Geleceği Tahmin Etmenin En İyi Yolu, Onu İnşa Etmektir

Hayatı, ülkemi ve insanları ilk keşfetmeye başladığım zamanlardan beridir düzenli aralıklarla tekrarladığım bir söz var: “Geleceği tahmin etmenin en iyi yolu, onu inşa etmektir.”

 

Google’a göre Abraham Lincoln’e ait olan bu söz, beni derinden etkileyen bir söylemdir. Geleceği belirsiz, korkulan ve uzakta bir zaman dilimi olarak görmek yerine şimdinin içinde saklı bir fırsat olarak görür. Onun, bugün ne yaptığımızla çok yakından alakalı olduğunu ifade eder. Bu sözün bir başka versiyonu ise insanın en çok vakit geçirdiği beş kişinin ortalaması olduğu söylemidir. Bugün ne yaptığımız ve kiminle yaptığımız, geleceğimizi belirleyen çok önemli bir etkendir.

 

Bu çerçeveden bakınca, Kıbrıslı Türkleri bekleyen geleceğin çok da parlak olduğunu söyleyemeyiz. Geleceği inşa eden tavır, bu topraklardan çok, çok uzakta olan bir yaklaşım. Onun yerine, geleceğin çok uzak bir yerde olduğu ve kendiliğinden geleceğine dair bir yaklaşım daha yaygın olarak görülebiliyor. Özellikle, söz konusu olan Kıbrıs sorunu ise bu bahsettiğimiz yaklaşım çok daha sık görülüyor. Maalesef, iki devletli çözümü savunan kesimlerin önemli bir bölümü geleceğin Kıbrıs Türk devletini inşa etmek yerine, bugünkü devletin altının oyulmasına seyirci kalıyorlar veya bizzat katılıyorlar. Bugün, yolsuzluklar ve partizanlıklar aldı başını gitti. Hükûmetin, müdür atama gündemi dışında pek bir gündemi yok. En yakın müttefikimiz Türkiye ise KKTC kurumlarına rakip olacak organizasyonlar ve davranışlar üretmekten çekinmiyor. Yakın zamanlarda duyurulan tüm projeler, bizzat Türkiye makamları tarafından açıklanırken, bu durum buradaki makamların işlevselliğini sorgulatır hâle getirmiştir. Çünkü, Türkiye kurumlarının bu kadar müdahil olması, KKTC bürokrasisinin tıkanıklığından bunalan insanlarımızın doğrudan Türkiye ile muhatap olmasını beraberinde getiriyor. Kıbrıs Türkü için faydalı işler yapılmak isteniyorsa, muhatap halk değil KKTC kurumları olmalıdır. Buradaki devletin zayıflatılması hiçbirimiz için iyiye işaret değildir. Eğer, KKTC devletini tek tanıyan ülke buraya karşı gereken itibar ve saygınlığı göstermez ise dünyanın geri kalanından nasıl bir davranış bekleyebiliriz ki?

 

Vatanseverlik, şekilcilik ve “evet efendim”cilikten çok daha fazlasını gerektiriyor.

 

Öte yanda ise, Kıbrıs Kıbrıslılarındır diyen bir cephe var. Ada’nın geleceğinin bu halk tarafından belirlenmesi gerektiğini söylerken atıf yapılan en güçlü şeyin BM parametreleri olması oldukça ironik bir durum. Çünkü hem yerel dinamiklerden söz edip, hem de uluslararası aktörlerin Kıbrıslı liderler üzerinde daha fazla baskı kurması gerekliliğinden söz etmek nasıl bir bütünlük oluşturur, tam olarak anlamış değilim. Bu yazının konusu, Kıbrıs sorunu nasıl çözülür olmasa da şunu söylemeden geçmeyeyim. Ne elli senelik bir meseleyi kişisel arkadaşlıklara indirgeyip, uluslararası çıkarların uyuşmasını beklemekle çözülür ne de iki devlet deyip sahip olduğumuz devletin altını oymakla çözülür. Bu mesele, ancak günlük hayatı adım adım değiştirerek çözülür. Yani, geleceği bugünden inşa ederek.

 

***

 

Bugünlerde sıcaklığını hissettiğimiz tek şey haziran günleri değil. Dövizin yükselişi ve Sedat Peker’in açıklamaları ile ayyuka çıkan kötü durumlar da oldukça terletiyor. Özellikle, Kutlu Adalı cinayeti ile alakalı ortaya çıkanlar ve konuşulanlar oldukça ürpertici. 90’ların ortasında doğan bir birey olarak, birebir yaşamadığım bir olay hakkında tekrar okumak ve öğrenmek, uzun zamandır reddetmeye çalıştığım gerçekliklerle yüzleştirdi. Çünkü, o dönemin dinamiklerini okumak ve anlamaya çalışmak, toplumun hapsolduğu öğrenilmiş çaresizlik kuyusunu daha yakından hissettiriyor. Türkiye’nin desteği ve yanımızda olması ciddi bir avantaj olarak gözükse de tek penceremizin orası olması bizi çok kırılgan bir yapıya sokuyor. Çünkü orada yaşanan krizlerden çok daha ağır bir biçimde etkileniyoruz, hasar çok daha ciddi boyutlarda oluyor.

 

Öte yandan, Bir Zamanlar Kıbrıs dizisinin açtığı yaralar, tüm bu yaşananların yanında çok minik kalsa da Türkiye’ye çok yakın hisseden kesimler arasında dahi ciddi üzüntü ve hayal kırıklığı yarattı. Yayınlanan her bir bölümün içeriği, karakterlerin konumlanışı ve sonrasında Kıbrıslılara öfke kusan sosyal medya ahalisi, aslında burasının oradan nasıl gözüktüğüne yönelik apaçık örnekleridir.

 

Tüm bu koşullar içerisinde, buradaki iradenin değerli olduğu ve bir şeyleri toparlayabileceğimiz, değiştirebileceğimiz hissi giderek yok oluyor.

 

Orta yol diye tabir edebileceğimiz merkez siyaset fazlasıyla zemin kaybedip yönünü bulmaya çalışırken, halkın çok daha geniş kesimleri umutsuz bir ruh hâline bürünüyor. Maalesef, bu kez ben de umutlu bir yol tarif edemiyorum. Sanırım, yapılabilecek olan tek ve en önemli şey yaşadığımız memleketi sahiplenmek ve geleceğimizi ele almaktır. Ancak o zaman, yeni ekonomik gerçeklikler üretip daha huzurlu ve refah dolu günlere ulaşabiliriz.

 


 

Fotoğraf: Sözcü Gazetesi.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir