Ruhumuza Tesir Eden Kuvvetli Bir Mesele Var (2)

Dünyada hakkında en çok yazı yazılan, fikir yürütülen şey herhâlde aşk olsa gerek. İnsanın ruhuna tesir eden bu kuvvetli mesele üzerine çok çeşitli anlatı ve yorumlar bulmak mümkün. Benim en çok dikkatimi çeken şey ise, yanmak üzerine olan hikâyelerdir. Bunların en anonim olanı herhâlde ateşe uçan pervane misalidir. Birçok esere konu olan pervane kelebekleri, ışığa ve ateşe doğru uçarlar. Sevdiklerine yakın olmak uğruna, can vermeyi göze alırlar. Özdemir Erdoğan, bana ellerini ver adlı eserinde bu durumu “Bak pervanelere döndüm seni görünce, yana yana kül olsam…” diye anlatır. Pervane kelebekleri, aşkın ateşini anlatmak için harikulade bir metafordur. Öte yandan, 20. yüzyılın ortalarında yaşayan Türk ozanı Âşık Mahzuni Şerif, bir eserinde durumu daha bir kederli açıklar:

“Kanadım değdi sevdaya

Kondum kondum uçamadım

Aşk şarabın doya doya

Yandım da içemedim.

Oy tabip şu yarayı

Sar sara bilirisen

Sevda ateş bir kaledir

Var vara bilirisen…”

 

Öte yandan, şarkıları dillerden düşmeyen Anadolu rock efsanesi Cem Karaca, bir şarkısında yine kuş ve kanat metaforunu kullanarak konuya farklı bir bakış açısı getirir:

“Sevda kuşun kanadında

Ürkütürsen tutamazsın

Ökse ile sapanla

Vurursun da saramazsın…”

 

Aşkın yolunun yanmaktan geçtiğini söyleyen Âşık Mahzuni ve Cem Karaca’nın eserlerini bir başka açıdan yorumlayacak olursak, meselenin en önemli gerekliliklerinden bir tanesinin de vuslatla neticelenmemesidir.

 

2013 yılında vizyona giren ve yönetmenliğini Yılmaz Erdoğan’ın yaptığı, Kelebeğin Rüyası adlı unutulmaz sinema filmi de aşk üzerine örnek gösterebileceğimiz önemli eserlerden bir tanesidir. Zonguldak’ta yaşayan iki genç şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatını konu alan eşsiz yapıt, yine vuslata eremeyen bir aşkı konu eder. Filmin acıklı sahnelerinden birinde, Şair Muzaffer’e yazdığı mektuplara cevap alamayan Suzan karakteri, isyanını şu şekilde dile getirir: “Sevgili şair, belki de sen haklısın. En iyisi susmak. Susmak ve unutmak. Unutmak mümkün değilse de belki hatırlamamak. Ne de olsa ikisi de aynı şey değil, öyle değil mi?”

 

***

 

Sevdiğine kavuşamamanın farklı sebepleri olabilir. Öyle ya, her aşkın koşulları başkadır. Kimi zaman hayat farklılıkları, kimi zaman aile, kimi zaman ise fazla tutku kaynaklı birbirini yakış sebep olur vuslatsızlığa. Sebep her ne olursa olsun, bazen uzaktan sevmenin mümkünatı daha fazladır.

 

Uzaklardaki sevgilisi, Alev Ebuziyya’ya bir türlü kavuşamayan ünlü şair Edip Cansever, bir mektubunda kederini şöyle ifade eder: “Sevgili Alevim, Şimdi de üzüldüğümü düşünmene üzülüyorum. Yok Alevci, yok öyle bir şey! Acı da, keder de, mutluluğu pekiştiriyor aslında. Ve ben, duyduğu mutluluğu hak etmiş insanların erincini taşıyorum içimde. Kuşkular, yıkıntılar, acaba’lar… Bir de bakıyorsun, her şey daha yakın, daha güzel ve daha etkili. Bir isyan, mitolojik bir gözleme dönüşüyor sanki. Bir söz, binlerce masalın yükünü taşıyor. Trajedi? O zaten var…”

 

Bazen uzun olur, bazen kısa. Kimi zaman ömür boyu sürer, kimi zaman ise bazı şeyleri göstermek ve öğretmek için hayatınıza girer ve görevi bitince gider. Yaşanılan duygu yoğunluğu her ne olursa olsun, tüm aşklar, bir yolculuktur. Gideceğin yere varmasan bile, yol çok şey öğretir. Sonucun ne olacağı konusunda endişelenmeden yolun tadını çıkarmak gerekir. Bazen, yolda gitmek de o kadar kolay olmayabilir ama o da başka bir yazının konusu olsun. Yazıyı, ünlü şair Konstantinos Kavafis’ten bir alıntıyla bitirmek istiyorum: “İthaka’ya doğru yola çıktığın zaman, dile ki uzun sürsün yolculuğun…”

 


 

Fotoğraf: NikolayFrolochkin, Pixabay.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir