Doğa oldum olası büyülemiştir beni çeşitliliği, tahmin edilemezliği ve vahşiliğiyle. Onu dinleme, gözlemleme ve keşfetme şansını yakalarken kendimle de tanışma fırsatını bulmak, anlamsız bir gürültü ve gündelik kaosun tutsak aldığı şehirlerde bulunamayacak bir huzura kavuşmamı sağlıyor. Yaşamanın nasıl hissettirdiğini fısıldıyor. Kendi kanaatimdir ki doğadan her zaman öğrenilebilecek bir şeyler vardır. İlham almayı bilene tabii… Zaman zaman dış dünyayla arasında soyut duvarlar olan o düşünüre dönüşsem de, biraz daha düşündüğümde düşüncelerimin tabiat kaynaklı olduğunu fark ediyorum. İster bir ormanın ortası, dağın tepesi ya da gölün kenarı olsun, kendimi doğayla iç içe bulduğum an birçok kavramı sorgulama kabiliyetim zirveye ulaşıyor. Belki de olması gerekenden fazla düşünüyorumdur sadece. Ya da doğa ve insan arasındaki benzerlik çıplak gözle görünür hale geliyordur ve yaşamın sırları doğanın dilinden dökülmeye başlıyordur…
Yüksek ihtimalle ilk cümlelerimi okurken başlığın ne anlama geldiğini merak ediyorsunuzdur. Türkçe karşılığı mor yapraklı orman gülü olan ve Fundagiller (Ericaceae) familyasına ait 1.024 türden sadece bir tanesi Rhododendron ponticum. Yaklaşık olarak iki yıldır ilgimi çekmekte olan bu tür İspanya, Portekiz, Türkiye, Lübnan, Bulgaristan ve Kafkasya’ya özgü bir Victoria egzotiği ve bir işgalci (invasive). Araya biraz bilimsel açıklamalar katacak olursak, istilacılar veya işgalciler yerli olmadıkları bölgelerde hayatta kalma ve popülasyonlarını hızla çoğaltabilme potansiyeline sahiptirler. Estetik görünümüne rağmen R. ponticum bugün İskoçya, İngiltere ve Galler’deki yerli bitki örtüsünü kalın yaprakları sayesinde ışığı bloke ederek olumsuz şekilde etkiliyor. Ayrıca, insanlar üzerinde bir etkisi olmasa da bazı hayvanlarda Rhododendron zehirlenmesine yol açıyor. Biyolojik çeşitliliği seyreltmesi (biotic homogenization) ve ekosistem işleyişini etkilemesi sebebiyle özellikle İngiltere’nin kırsal kesimlerinde yakılarak, kökünden sökülerek ya da bitki öldürücü maddeler (herbisit) enjekte edilerek doğal denge sağlanmaya çalışılıyor.
Bu göz kamaştırıcı istilacının trajik sonu bana kendi hayatımızdan bir şeyler anımsatıyor, düşüncelerim başka bir yönde yoğunlaşıyor. İçtenlik ve samimiyetin git gide azaldığı günümüzün dünyasında “gerçeklikten uzak” insanların varlığını hatırlıyorum. Ruhlarının bedene sahip olduğunu değil, bedenlerinin ruha sahip olduğunu sanan ve karanlık yanlarını parlak kabuklarının gizli köşelerine saklayan insanlar. Kabullenmek lazım ki tüm insanlar göründükleri gibi değil, her insanın aynı olmadığı gibi. Özünde oldukları ile dışarıya yansıttıkları muazzam bir şekilde çelişenler, diğerlerinin sahiciliğinden faydalanır, algı oyunları aracılığıyla da maniple etmeye çalışırlar. Duygusal sömürülere sebep verip kendinizden ödün vermenize yol açarlar ve Rhododendron’un aksine trajik olan onların sonu olmaz.
Eğer siz de benim bu satırları yazarken olduğum gibi karanlık bir odadaysanız ve duyabildiğiniz en yüksek ses düşünceleriniz ise, hayatınızdaki insanları ve neden orada olduklarını bir düşünün. Gözünüzü açın ve duygusal işgalcilere karşı müdahalede bulunun. Gerekirse ilişkilerinizin kökünü sökün, yakın hatıralarınızı. Bırakın etrafınızı fikirlerinizi geliştirecek, hayallerinizi bir sonraki seviyeye taşıyacak ve sizi entelektüel olarak yükseltecek insanlar sarsın. Kim olduğunuzun, kim olmak istediğinizin farkına varın ve çevrenizi o doğrultuda seçin. Düşünce mekanizmanızın ve perspektifinizin nasıl etkilendiğini fark edecek, ışığı tekrardan görebileceksinizdir.
Her şey bir düşünceyle başlamaz mı zaten?
Eğer bir insanın düşünceleri değişiyorsa, hareketleri de değişir. Olaylara karşı tutumu ve yaşam biçimi değişir.
Ve bir insanın nasıl yaşadığını da bir diğer insanın nasıl yaşadığı değiştirir.
Çünkü bir insanın hayatında iz bırakabilecek en büyük şey de başka bir insandan başkası değildir.