Yine öyle oturdum,
Bir elimde kahve, öbüründe sigara;
Kaybolmuşluğun korkusunu iliklerime kadar hissederken
Devasını dumanlarda arıyorum…
Şu pis, yırtıcı, korkunç, vahşi, lanet
Dünyada olacağı yok ya?
Korku; o korkunun da yarattığı ızdırap tek…
Her nefeste biraz daha uyuşturuyorum,
Biraz daha öteliyorum hayatı.
Ne olacak ki zaten? Zararım kendime…
Hem belki sıra numaramı daha erken alırım;
Desem de ölmek de istemiyorum korkaklığımdan,
Kendime zarar verirken bile incinmekten korkuyorum,
O yüzden onu da yıllar sonraya öteliyorum…
Bütün bu korkunun içinde bir adam yaklaşıyor maziden;
Hafif yaşlıca, hafif kambur, oldukça hasta…
Yaklaştıkça tanıyorum; yetmiş yaşında ben!
“Kesin kavgaya geldi moruk.” diyorum içimden,
Bir yandan da hazırlanıyorum diyeceklerine:
“Beni öldürüyorsun alçak herif!” falan diye zırvalayacak kesin,
“Sen önce adam olmayı öğren!” diye yapıştıracağım,
Nereden geldiğini bilmeyecek…
“Acınasısın, bir hiçsin.” diyeceğim… Ezeceğim onu…
Beş saat aldı gelmesi, yürüyemiyor bile, aşağılık!
“Ne var?” dedim, “Ne arıyorsun?”
Sorarken de bir tane daha yaktım,
Hissetsin, kiminle uğraştığını unutmasın diye;
“Önemli değil.”
Dondum.
“Şu an çok acı çekiyorsun.”
Öksürdü.
“Neye ihtiyacın varsa yap gitsin,
Her şey yoluna girecek.”
Yine öksürdü.
Anlamıyordum.
Gelir gelmez saldırdığım adam bana sadece iyi davranıyordu.
“Şu an her şey karmaşık geliyor olabilir,
Her şey sana karşı gibi görünüyor olabilir,
Ama mutluluğu bulacaksın,
Bunlar hep geride kalacak.”
Daha da fazla öksürdü.
Gözlerim doldu.
Özür diledim.
Sarıldık.
Dertleştik.
Anlattım,
Dinledi.
“Şimdi gitmem gerekiyor.” dedi,
“Seni gördüğüme sevindim,
Ama sakın unutma,
Umudunu asla kaybetme.”
Ve öylece gitti.
Ben de öylece kalakaldım sadece.
“Belki de” dedim;
Belki de…
Kalktım;
Kendinden emin olmayan utangaç adımlarla uzaklaştım.
Aklımda olanlar, söyledikleri,
Söylediklerim…
Ve “belki de”…
Belki de…
Mükemmel, tebrikler Fuat Çakıcı