Temmuz Notları: Tabella’da Yazmakla Geçen İki Buçuk Yıl

Tabella’ya ilk yazı yazmaya başladığım dönem, Roma’ya yeni taşınmıştım. Yeni bir ülke ve yeni bir şehirde olmanın yarattığı duygu seline alışmaya çalışırken, yaşadıklarımı anlamaya ve anlatmaya ihtiyacım vardı. Çünkü, Roma’yı tanırken, aslında kendimi de daha iyi tanıyordum. Her şey çok yeniydi. Sanırım en garip ama aynı zamanda en eğlenceli olan kısmı yeni arkadaşlar ve yeni alışkanlıklar edinmekti.

 

29 Ekim 2018’de, bu platformda yayınlanan ilk yazımda Mevlana’dan bir alıntı yapmıştım:

 

“Dünle beraber gitti cancağızım

Ne kadar söz varsa düne ait

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…”

 

Heyecanlıydım. Yepyeni bir ülkede olmanın getirdiği sonsuz ihtimaller denizi, kalbimi coşturuyordu. Bu heyecanla, aynı yazının devamını şöyle getirmişim:

“Toparlamak gerekirse, belki hâlen Kıbrıs sorunu çözülmemiş olabilir veya KKTC bürokrasisi vahim bir hantallık ile çalışıyor olabilir. Bir kamu biriminin, bir diğerinden haberi de olmayabilir. Ancak bunların hiçbiri göç ederek, boş vererek veya mevcut düzene ayak uydurarak, yani şikâyet ederek çözülmez. Hiçbir şey olmaz bu memleketten diyenlere inat, çabalamak gerekir…”

 

Bu satırları yazdığımdan bu yana üç yıl geçti. Geçen süre içinde, umudumu yitirdiğimi söyleyemem. Ancak, eskisi kadar olumlu da bakamıyorum artık.

 

***

 

İtalya’nın başkentinde geçirdiğim ilk haftalar boyunca Kıbrıs’la benzerlikler aradım. Bu konuda şanssız olduğumu söyleyemem. Örneğin, Roma’da geçirdiğim ilk hafta sonunda, otobüslerin grevi yüzünden Uber kiralamak zorunda kalmıştım. Bundan birkaç hafta sonra, Roma notları serisinin birincisini kaleme aldığım yazımın girişinde ise, bir başka örnekle anlattım bu benzerlikleri. Trastevere’de gittiğim bir “stand-up” gösterisinde aynen şöyle diyordu:

“Şu sıralar, İtalya’da kötü günler geçiriyoruz. Ekonomik kriz ve bizi endişelendirecek birçok problem var. Ancak söyleyin bana cacaio e pepe (bir makarna çeşiti) yerken nasıl endişelenebilirsin ki?…”

 

Makarnayı çıkar, mangalı koy. Mantalite ve bakış açısı tamamen aynı. Bu yazıyı takip eden haftalarda ise, roma ile alakalı diğer izlenimlerim, Venezuela krizi, Netflix’in televizyon ve sinema sektöründe yarattığı değişim, Floransa gezi notları ve daha birçok başka konudan bahsettim. Roma Notları’nın ikincisinde ise, Ostia sahilinde yaptığım kumdan kaleden yola çıkarak meslek seçimlerimizi ve toplumun bu konuya olan yaklaşımını değerlendirdim. Maalesef çok azımız hayallerini yaşayabiliyor. Her ne hâl ise zeki olan herkes tıp veya mühendislik bölümlerine yollanıyor. Oysaki bizim hayal kurmasını bilen sözelci insanlara da çok ihtiyacımız var.

 

Tabella’nın yirmi dokuzuncu sayısına geldiğimizde ise, artık tıkanmaya başlamıştım. Nasıl yazsam, ne yazsam, hangi konuyu ne şekilden işlesem acaba diye kara kara düşünüyordum. Tıkanmıştım. Ben de, yazmak üzerine bir şey yazsam iyi olur deyip, kolları sıvadım. Yazının ortalarında, Orhan Pamuk’un neden yazı yazdığına dair cevabını alıntılamıştım. Usta yazar, şöyle diyor:

“Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın tüm bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum.”

 

Takvimler, Ekim 2019’u gösterdiğinde ise Tabella bir yaşındaydı. Bu güzide platformun birinci yaşını kutlamak için elbette neden yazıyorum konusunu tercih ettim. Yine çeşitli yazarlardan alıntılar yaparak kendi motivasyonlarımı anlattım.

 

Bugünden, yani 2021 yaz mevsiminden geriye baktığım zaman, huzur verici bir mutluluk kaplıyor içimi. Tabella’da yazı yazmak neler kattı diye bir soru çok uzun cevaplar gerektirebilir. Ancak, en özet şekilde anlatmam gerekirse, Roma’da yabancı ve yeni bir şehirde yaşayabileceğim yalnızlıkları veya zorlukları hafifletti diyebilirim. Elbette sadece Roma macerası değil konu. Çünkü, o hikâye bitince yaşananları, başıma gelenleri de kaleme aldım. Tabella, dönem dönem ne düşündüğümü, olayları nasıl incelediğimi ve neleri dert ettiğimi gösteren çok güzel bir kişisel arşiv oldu benim için. Elbette, sadece yazı değil, çok güzel arkadaşlıklar da kazandım bu platform sayesinde. Sanırım, tüm bu güzelliklerden ötürüdür ki, artık eskisi gibi yazamıyor olmak garip bir burukluk olarak oturuyor yüreğime. Anlatacak hikâyem hâlen var, ancak sanırım Roma’da sahip olduğum hikâyeleri sindirme ve toparlama zamanı artık yok. Hâl böyle olunca da, bir konuyu 5-6 hafta kafamda çevirip öyle yazabiliyorum artık. Bu hafta, yine yazamayınca Tabella’da neler yaptığıma bakmak istedim. Böylesine bir yolculuğa çıkarmak istedim sizi.

 

Yazının sonunu başıyla bağlamam gerekirse eğer, umut konusuna değinmek istiyorum. Roma’ya ilk gittiğim günler, değişime daha çok inanıyordum. Elbet, bu güzel memleketimizde daha güzel günler bizim olabilirdi. Öyle ya, çok çalışır ve memleketi sahiplenirsek neden olmasındı ki?

 

Ancak, geçen üç sene içerisinde bu denklemin sandığımdan daha da karışık olduğunu fark ettim. Nasıl yaparız, ne şekilde ilerleriz bilemiyorum. Gerek pandemi, gerekse son bir senedir yaşanan siyasi gelişmeler, tüm benliğimi kaplayan bir sıkışmışlığa dönüştü. Ancak, yol her ne kadar karışık olsa da vazgeçmemeliyiz. Çünkü memleket bizim. Çünkü, bu toprakları sahiplenerek yeniden başlayabiliriz. Belki de başlayamayız ve böyle geldi böyle gidecek. Bilemiyorum.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir