Son beş gündür sosyal medyada dolaşan bir “kınama mesajı” var. Yenile kurulan Birleşik Krallık Kıbrıslı Türk Öğrenci Federasyonu (BK-KTÖF), bir Kıbrıslı Rum öğrenci örgütü olan FPK Protoporia’nın imza toplama girişiminde “bütün Kıbrıslı öğrencilerin” iradesini temsil ettikleri iddiasını, “Kıbrıslı” tanımında “Kıbrıslı Türkler”in bir görüşünü açıkça temsil etmedikleri açısından reddetti.
Bu olayın arkasında sadece öğrenciler arası bir anlaşmazlıktan öte, tanınmamışlık ile gelen “yok sayma” mevcut. Öyle ki, Kıbrıs’ta doğmuş, Kıbrıs’ta büyümüş, Kıbrıs’ta eğitim almış ve hatta Kıbrıs’ta ölmüş birini bile, uluslararası alanda “yok saymak” mümkün.
Şimdi ilk paragrafta açıkladığım durum asla çelişemez. Zira, “bütün Kıbrıslı öğrenciler” deyimi sadece yasal olarak Kıbrıs Cumhuriyeti kimliğine sahip öğrencilerden bahsetse bile, bugün Birleşik Krallık’ta eğitim alan çoğu Kıbrıslı Türk öğrenci, daha doğrusu özellikle Avrupa ülkelerinde eğitim alan öğrenciler, Kıbrıs Cumhuriyeti kimliklerine sahiptirler. Bunların arasında kendim olmasam bile, yani yasal olarak belki Federasyon’un söylemi bana karşı çeliştirilse bile, bu bahsettiğim arkadaşlara danışmadan bu imza kampanyasını başlatmak, olaya daha büyük bir pencereden bakmayı gerektiriyor.
***
Büyük pencere demişken fazla iddialı konuşmayım. Kimsenin bilmediği bir şeyi açıklayacağımı düşünmüyorum. Hatta genel olarak doğru olan bir şey de açıklayacağımı düşünmüyorum. Sadece “tanınmamışlık” ile büyüyen bir birey olarak, kendimce, söylenen söylemlerin biraz dengesiz olduğunu açıklamak istiyorum.
Garip olacak ama, René Descartes ile başlamak isterim. Descartes, varlığını nasıl asla çelişemeyecek bir şekilde kanıtlayacağını düşünmeye başladığında, tam da düşünebildiği için var olduğu kanısına vardı. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” (Cogito, ergo sum.) ile çelişemeyecek tek şeyin zaten düşünebilme kapasitemiz olduğudur. Ona göre bu kapasite tanrının bir hediyesidir, o yüzden doğal olarak yanıltıcı olamaz.
Descartes, varlığını kanıtlarken tek hedefi aslında tanrının varlığını kanıtlamaktı. Benim öyle bir hedefim yok. Benim hedefim daha naçizane, daha mütevazı. Ben var olduğumu kanıtlamak isterim ki, var olmadığım gibi davranılmasın.
Aslında “var olmak”tan öte, kanıtlamak istediğim benim de “Kıbrıslı” olduğum. Komik bir durum olduğu gerçeği doğru. Doğduğum ve büyüdüğüm, kültürünü sahiplendiğim, parçası olduğunu hissettiğim bir toprak parçasının, benim bir mensubu olduğumu göstermeye çalışmak ne kadar zor olabilir ki?
***
Bu konu üzerine pek çok kez konuşuldu elbette. Birçok kitap “Kıbrıslı Türk” kimliğinin nasıl geliştiğini yazdı; birçok lider “Kıbrıslı Türk” olmayı farklı şekilde yorumladı. Günün sonunda ben kendi kimliğimi oluşturacağım için başkalarının “Kıbrıslı Türk” olmayı nasıl yorumladığından çok, kendimin ne hissettiğini öğrenmek istedim.
Öncelikle kendime sordum: Ben nerede yaşamak isterim? Cevabım Kıbrıs oldu. Belki bunun sebebi dünyadaki her yeri gezmiş olmadığımdır, fakat zaten o kadar vaktim veya kaynağım yok. Kendime ikinci sorduğum soru ise: Ben Kıbrıs dışındaki ülkelerde, Kıbrıs’taki gibi yaşayabilir miyim? Cevabım hayır oldu. Hellimiydi, macunuydu, mücendrasıydı, folkloruydu, çekilmez yaz sıcağıydı; belki başka yerlerde hepsini bir araya getirebilirdim ama sonuç olarak kendimce olduğum yeri Kıbrıs yapmaya çalışmış olacaktım. Belki olduğum ülkelerde “daha iyi” koşullarda yaşayacaktım? Olabilir, hatta muhtemelen doğrudur, fakat benim “daha iyi” yaşam koşullarım, ilk iki sorunun cevaplarına bağlı zaten. Bu da kendime sorduğum son soruydu.
Belki biraz ayak üstü oldu, belki biraz fazla kişisel oldu, ancak bu soruları sorarak kendimi kandırmışsam bile, başkasının beni kandırmasına niye izin vereyim?
***
Dediğim gibi, iddialı değilim. Bir “Haksızlık!” haykırışı yapmıyorum. Beni “Kıbrıslı” görmeyenlere kızmıyorum. Aradığım, sorguladığım şey, bu görüş aykırılığı, bu fikir kutuplaşması, neden bu kadar dengesiz?
René Descartes’ın, var olduğunu “kanıtlaması” mükemmel değil. Birçok soru işareti bıraktı arkasında. Beni “Kıbrıslı” yapan da mükemmel değil, fakat bu kadar soru işareti neden?
Dediğim gibi, yeni bir şey söylemiyorum, yeni bir şey sormuyorum. Cevaplarını bile kestirebilirim elbette, fakat dengesiz soruların cevapları da tatmin edici olacak değil.
O zaman neden bu yazıyı yazdım? Dengesizlik karşısında sessiz kalacak değilim. Çünkü, asıl mesele kendimi kandırdım ve “Kıbrıslı” olduğuma dibine kadar inandım, şimdi başkalarını da benim “Kıbrıslı” olduğuma inandırmam gerek.
Benim “tanınmamış” olmam, benim “yok” olduğumu göstermez. Ben dünyaya bunu göstereceğim.
Fotoğraf için tıklayınız.