özel seyahat kısıtlamaları Kıbrıs’ın güneyinde yaşanan gibi büyük çaplı bir salgının oluşmasının da önüne geçmiş görünüyor. İlk başta adanın yerlilerinin bu çifte standardı nasıl kabullenebildiğine dair ciddi soru işaretlerim varken, Madeira’daki turizmin Kuzey Kıbrıs’takinden çok başka olduğunu fark edince anlamlandırmam mümkün oldu.

 

Deniz, güneş… Ama kum yok

Madeira ziyaretçilerine klasik anlamda bir deniz-güneş-kum kombinasyonu sunamıyor. Aralık sonunda dahi 20 derece civarında seyreden sıcaklıklar burayı yine popüler bir “kış güneşi” destinasyonu hâline getirse de bizim Dillirga bölgesini hatırlatan coğrafi yapısı, kumluk plajları olmadığı anlamına geliyor. Özellikle başkent Funchal’ın Lido bölgesinde yer alan çeşitli büyük beş yıldızlı oteller olsa da bizde olduğu gibi bir kumar turizmi mevcut değil ve bize iftiharla “en büyük otelimiz” diye gösterdikleri otel, Kuzey Kıbrıs’taki bazı otellerin yanında epeyi mütevazı kalıyor.

 

Madeira’nın en büyük turistik varlığıysa, yine bu çetin coğrafyasının sunduğu inanılmaz doğası. Ada çok sayıda farklı mikroklimaya (bölgesel iklim) ev sahipliği yapıyor. Funchal’ın yer aldığı güney kıyısının bazı bölgeleri subtropikal bir iklimle muz bahçelerine ev sahipliği yaparken, okyanusun dibindeki dağların tepeleri her daim dumanlı ve bolca yağışlı oluyor. Bu yağışlardan doğan dereler, adada yer alan sayısız şelaleyle yolunu buluyor. Bu vahşi doğayı biraz dizginlemek için yapılmış su arkları, yani levadalar yanında yer alan patikalarda yürüyerek sert yamaçlar ve vadilerin arasında adanın doğasını keşfedebiliyor, en beklemediğiniz anda kendinizi büyüleyici şelalelerin dibinde bulabiliyorsunuz.

 

 

Bu, adanın aslında doğal olarak bir ekoturizm modeline elverişli olduğunu gösteriyor. Oteller her türlü atraksiyonla müşterilerini otelde tutmaktansa, onları adada yer alan çok sayıda tur ve yürüyüş şirketine yönlendiriyor. Belli başlı yerlere toplu taşımayla da ulaşmak mümkün, ancak bu durumda tüm güzelliklere ulaşmanız mümkün olmayabiliyor. Adaya bireysel gelen turistler, bizim de yaptığımız gibi ekonomik miktarlar ödeyerek ufak minibüs turlarıyla köy köy dolaşarak adanın doğasını keşfedebiliyorlar, profesyonel rehberlerle ayrıca onlarca levadaya farklı turlar düzenleniyor. Böylesi bir turla adanın batı ve kuzey kısmında dolaşırken, kendime sormadan edemiyorum: “Girne’de kalan bir turist, araba kiralamadan Karmi’ye, Kormacit’e, Akdeniz köyüne nasıl gider?”

 

Belli başlı tur imkânları olsa da bizim adada yaptığımız türden bir gezinin bireysel turistler için Kuzey Kıbrıs’ta mümkün olmayacağını üzülerek not düşüyorum.

 

Gastronomi turizmi veya içkinin ekonomisi

Madeira’nın bir diğer önemli çekim kaynağıysa mutfağı. Çok sayıda mikroklimasının getirisiyle adanın her bölgesinde başka bir ürün yetişiyor. Avrupa ana karasında bulamayacağınız sayısız egzotik meyveyi Funchal’ın bandabuliyası olan Mercado dos Lavradores’te tadabiliyor, alıp eve gidebiliyorsunuz. Muz ve şeker kamışıyla dolu Funchal’dan kırk dakikalık bir otobüs yolculuğuyla gidebileceğiniz Curral das Freiras köyünde, nefes kesen manzaralar ve kestane ağaçları arasında keskin yamaçlarla dolu bir yürüyüşten sonra, köyün spesiyalitesi olan kestaneli ekmekten yiyebiliyor, kestane likörü içiyorsunuz.

 

Burası taşı sıkıp şarap çıkaranların adası demiştik. Yukarıdaki kestane likörü örneği, bu üretim kültürünün iyi bir temsili. Adanın dünyaca en meşhur ürünü, yüksek alkollü bir tatlı şarap türü olan Madeira şarabı. Bu ürünün tarihini ve inceliklerini Funchal’daki şarap locasındaki bir turla öğreniyor (1755’ten beri yıllandırılan bir şarap varili dâhil!), sonrasında şarap tadımı yapıp Duty Free’den alacak şekilde şarap siparişi verebiliyorsunuz. Adada yetişen altı üzüm cinsi mevcut. Yüzyıllardır süregelen bir geleneği olan bu şarabın gençlere fazla hitap etmediği fark edilince, iki üzüm cinsinin karıştırılması ve beş yıl yıllandırılmasıyla oluşan yeni bir aroma tüketime sunulmuş, çok da beğenilmiş.

 

Ancak içki kültürü Madeira şarabının epeyi ötesine geçiyor. Madeiralı gençler, hafta sonu arkadaşlarıyla bara çıktıklarında karşılıklı poncha içiyorlar. Bu içki, Madeira’da bolca yetişen şeker kamışından üretilen rom ile geleneksel olarak limon suyu ve balın karıştırılmasıyla oluşturulan bir tür kokteyl. Ancak çağdaş damak tadına adapte edebilmek için geleneksel tarifin ötesine geçilmiş. Adada yetişen sayısız meyvenin suyuyla yapılmış farklı ponchalar içebiliyorsunuz, tutku meyvesinden “İngiliz domatesi”ne, “pimenta”dan kiviye… Böylece hem adanın gençliği içkisine ve geleneksel ürününe sahip çıkıyor hem de aynı capcanlı barlara bu içki kültürünü tecrübe etmek isteyen turistler geliyor.

 

Madeira’nın içki haritası. Kaynak için tıklayınız.

 

“Geleneksel ürüne sahip çıkalım” sloganı eğer yenilikçiliğin önünü keserse, aslında geleneksel ürüne en büyük zararı vermiş olur. Geleneksel ürüne sahip çıkabilmek için, yeri geldiğinde geleneklerin yeniden yorumlanması gerekiyor. Örneğin geçtiğimiz günlerde Mehmetçik’te kümelenerek Alaf Zivaniya’yı markalaştıran ve piyasaya süren üreticilerimiz çok değerli bir işe imza attı. Ancak bu zivaniya raflarda anda mayısta bir tüketilmek üzere yer alacaksa, Lefkoşa’da, Mağusa’da barlara giden gençlerin düzenli tüketimine girmeyecekse, bu başarı sınırlı olacaktır. Bu noktada örneğin zivaniyanın kullanılabileceği çeşitli kokteyller düşünülebilir.

 

Bir diğer dikkatimi çeken husus, yerel arpa üretiminin neredeyse olmadığı bu adanın yerli bir bira markasının (Coral) olması oldu. Yerel barlarda sevilerek içilen, Portekiz ana karasına ihraç edilen bu biranın üretimi için arpa ithal edilmekteymiş. Bu bira aynı zamanda yine yerli üretim olan ananas suyuyla yapılan ve pek sevilen nikita kokteylinin parçası. Kıbrıs adasının “ekmek sepeti” olan Mesarya bizim kontrolümüzdeyken, kendi bira markamızı oluşturamamış olmamız ciddi bir başarısızlıktır. Hâlbuki Mesarya’nın farklı bölgelerinde farklı bira fabrikaları veya microbreweryler olsa, aralarında tatlı bir rekabet olup turistlere Mesarya’da bira turu yaptırsak, gece Lefkoşa’da yerli biralarımızla kadeh kaldırsak… Arpa üretmeyen bir adada bu başarılabilmişken bunun hayalini kurmamız fazla mı?

 

Bir yorum

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir