Toplumsal Vicdan Anlayışımız Nereye Doğru Gidiyor?

Şu gerçeği ilk önce kabul ederek başlayalım; içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda, gelişmişlik seviyesi bağlamında dünya üzerinde listenin başını çeken ülkeler her ne kadar gelişirlerse gelişsinler, dünyanın farklı yerlerinde savaştan, yokluktan, hastalıklardan ve daha birçok nedenden dolayı her gün milyonlarca insan ölmeye devam ederken gerçek toplumsal ilerleyiş söz konusu dahi olamaz.

 

Konunun ne olduğu fark etmeksizin ortada kolayca çözümlenemeyen bir sorun olduğunda ilk önce onun kaynağına inmek gerekir. Var olan bir probleme sessiz kalmak ve görmezden gelmek olanı kabullenmektir, kabulleniş ise insana mahsus bir davranıştır. Fakat yok yere acı içinde yitip giden suçsuz canların hiçe sayıldığı bir yerde insanlıktan söz etmekse tam aksine mümkün değildir. Günümüzde, toplumsal vicdanı zedeleyen duyguların başında, tüm kaos ve savaşların da sebebi olan kin ve nefretin geldiğini gözlemlemek ne yazık ki hiç zor değil. Bir insanın kendinden farklı bir inanışa, düşünce yapısına ve millî kimliğe sahip olan bir diğer insana bu kadar kolay kin besleyebilmesi yetmezmiş gibi, bunun yanında bireyin sırf içine doğduğu coğrafya yüzünden bu denli kolay sönüp gidebilmesi açıklanabilir bir durum değildir.

 

“Sözgelimi, felsefi açıdan vicdan, iç huzura veya sıkıntıya yol açan bir kişisel yetenektir, veya kendini yargılama gücüdür.”

Tarihler boyunca dinî, felsefi ve psikolojik boyutlarıyla toplumsal vicdan anlayışımız içinde yaşadığımız dönemin getirileriyle sürekli bir değişime uğramıştır. Belli dönemlerde öne çıkan spesifik konulara daha hassas ve duyarlı bir yaklaşım gösterebilirken, şu an yaşadığımız zamanda insanlık acılarını duymazdan geliyor, hatta yok sayabiliyoruz. Her bireyin vicdan anlayışı kendine göre farklılık gösterse bile, duyarlılıkla yaklaştığımız birçok konu maalesef günden güne önemini yitiriyor. Diğer taraftan konuyu hiyerarşik açıdan bakarak ele alacak olursak, belli bir davranışın doğru veya yanlış şekilde topluma yayılması yukarıdan, yani yönetimden başlıyor.

 

Hükûmetler tarafından savunulan ideolojiler, ortaya atılan fikirler ve de farklı vicdani anlayışların benimsenmesi yönetilen toplumlara büyük ölçüde örnek oluyor. Bunun sonucu olarak bilinçli veya bilinçsiz şekilde kişiler zaman içinde çok benzer düşünce kalıplarıyla hareket etmeye başlıyorlar. Hiç şüphesiz, örneklerine günlük hayatımızda sıkça rastlıyoruz. Bu belki geçtiğimiz yolda kaza yapan ve yardıma ihtiyacı olan birini görmezden gelmek ve hiç durmadan geçip gitmek, belki kendisine hiçbir zararı olmayan bir sokak hayvanına kötü muamele etmek, hatta belki de karşısındaki insana şiddet içeren bir davranışta bulunmak olabilir.

 

Neticede, açıkça görülüyor ki otomatik pilotta bilinçsizce sergilenen tutumların vicdandan yoksun olması engellenemez bir hâl alıyor. Yapılan her eylem iyi veya kötü bir sonuç doğuruyor. Değişim getirmenin ilk şartı ise kişinin öz iradesi ve isteğinden geçiyor. Mesela, eğer yaşadığımız toplumun vicdani değerlerini doğru bulmuyorsak ve bundan memnun değilsek, işe kendi değerlerimizi gözden geçirerek başlamakta fayda olacaktır. Çünkü insanın kendisinde göremediği bir şeyi başkasında bulmayı umması bir bakıma da bencillik sayılır. İlk etapta kendisinde yapacağı ufak bir değişiklik bile çevresinde olup bitene katkı sağlamaya yetecektir. Büyük umutsuzluklara kapılmadan, belki tedirgin veya endişeli, kişinin doğru olduğuna inandığı yöne adım atacak cesarete erişmesi değişimi başlatacak olan kırılma noktasıdır.

 


 

Referanslar

Kahveci, K.A. (2012). J.J. Rousseau’da Ahlâkî Vicdan ve Değeri. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 12 (1), 205-213.

Hitlin, S. (2008). Evolution, society, and conscience: Social influences on morality (In Moral Selves, Evil Selves pp. 53-74). Palgrave Macmillan, New York.

 

Fotoğraf: The Humantra, Unsplash.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir