Unutulmaya terk edilmiş, umursuzca yanından geçtiğimiz antik kent Salamis’in şu ana kadar oldukça küçük bir çapının kazılmış olduğu bilinmektedir. Bu demek oluyor ki, antik kent adanın doğu koyunda hâlen saklı duruyor.
Teknolojinin bize hâkim olduğu bir çağda, bu tarihî anıtın bizim jenerasyonumuza sağlayabileceği bilgiler ve düşünsel dürtüler göz önüne alınmıyor. Salamis yıllarca fiziksel ve sosyal açıdan izole edilmiş, hatta maddi bir mantıkla yürütülen tarihî eser kaçıkçılığına maruz kalmıştır ki bu toplumumuzun cehaletini ve benmerkezci anlayışını özetleyen bir örnektir. Ancak, bu tehlikeli düşünce yapısının biz gençlik tarafından zamanla iyileştirilebileceğine inanıyorum. Böyle bir değişimin ilk adımı, bu antik alandan “harabe” diye bahsetmeyi durdurarak atılabilir. Küçük bir ayrıntı olmasına rağmen, “harabe” kelimesinin getirdiği olumsuz çağırışım, Salamis’in sadece yıkık taş blokları olduğunu ima ederek, içeriğini değersizleştirir. Buna karşın, kültürel mirasımız olan Salamis’i ziyaret edip, içinde sakladığı ayrıntıları ve hikâyeleri incelersek, geçmiş insanlığın üstün yaratıcılığı ve mühendisliğinden farklı hususlar öğrenebiliriz.
Geometrik, arkaik, klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinden Salamis’te yerleşim olduğu bilinmektedir… Alanın her içeriği mimari, tarihî, politik ve sanatsal değerle kıvılcım saçmaktadır. En son beş yıl önce Ankara Üniversitesi tarafından bir arkeolojik kazı söz konusu olmuştur. Fakat Salamis halkımız arasında popülarite kazanırsa, araştırma ve kazı talebi artışa geçebilir ve bilinçli bir nesil olmaya bir adım daha yaklaşabiliriz. Tarihin daha da ortaya çıkarılması bizim ellerimizde.
Salamis’te yerleşim göstermiş olan Antik Yunanların, Batı uygarlığının altyapısını oluşturduğunu çoğu zaman değerlendirmiyoruz. En basiti hamam kullanımından, ahlaki etiğimize kadar bizim yaşamımızın kökenleri antik kent Salamis’te görülebiliyor. Örneğin, bu makalenin kapağında görülebilen Salamis mozaiği, Leto’nun çocuklarını ele alan ve kendini beğenmişlik üzerine olan inançlarımızı açıkça temsil eden bir efsanedir. Bu mitte Niobe bir düzine çocuğu olduğu için çalım satıyor ve Leto’nun sadece iki çocuğu olduğu için onunla alay ediyor. Bunun üzerine Leto’nun çocukları, Artemis ve Apollo, Niobe’nin evlatlarını tek tek katlediyor. Kısacası, gösteriş yapmaya dair negatif algı verimiz ve daha bir çok anlayışımız, bizim Grek atalarımızın mitolojik efsaneleri tarafından şekillendirilmiştir.
Antik Yunanların oluşturduğu en ilgi çekici konsept “altın oran” olabilir. Altın oran: “Bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısıdır.” Bu matematiksel teorinin Da Vinci tarafından da “kutsal oran” (“divine proportion”) olarak ele alındığı, sanatsal/mimari eserlerde kullanıldığında göze hitap edici bir his yarattığı düşünülüyor. Parthenon Tapınağı ve figür heykelleri gibi antik kalıntılarda da görülebiliyor. Greklerin geometrik izini, Rönesans eserlerinden modern logolarına kadar görebiliriz. Vurgulamaya çalıştığım, eğer Salamis gibi antik alanları, tarihi ve fikirleri geçmişten bir kütüphane gibi bilgi kaynağı olarak görürsek, tarihteki yerimizi anlayıp, 21. yüzyıl yaşamımızı daha net algılayabilir ve geleceğe daha keskin bir vizyonla bakabiliriz.
Bu ütopik bir düşünce gibi duyulsa da her arkadaş grubu tekrar tekrar aynı yerleri gezmektense, böyle bir alana gitmeyi planlayabilirler. Dünyanın her yerinden turistler Salamis’in tadını almak için Kıbrıs’a geliyor, bize kolay erişimi olan bu zenginliğimizi fark etme zamanı geldi.
Hasan Tekel’in sunduğu arkeolojik ve teknik danışmanlık için saygılarım ve minnettarlığımla…
Kaynakça:
- Altın Oran Derneği, “Altın Oran Nedir?”, 2014 http://www.aoder.org.tr/tr/altin-oran/36.aspx
- Gary Meisner, “Da Vinci and the Divine Proportion in Art Composition”, 2014 https://www.goldennumber.net/leonardo-da-vinci-golden-ratio-art