Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilmesi Ne Anlama Geliyor?

Daha önce kaleme aldığım bir yazımda İstanbul Sözleşmesi’nin ne olduğu, içeriği ve İstanbul Sözleşmesi’nin neden yaşattığından bahsetmiştim. Hatta yine aynı yazıda İstanbul Sözleşmesi’nin Türkiye’deki bazı kesimler tarafından gelenek ve göreneklere aykırı olduğu, erkekleri dezavantajlı konuma düşürdüğü (!) ve bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği ifadesiyle LGBTİ+ bireylerin resmen tanınırlığına yol açtığı için tek taraflı feshedilmesinin talep edildiğini söylemiştim. Yazımın üzerinden henüz altı ay geçmişken, dün gece yarısı yayımlanan 2021/3718 sayılı Türkiye Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Türkiye Cumhuriyeti, İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, resmî adı ile Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’ni tek taraflı fesih etmiş oldu.[1]

 

Türkiye hükûmetinin bu kararı kamuoyu tarafından oldukça tepki almış durumda. Farklı sosyal medya platformları üzerinden gelen eleştirilerin yanı sıra, ben bu yazıyı yazdığım sırada kadın ve sivil toplum örgütleri İstanbul’da tepki eylemi yapıyorlar. Ayrıca toplumdan ayrı olarak Türk parlamentosunda temsil edilen muhalefet partileri, birçok il barosu ve hukuk alanında uzman akademisyenler de alınan bu karara karşı itiraz etmekteler.

 

Kısaca bir hatırlayacak olursak, 2011 yılında Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmış ve 2014’te yürürlüğe girmiş sözleşmenin 34 taraf ülkesi bulunmaktadır. Sözleşme ise gayrıresmî adı olan İstanbul adını, imzaya açıldığı şehir olan İstanbul’dan almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti de sözleşmeye taraf olan ülkelerden biri olup, Mayıs 2011’de ilk imza atan devletler arasındadır.[2] Sözleşme, Kasım 2011’de tüm partilerin olumlu oy verdiği parlamento kararı ile iç hukukun bir parçası hâline gelmiştir.[3] Bu durumda Türkiye’nin dün akşam yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile ilk imzacılarından olduğu ve hatta imzaya ev sahipliği ederek ona bir şehrinin adını verdiği İstanbul Sözleşmesi’ni tek taraflı feshetmesi, yani sözleşmeden çekilmesi ne anlama geliyor?

 

Öncelikle sözleşmeden çekilmenin kadına yönelik şiddetin önlenmesinde yaratacağı etkiye ele alabiliriz. Sözleşmenin temel amacına bakıldığı zaman, kadına yönelik ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bu süreçte devlete sorumluluk yüklenmesi hedefleniyor. Dikkat ederseniz sözleşme direkt olarak şiddet eylemi gerçekleşmeden bu eylemin hayata geçmesini engellemeyi amaçlıyor. Sözleşmenin 5’inci maddesinde de belirtildiği üzere bu konuda taraf devletlere sorumluluk yüklenmekte, devlet içerisindeki mekanizmaların, gerek kolluk kuvvetleri, gerekse yargının gerekli önlemleri alması ve şiddete maruz kalma riski ile karşı karşıya olan bireyleri koruması bir yükümlülük olarak görülüyor.[4] Bu bilgi ışığında, Türkiye’nin sözleşmeden ayrılması demek, bu maddenin artık geçerli olamaması manasına geliyor. Bu maddenin artık yürürlükte olmaması, kadına şiddetin “gerçekleşmeden” önlenebilmesinin önünü kesiyor. Çünkü artık şiddetin tehdit unsurunu taşıyan bir eyleme dönüşmesi ihtimaline karşın kullanılacak bir madde iç hukukun parçası, yani uygulamada olmuyor. Böyle bir maddenin olmayışı hâlihazırda aksak işleyen şiddeti önleyici tedbirlerin ve mekanizmaların tamamen işlevsiz kalmasına ve hatta şiddetin eyleme dökülüp, suça dönüşmeden müdahale edilmemesine neden olacaktır. Türk Ceza Kanunu’na kapsamlı bir şekilde hâkim olmamakla birlikte, her ne maddesi olursa olsun, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesinin yerini dolduramayacağına eminim. Sözleşme yürürlükteyken bile kadına şiddetin önlenemediği bu kadar barizken sözleşmenin de ortadan kalkmasının doğuracağı sonuçlar oldukça ürkütücü görünüyor.

