Eğer annenizin sözünden çıkmayıp kendinize iyi baktıysanız, günlük C vitamininizi almayı, kazağınızın altından atlet giymeyi ve saçlarımızı kurutmadan evden dışarı çıkmamayı ihmal etmediyseniz, tebrikler, büyük bir ihtimalle NHS’le (İngiltere Devlet Sağlık Hizmeti) üniversite eğitim süreci boyunca bir diyaloğunuz olmamıştır. Eğer benim gibi bunların hepsi bir kulağınızdan girip öbüründen çıktıysa (özür dilerim anne), hatta üstüne üstlük (bilinçsizce) vejetaryen olmaya kalktıysanız (Kıbrıslı ailelerin korkulu rüyası) ve NHS’e birkaç kez gitmek durumunda kaldıysanız, NHS’ten büyük ihtimal bayağı bir şikâyetçisinizdir.
“Kolayına randevu alamıyoruz, alabilirsek bu dilediğimiz kadar erken olmuyor, olsa bile uzun sıralar bekliyoruz, bekleyip doktorla görüşsek bile doktor bizi düzgün incelemeden hemen geri yolluyor. Zaten internette de görüyorum kimse memnun değil.” Bir dizi şikayet saymıştım Kıbrıs’a döndükten sonra soranlara. “Oysa ki Kıbrıs’ta böyle mi?” diye de eklemiştim: Başım ağrırkenden, belim sızlarkenden hemen bir doktora görünebiliyordum. Ama şimdi hızlıca ileri iki sene sararsak, NHS hakkındaki tespitlerim değil ama şikayetçi tonlamam değişti diyebilirim.
NHS, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, o zamanlar hükûmette olan Clement Attlee’nin liderlik ettiği İşçi Partisinin refah politikalarının bir parçası olarak 1946’da yasaya geçirilip, 1948’de hastalara bakmaya başladı.[1] Basit bir mantığı vardı: İnsanlara bedava sağlık sistemi sunarak halkı daha sağlıklı yapacaktı, böylece sağlığa ayrılan kamu harcaması düşecekti. Ne var ki, çeşitli nedenlerden dolayı bu gerçekleşemedi: Ortalama yaş süresi arttıkça, yaşlanan nüfus sağlık hizmetlerine daha çok ihtiyaç duydu, sistemin ücretsiz oluşu daha fazla hasta teşvik etti, hastaların NHS’ten beklentileri hızlıca yükseldi, vesaire. Sonrası basit ekonomi: Kaynakların kıtlığı bağlamında bu denli yükselen talebe arz yetişemedi, ve belli bir tayın sistemi (rationing) ortaya konuldu.[2]
Kaynakların kıtlığı ortadayken, tayın sistemi çaresinin kendisinden şikayet ediyor olamayız. Dolayısıyla bir şikayetimiz varsa, bu daha çok tayın sisteminin nasıl işlediğine dair olmalıdır. Ama Doğru Cevap’ı bulmak, sandığımız kadar kolay mı sahiden?
NHS’in anayasasının ilk maddesi; NHS’in cinsiyet, ırk, engellilik, yaş, cinsel yönelim, din, inanç, hamilelik, annelik, evlilik veya sivil birlikteliğe aldırmaksızın herkese açık olduğunu vurgular. Yani en başından beri buram buram kokan bir eşitlik felsefesi kökleşmiştir NHS’te. Hâl buyken, eşitlik olamaz mı tayın sisteminin çarklarını döndüren? Eğer öyleyse, aynı çeşit ve aynı derecede hasta olan iki kişinin gereken tedaviye eşit hakları olduğunu görebiliriz. Ne yazık ki kulağa ne kadar basit duyulsa da, bu aklımızdaki bütün soruları silmez, silemez: Hangi faktörler hastaların yeterince benzer veya yeterince farklı durumlarda olduğunu belirler? Bu faktörleri kim belirler? Akciğer nakline ihtiyaç duyan bir hastayla bir alkolik veya püfür püfür sigara içen hastalar aynı sayılır mı? Sayılmalı mıdırlar?
E eşitlikten başka bir yol bulanamaz mı yani? Bulunur tabii. Mesela ihtiyaçlar üzerinden ilerleyelim. Bu mantığa göre, öncelik hastanın tıbbi ihtiyaçlarına göre belirlenir. Tıbbi olarak düşündüğümüzde, hâliyle ilk sırayı hayatta kalmak için tedaviye ihtiyacı olan hastalar alacaktır. Yine de, bu düşüncenin de zorlukları vardır. Ya bu tedavinin tek yapabildiği hastayı bir alete bağlayıp sadece hayatını uzatmaksa ama hasta için ailesiyle özgürce geçirebileceği bir mutlu hafta senelerce bir alete bağlı kalmaktan önemliyse? İhtiyaçları neye göre belirler, neye göre sınıflandırırız? Bel fıtığı olan bir hasta mı daha önceliklidir, yoksa depresyondaki mi?
Daha faydacı (utilitarian) mı düşünsek? Olur. Bu defa da diyelim ki, NHS’in amacı sağlık kazanımlarını en üst seviyeye çıkarmak olsun, vereceği hizmeti de maliyet-fayda analiziyle belirlesin. Fakat maliyet verimliliğini nasıl belirlemeliyiz? Tedavinin kişiye getirdiği yararlara mı bakmalıyız sadece, yoksa daha kapsamlı düşünmeli miyiz? Bir hastaya öncelik verirken, o hastaya bağlı olarak yaşamını sürdürenleri, mesela çocuklarını, kayda almalı mıyız? Yoksa bu arkadaşsız ve/veya çocuksuzlara karşı ayrımcılık mı getirir? Doktor olan bir hastaya bir evsize nazaran öncelik sunmalı mıyız? Yoksa bu haksız bir hiyerarşi mi yaratır?
Tabii ki, başka temeller de düşünebilir tayın sistemi için… Hastaya öncelik, hastanın yaşına, hastalığındaki kişisel sorumluluğuna, kamuoyu fikirlerine vs. göre de belirlenebilir. Fakat her yöntemin, yukarıdakiler gibi, kendince zorlukları olacaktır.
Bu durumda NHS’e haksızlık yapıyor olabilir miyiz?
Sorum tamamen “retorik” değil aslında. NHS’in mükemmel olduğunu kesinlikle iddia etmiyorum; değiştirilebilecek, değiştirilmesi gereken birçok sorunu var. Fakat konu kaynak ayrımına gelince Doğru Cevap’ın bir yanılgı olduğunu, aslında tıbbı pozitif hukuk gibi görmek yerine tıbbın da siyasi kararlar içerdiğini anlamamız gerek. Faydacı mıyız, bireyci mi? Veya daha eşitlikçi miyiz yoksa statüleri değerli mi buluyoruz? Konuları tıbbileştirmek bizi bu sorulardan ne kadar uzaklaştırıyorsa, verdiğimiz cevaplar bir o kadar bu düşüncelerimizle şekilleniyor aslında…
Referanslar
[1] https://www.theguardian.com/society/2018/jun/24/nhs-cultural-revolution-health-service-staff-patients?fbclid=IwAR0wue-K2g6pCXOBgdresyfmYWPT7E7kOqMRJEzcWxkgyX8MNLmTuk8g1yQ
[2] Jackson, E. (2016). Medical Law: Text, Cases, and Materials.
Fotoğraf için tıklayınız.