Son dönemlerde Küba’da gerçekleşen bir takım sosyoekonomik sıkıntılar hükûmet karşıtı protestolara yol açtı ve başta emperyalist ülkeler ve onlara bağlı medya kuruluşları, sözde Küba halkının refahını korumak için rejim değişikliğini işaret etti. İki yazılık Küba serisinin ilk kısmında Küba’nın sosyalizmle tanışmasını ele alacağım. Yazımın ikinci bölümünde ise Küba’daki protestoları ve çözümünün ise devrime sahip çıkmak olduğunu açıklayacağım.
Küba’nın Sosyalizmle Tanışması
1898 yılında İspanya son kolonilerinden biri olan Küba’yı ABD’ye kaybetmesiyle birlikte Küba 4 yıl boyunca Amerikan işgalinde kalır. 1902’de bağımsızlığını ABD ile yaptığı anlaşmayla kazanır ama bağımsızlık sadece sözde kalır. Bağımsızlığın bedeli olarak 1901 Ordu Ödenekleri Yasası’nın bir maddesi olan Platt Değişikliği, ABD’ye Küba üzerinde büyük bir söz hakkı verir ve Küba’yi işgal etme hakkını meşru hâle getirirken, ABD bu hakkı 1906, 1912, 1917, 1920 ve 1923 yıllarında kullanır.
1959 yılına kadar Amerika’nın arka bahçesi olan Küba uyuşturucu, fuhuş ve gelir eşitsizliğinin merkeziydi. Küba’nın temel ihracat kaynaklarından biri olan şeker kamışı ABD’ye düşük fiyatlarla satılır ve Amerikan şirketleri elektrik, su ve birçok önemli sektörü kontrol ederdi. Bu dönemlerde halkın büyük çoğunluğu yoksulluk içindeyken, işsizlik seviyesi yüzde 25’in altına hiç inmedi ve okuryazarlık oranı çok düşüktü. Yıllarca süren istikrarsızlık ve askerî darbelere karşı, içinde Raul ve Fidel Castro’nun da bulunduğu Kübalı aydınların 26 Temmuz Hareketi, yönetimi ele geçirmek istese de, bu girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve Meksika’ya sürgün edildiler. Daha sonra Küba’ya geri dönen bu grup örgütlenmeye başladı, ama programları sosyalizmden ziyade toprak reformu, şeker kamışı ihracatlarındaki kota sisteminin kaldırılması gibi sosyal adalet ilkelerini içeriyordu. Başlattıkları gerilla hareketleriyle Küba halkının ezici çoğunluğunun güvenini kazandılar ve 31 Aralık 1958’de Amerika’nın kuklası başkan Batista’nın Dominik Cumhuriyeti’ne gitmesini fırsat bilerek, yönetimi ele geçirdiler.[1]
1959 yılının ilk günlerinden itibaren yönetimi ellerinde tutan Castro ve Che Guevara önderliğindeki devrimciler, ulusal kurtuluş ve tarım reformlarını sağlayacak programları desteklemekle beraber, Castro ABD’ye yaptığı ziyaretle Küba’nın kalkınması için her türlü özel yatırıma açık olduklarını belirtti. Ancak Castro’nun uyguladığı toprak reformu gibi sosyal programların bile Amerikan şirketleri, aristokratlar ve Kübalı elitlerin çıkarlarına aykırı olduğu anlaşıldı. Küba’nın SSCB’den ithal ettiği petrolu rafine etmeyi reddeden Amerikan petrol şirketleri, hükûmet tarafından regülasyona maruz kaldı. ABD buna misilleme olarak Küba şekerine ambargo uygularken, Sovyet Rusyası Küba’ya yardım eli uzattı ve Küba şekerini ithal etmeye karar verdi.
Küba devleti bunun üzerine elektrik, petrol ve telefon sektörleri olmak üzere büyük çaplı bir kamulaştırma programına girişti ama bu ABD’nin kapsamlı bir ambargo uygulamasına yol açtı. Ayrıca ABD, ada üzerindeki çıkarlarını korumak ve Vaşington yanlısı bir yönetimi tahsis etmek için bir grup Kübalıyı CIA tarafından eğitip, Küba’ya bir saldırı başlattı. Domuzlar Körfezi Saldırısı olarak da bilinen bu saldırıyı Kübalı devrimciler ve halk püskürttü ve iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler sonlandı. Bu gelişmeler Küba Devrimi’ni özellikle de Castro’yu sosyalist çizgiye itti ve emperyalist bir dünya düzeninde, bağımsızlığını kazanan bir ülkenin kapitalizmden kurtulmadan gerçek anlamda bağımsızlığını kazanamayacağının bir göstergesi oldu. Çünkü kapitalizm ve kolonyalizm birbirleriyle bağlantılıdır; kolonyalizmden kurtulmak, kapitalizm ve kolonyal düzenin getirdiği yağma düzeninden topyekûn bir şekilde kurtulmayı icap eder.
Ancak sosyalizmin bedeli olarak Küba yıllarca ABD ve diğer emperyalist devletlerin ambargosuna maruz kaldı ama Sovyetler Birliği’nin yardımlarının da katkısıyla ayakta kaldı, ve sağlık, eğitim ve sosyal alanlarda birçok kapitalist ülkeden daha iyi bir performans sergiledi.
Devrimden önce sadece 6.000 doktora sahip olan Küba, 2014 yılında nüfus başına en çok doktora sahip olan üçüncü ülke hâline geldi (10 bin vatandaşa 67,2 doktor). Bunun yanında Küba, tüm vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti sunan nadir ülkelerden biridir. 2015 yılında anneden çocuğa geçen AIDS’i engellemeyi başaran ilk ülke unvanını alırken, 1985 yılında Menenjit B hastalığına karşı aşı geliştiren ilk ülke oldu.[2]
Ayrıca 1982 yılında başlatılan aile hekimliği sistemiyle de toplumun sağlık hizmetlerine ulaşımı arttı ve her 500 kişilik alandan sorumlu olan bir aile hekimliği servisi sağlandı. Bu aile hekimi sistemi civardaki hastaların muayenelerinden ve doğumlardan sorumludur. Sağlığın topluma ulaşılabilir ve ücretsiz olması Küba’nın sağlık karnesini büyük bir ölçüde geliştirdi. Özellikle çocuk sağlığı alanında ilerlemeler kaydeden Küba, 1970 yılından önce çocuk felcini, 1990’lı yıllara gelmeden de kızamığı ortadan kaldıran ilk ülkedir. Küba eğitim açısından da devrimden sonra şaha kalktı, devrimden önce halkın yüzde 70’ine eğitim verecek sayıda okulun olmaması gibi temel sıkıntılar, eğitim sektöründeki topyekûn kamulaştırma ve sistem değişikliğiyle büyük ölçüde giderildi. Okuryazarlık kampanyaları altında 100.000 öğretmen kırsal bölgelere gönderildi ve 2000 yılının sonunda okullaşma oranı yüzde 94, okuryazarlık oranı da yüzde 97 oldu.[3]
Son olarak, COVID-19 pandemisinde de kilit bir ülke olan Küba’nın, birçok gelişmiş ülkeden önce kendisinin geliştirdiği Abdala aşısı virüse karşı yüzde 92’lik bir etkinliğe sahip oldu. Devletin yönettiği BioCubaFarma’nın ürettiği bu aşı Moderna ve BioNTech Pfizer gibi aşılara rakip olma potansiyeline geldi ve hükûmetin hedeflerine göre ağustos ayına kadar nüfusun yüzde 70’inin üç dozlu olan Abdala aşısını alması hedefleniyor.[4]
Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Amerikan ambargosu elbette Küba’nın ekonomik problemler yaşamasına yol açtı, bu inkâr edilemez bir gerçektir. Ama 70 yıllık ablukaya maruz kalan küçük bir ada ülkesinin sağlık alanında ortaya koyduğu performans göz önünde bulundurulursa sosyalizmin bu başarıdaki hakkı yenilemez. İkinci yazımda, pandeminin Küba ekonomisini nasıl vurduğunu, protestoları ve neden emperyalist ülkeleri ve yandaş medya kuruluşlarından ziyade Castro’nun devrimine sahip çıkılması gerektiğini anlatacağım…
Referanslar
[1] Martin, J. (2019). “The Cuban Revolution-60 years on”. Socialist Appeal.
[2] Alpaslan, K. (2020). “Küba’nın tıptaki başarısının bir özeti: ‘Sağlık’lı sosyalizm”. Gazete Duvar.
[3] Belek, İ. (2019). “Küba Sağlıkta Neden ve Nasıl Başarılı Oldu”. Madde, Diyalektik ve Toplum.
[4] Pieper, O. (2021). “Cuba’s COVID vaccine rivals BioNTech-Pfizer, Moderna”. DW.
Fotoğraf: Alexander Kunze, Unsplash.