 

İkinci olarak sözleşmenin feshinin hukuki olarak ne anlam ifade ettiğine değinebiliriz. Kararname yayımlandığından beridir birçok hukukçu ve akademisyen yürütmenin bir kararname yayımlayarak ülkeyi sözleşmeden çekemeyeceğini, tek taraflı fesih kararı alamayacağını söylüyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90’ıncı maddesi uyarınca yürürlüğe giren uluslararası sözleşme ve antlaşmalar Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur ve kabulü hâlinde iç hukukun bir parçası haline gelerek, hâlihazırda bulunan yasaların üstünde bir hükme sahip olur.[5] Bu nedenle, bir kesim hukukçu anayasa uyarınca parlamento tarafından onaylanarak taraf olunan ve yürürlüğe giren tüm diğer uluslararası sözleşmeler gibi İstanbul Sözleşmesi’nin de yürütme erki tarafından değil de, parlamento tarafından fesih edilebileceğini savunuyor. Ayrıca bu tutumun yanı sıra, İstanbul Sözleşmesi’nin sözleşmenin feshini düzenleyen 80’inci maddesi uyarınca tarafların sözleşmeden çekilme taleplerini Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirim yaparak gerçekleştirmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde bu karar bir bildirim olmadığı için yürürlüğe girmeyecek ve uluslararası hukuk açısından da geçerli olmayacaktır.[2] Değindiğim ve belki de daha başka hukuki yorumları da ele aldığımız zaman Türkiye’nin bir Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İstanbul Sözleşmesi’ni hukuken fesih edemeyeceğini iddia edebiliriz.

 

Son olarak ise Türkiye’nin bu adımının siyaseten ve uluslararası ilişkiler bakımından nasıl bir etki yaratacağından bahsetmek istiyorum. Türkiye bu sözleşmeyi 2011 yılında bir Avrupa Konseyi üyesi olmanın yanı sıra bir Avrupa Birliği aday ülkesi olarak imzalamıştır. Bu sözleşmeye taraf olmak, Türkiye’nin Avrupa yasalarına ve hukukuna entegre olma adımı, üyelik sürecinde gereken reformlara bir yenisini eklemek ve Avrupa’nın bir parçası olduğunu göstermek amacını da taşımaktadır. Ancak atılan bu adımdan Türkiye’nin artık Avrupa Birliği üyeliği yolunda yürümediğini, uluslararası siyaset bakımdan Avrupa’ya dâhil olma derdi olmadığını ve uluslararası kamuoyu ve örgütlerin onayına ihtiyaç duymadığı anlamı çıkmaktadır. Türkiye’nin bu adımı üzerine uluslararası kamuoyundan ilk tepki Avrupa Konseyi’nden geldi. Yayımlanan kararname üzerine bugün açıklama yapan Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmasını “yıkıcı” olarak tanımladı.[6] Bugüne kadar uluslararası alanda kendini yalnızlaştıran adım ve politikalara bir yenisi daha ekleniyor. Üyesi olunan Avrupa Konseyi ve adayı olunan Avrupa Birliği üyelerine açıkça “Ben yaptım, oldu.” denilen bu hamleyle hâlihazırda var olan Avrupa’dan eksen kaymasına bir vites daha atıldığını düşünmekteyim.

 

Sonuç olarak dün akşam yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ni tek taraflı fesih etme adımı attı. Umarım yukarıda hukuki boyuta değinirken belirttiğim hususlar nedeniyle böyle bir şey engellenir. Ancak engellenmemesi durumunda hâlihazırda fazlasıyla var olan kadına şiddet eylemleri önlenemeyecek ve artış gösterecektir. Yazımın başında da bahsettiğim bu konuda yazığım diğer bir yazımda şu ifadeyi kullanmıştım: “Ne yazık ki, süslü metinler altına imza atmak ve basın toplantılarında açıklamalar yapmak kadınların öldürülmesinin önüne geçemiyor.”

 

Bu kararname ile anlaşılan o ki artık süslü metinler altına imza atmak gibi bir dert dahi kalmamış… Ama yine de bu kararnameye karşı bir kere daha haykıralım, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır!”.

 


 

Referanslar

[1] T.C. Resmî Gazete, 20 Mart 2021, sayı: 31429.

[2] Avrupa Konseyi, 210. Antlaşmayı İmzalayan ve Onaylayanlar Çizelgesi.

[3] Türkiye Büyük Millet Meclisi, Genel Kurul Tutanağı, 24 Kasım 2011, 24. Dönem, 2. Yasama Yılı, 23. Birleşim.

[4] Avrupa Konseyi, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile Đçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi.

[5] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası.

[6] Site editörleri. (2021). Avrupa Konseyi: Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi yıkıcı. Gerçek Gündem.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir