Akıncı Birleşik Krallık Parlamentosunda Neden Konuşamadı?

Kıbrıs Türk Liderliğinin Siyasi Hareket Kabiliyeti ve Statüsü Üzerine Bir Vaka Çalışması

 

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Kıbrıslı Rum lider/Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in New York’ta Kıbrıslı Türk lider/Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nin bilgisi dışında bir görüşme gerçekleştirmeleri, Kıbrıslı Türkler arasında siyasi kaderlerinin üzerinde ne kadar söz sahibi olduklarına dair ezelden beri duydukları varoluşsal kaygıları tekrardan pekiştirdi. Siyasi çevrelerin genel kanısı, Türkiye’nin Kıbrıs sorunu hakkında Kıbrıslı Rumlarla doğrudan görüşmesinin, Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitlik talebiyle örtüşmediği ve Kıbrıslı Türklerin seçilmiş iradesinin devre dışı kalabileceği yönündedir. Cumhurbaşkanı Akıncı bu kaygıları gidermek için Kıbrıslı Türkler adına temsiliyetin nihai olarak seçilmiş liderlikte olduğu ve bunun ancak Kıbrıslı Türkler tarafından “devre dışı” bırakılabileceğini açıkladı.

 

Kıbrıslı Türkler olarak siyasi evrendeki yerimizin ve seçilmiş irademizin pratikteki kıymetinin ne olduğunu anlamak için ilgili tarafların göz boyayıcı söylemlerinin ötesine bakmalıyız. Bu yazıda geçen sene yakından gözlemleme fırsatımın olduğu bir vaka üzerinden tam da bu meseleyi, Kıbrıs Türk liderlerinin pratikteki siyasi hareket kabiliyetinin ve statüsünün ne olduğu meselesini ele alacağım. Daha geniş bir tartışmaya fırsat vermek için kendi analizimi yazıda en sona saklayıp, elle tutulur hakikatleri ön plana çıkaracağım.

 


 

Birleşik Krallık parlamentosunun yer aldığı Westminster Sarayı’nda uzmanlar ve siyasi temsilciler tarafından güncel meselelerin ele alındığı ve ilgili vatandaşların da çoğu zaman tartışmaya katılabildiği oturumların düzenlendiği komite odaları vardır. Bu oturumlara Avam Kamarası ya da Lordlar Kamarasından bir temsilci tarafından ev sahipliği yapılmak zorundadır. İlgili vatandaşlar bu oturumlara katılmak için Westminster Sarayı’nın ana caddeye bakan Cromwell Kapısından girip, havaalanlarındakilere benzeyen kısa bir güvenlik noktasından geçmeleri gerekmektedir. Katılım için kıyafet zorunluluğu yoktur ve herhangi bir kimlik kontrolünden geçilmez, ancak genellikle önceden online bir katılım formu doldurulması gerekir.

 

Londra merkezli the Centre for Turkey Studies (CEFTUS) isimli düşünce ve lobi kuruluşu yıllardır hem Türkiye hem de Birleşik Krallık’ı ilgilendiren meseleler üzerine bu komite odalarında halka açık etkinlikler düzenlemektedir. Benim de sıkça katıldığım bu etkinliklerde Türkiye’deki pek çok farklı gelenekten siyasetçi ve analistle tanışma ve tartışma fırsatım olmuştur. Bildiğim kadarıyla CEFTUS non-partisan bir kuruluştur, ancak Londra’ya 1990’larda Türkiye’den göç etmiş Kürt bir ailenin mensubu olan direktörleri İbrahim Doğuş 2017 seçimlerinde İşçi Partisinin Cities of London ve Westminster seçim bölgesinden adayı olmuştu. Genel olarak CEFTUS’un Birleşik Krallık ve Türkiye’de çok ciddi bir siyasi ve iş çevresi ağı olduğunu ve bu ağı iki ülke arasındaki ilişkileri pekiştirmek için kullandığını söyleyebilirim.[1]

 


 

Tam da bu sebeplerdendir ki Kasım 2017 ortalarında Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın o ayın sonunda yapacağı Londra ziyareti sırasında CEFTUS’un parlamento komite odalarında düzenleyeceği bir etkinlikte konuşacağını duyunca heyecanlanmıştım. İşin ilginci, bu etkinliğin “Joint Forum with Mustafa Akıncı, President of TRNC” adı altında duyuruluyor olmasıydı! Böyle bir etkinlikte Akıncı’nın “President”, yani Cumhurbaşkanı sıfatıyla katılacağının duyurulması önemliydi. Akıncı’nın bu sıfatla Birleşik Krallık’ta etkili siyasetçiler karşısına çıkması ilginç bir vukuat olacaktı. Hiç gecikmeden 22 Kasım 2017 Çarşamba günü 11. Komite odasında akşam 7’de başlayacak olan etkinliğe internet üzerinden kaydımı yaptırdım.

 

 

Nitekim etkinlik gerçekleşmedi. Duyurudan iki gün sonra ve etkinlikten tam iki gün önce, 20 Kasım 2017 günü CEFTUS aşağıdaki e-postayı göndererek etkinliğin iptal edildiğini duyurdu. Etkinliği Akıncı’nın zaman kısıtlılığından dolayı iptal ettiğini beyan ediyorlardı. Ancak sessiz sedasız etkinliğin adının değişmiş olması dikkatimden kaçmamıştı; etkinlik gerçekleşmeyeceğine rağmen Sn. Akıncı’nın sıfatı “KKTC Cumhurbaşkanı” değil “Kıbrıs Türk Lideri” olmuştu. CEFTUS’la geçtiğim irtibatta bana etkinliği ziyareti sırasındaki sıkışıklığından dolayı Akıncı’nın iptal ettiği yinelendi.

 

 

Meşguliyetten dolayı böyle bir etkinliği Akıncı’nın, hem de “KKTC Cumhurbaşkanı” sıfatıyla tanıtılmışken, iptal edeceği bana inandırıcı gelmemişti. Bu CEFTUS’un yalan söylediğini düşündüğüm anlamına gelmez. Büyük ihtimalle Sn. Akıncı’nın ekibi onlardan gerçekten de zamanı bahane ederek iptal istemişlerdi. Yine de bu açıklama ile ilgili içime sinmeyen bir şey vardı.

 

Siyasi mantık bize Sn. Akıncı’nın, hele de unutmayalım ki Temmuz 2017’de Crans-Montana konferansının muğlak bir şekilde çökmesinden sonra, böyle bir etkinliğe, bırakın zaman yetmezliğinden dolayı iptal ettirmeyi, gerekirse diğer tüm görüşmelerini erteleyerek katılması gerektiğini söyler. Sn. Akıncı Londra’da kalacağı iki gün içerisinde Kraliçe tarafından çaya davet edilmemiş, bildiğim kadarıyla kendisine herhangi bir hükûmet yetkilisi ya da parti lideri tarafından da randevu verilmemişti. Yani makul bir şekilde varsayılabilir ki Sn. Akıncı’nın Londra’da bu etkinlikten daha itibarlı ya da Kıbrıslı Türkleri yurt dışında temsiliyet görevinin hakkını daha çok verebileceği bir randevusu o tarihlerde yoktu. Ayrıca Sn. Akıncı 2 günlük Londra ziyareti sırasında Westminster Sarayı’na zaten uğramış, ancak halka açık bir toplantıda ilgili siyasetçi ve dinleyicilere “KKTC Cumhurbaşkanı” sıfatıyla seslenmek yerine, zaten halihazırda Kıbrıs Türk siyasetini bilen ve destekleyen birkaç Avam Kamarası ve Lordlar Kamarası temsilcileri ile bir kapalı oturumda görüşmüştü. All-Party Parliamentary Group on TRNC üyesi bu temsilciler Kıbrıs Türk siyasetini zaten iyi bilmekte ve desteklemektedirler. O yüzden bu görüşmenin katma değerinin ne olduğu -hele ki diğer etkinlik zaman kısıtlılığından dolayı iptal edilmişken- şüphelidir.

 


 

Burada asıl sorulması gereken soru, Sn. Akıncı’nın “KKTC Cumhurbaşkanı” olarak duyurulduğu etkinliğe neden zaman ayıramadığı değil, “zaman bulunamadı” bahanesinin gerçekte neyi sakladığıdır? Bu soruyu sorarken şunları varsayıyorum:

1) Sn. Akıncı aklıselim ve de halkının çıkarlarını diğer her şeyin önüne koyan bir siyasetçidir, ve bundan yola çıkarak,

2) Dünyaya derdini duyuramamaktan şikayetçi Kıbrıslı Türklerin baş temsilcisi olan Sn. Akıncı’nın Birleşik Krallık parlamentosunda önemli siyaset belirleyicileri ve medyanın da katılım göstereceği bir etkinliği, zaman kısıtlılığı gibi içi boş bir sebepten dolayı, hele de zaten parlamentoya zaten başka bir kapalı oturum için gelecekken, kendi seçimi doğrultusunda iptal ettiği düşünülemez. Bunlardan yola çıkarak soruyu tekrardan soruyorum, Sn. Akıncı’nın dış temaslarının akışı nasıl belirlenir? Yani, daha soyut bir şekilde soracak olursak, bir Kıbrıs Türk liderinin hareket kabiliyetinin belirleyici unsurları nelerdir?

 

İtiraf etmeliyim ki iptali öğrendiğimde ilk şüphem Londra’da aktif ve güçlü olan Kıbrıslı Rum milliyetçi lobilerin ya da Kıbrıs Cumhuriyeti Londra Komiserliğinin etkinliği sabote ettiği olmuştu. Sn. Akıncı’nın “KKTC Cumhurbaşkanı” sıfatı ile duyurulması, teoride böyle bir sabotajın yüksek ihtimalli ve kolay olacağını düşündürüyordu. Ancak bu tarz sabotaj girişimleri, Sn. Akıncı’yı “KKTC Cumhurbaşkanı” olarak değil de “Kıbrıs Türk Lideri” olarak, tam da iptal duyurusunda yazıldığı gibi, aşılabilirdi diye düşünüyordum. Ayrıca eğer bu tarz bir girişim olmuş olsaydı, bunun Sn. Akıncı ya da CEFTUS ekibince yüksek ihtimalle kamuyla paylaşılacağını düşünüyordum. Her ne kadar benim için ilk şüphe Kıbrıslı Rum siyasi aktörler olmuş olsa bile bu yönde elimde herhangi bir kanıt yoktu. Milliyetçi Kıbrıslı Rum lobilerin ezelden beri dış girişimlerimizin kısıtlanmasında oynadığı rol hakkında bildiğim birkaç şey yine de bu seçeneği gözümde ihtimalli kılıyordu.

 

Etkinliğin iptalinin arka planı ile ilgili bazı detayları birkaç hafta sonra hasbelkader tanıştığım ve de iptal edilen etkinliğin organizasyonunda rol almış, adını etik sebeplerden ötürü paylaşamayacağım bir şahıstan edindim. Baştan söylemeliyim ki bu kaynağın sunduğu detaylar genel olarak benim burada aktarmayacağım bazı diğer gözlemlerimle örtüşmekte ve iptalin ana sebepleri olduğu iddia edilen iki ana noktanın ikna ediciliğini artırmaktadır. Bu şahsın bana aktardıklarına göre iptalin iki ana sebebi şunlardı:

  1. Türkiye Cumhuriyeti Londra Büyükelçiliği Sn. Akıncı’ya CEFTUS’un organize ettiği bir etkinlikte konuşmaması için tavsiyede bulunmuş.
  2. Akıncı Komite odalarına girmek için sıradan vatandaşların kullandığı ve güvenlik kontrolünden geçtiği Cromwell kapısını değil, bakanlar, milletvekilleri ve özel davetliler tarafından kullanılan diğer kapıyı kullanmak istemiş. Bu isteğinin mümkün olmadığı belirtilince, kendisinden güvenlik kontrolü sırasında kemeri ve diğer özel eşyalarının çıkarılmasının talep edilmesinin aşağılayıcı olacağını belirtmiş.

 

Birinci noktanın bütünlüğüyle anlaşılabilmesi için Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerinin belirleyici etken ve aktörleri üzerine çok uzun başka bir yazı yazmak gereklidir. Kendim gördüğüm kadarıyla ve özet olarak şunu söyleyebilirim ki, Londra’da Türkiye’nin mevcut hükûmetine yakın bazı iş ve medya organları bir süreden beridir CEFTUS’a karşı gayriresmî bir enformasyon kampanyası yürütmekte, kuruluşu ve onun direktörünü PKK terör örgütü ile bağlantılı olmakla ve terör örgütü lehine lobicilik yapmakla suçlamaktadırlar. Bu suçlamaların tek tek ne olduğu ve haklılık paylarının olup olmadığı ayrı bir meseledir. Ancak CEFTUS’un önceki senelerde aralarında daha sonra Türkiye’nin arama emri çıkarttırdığı PYD lideri Salih Müslim’in de olduğu Kürt siyasetçilerle etkinlik yaptığı doğrudur. Ayrıca Londra’da yaşayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan toplumun çok büyük çoğunluğunun mevcut Türkiye hükümetine muhalif olduğu da bilinir. Bu sebepten ötürü T.C. Londra Büyükelçiliğinin ana görevlerinden birinin Londra’da Türkiye veya Türkiye hükûmeti aleyhtarı olarak addedilen aktiviteleri listelemek ve İngiliz siyasetçilere Türkiye lehine lobi faaliyetlerinde bulunmak olduğu kuvvetle ihtimaldir. Bunları belirtmemin ana sebebi, Londra’da dönen bu lobicilik ve karşı lobicilik faaliyetleri arasında Sn. Akıncı’yı Birleşik Krallık parlamentosunda “KKTC Cumhurbaşkanı” sıfatı ile konuşturma girişiminde bulunan kuruluşun, mesela Türkiye’nin Avrupa ülkelerindeki yarı resmî lobisi olan Union of European Turkish Democrats değil de, terör bağlantılı olduğu gayrıresmî olarak iddia ve ima edilen CEFTUS oluşunun ironisine dikkat çekmek istememdir.

 

İroninin ötesinde bir Kıbrıslı Türk genci ilgilendirmesi gereken mesele, iptal edilenin yerine eşdeğer bir etkinliğin konamamasıdır. Varlık amacı Kıbrıslı Türklerin “iradesinin” temsiliyeti olan bir makamın Londra gibi Kıbrıslı Türklerin nispeten teşkilatlı olduğu bir yerde bile sesini gür duyurmak için araçlarının kısıtlı olması ve sunulan fırsatları kullanıp kullanamayacağının kendi kontrolü dışında dinamikleri olan bir sürecin akışına kalması, liderliğimizin hareket alanının ne kadar dar olduğunu gösterir. Kendi sesimizi kendi araçlarımız ve ağlarımızla duyuramadığımız gibi, önümüze çıkan fırsatları kullanıp kullanamayacağımız Türkiye siyasetinin dipsiz “algı savaşları” bataklığına bağlıdır.

 

İkinci noktadaki iddia eğer doğru ise durum biraz daha da vahim. Devlet itibarı denen şeyin devlet başkanının bedenini ilgilendiren merasim ve sembollerle teatral-performatif bir şekilde bilinir kılındığı herkesin içten içe farkında olduğu bir şeydir; “devlet olma” imajı ile “devlet adamlarının devlet adamı gibi davranması” arasında temel bir bağ vardır. Sn. Akıncı’nın güvenlik kontrolünden geçmesi, bunu yaparken pantolon kemerini çıkarmak durumunda bırakılması, hakikaten de itibarını zedeleyici olabilirdi. Ancak pragmatik bir şekilde bakılırsa, Westminster Sarayı’na yaptığı ziyaretten medyaya yansıyacak olan görseller, eğer kimse özellikle güvenlik kontrolünden geçerken fotoğrafını çekmezseydi, itibar zedeleyen değil, aksine hem kendinin hem de makamının itibarını arttıran tipte olurdu. Nihai olarak bu etkinlik gerçekleşse idi, medyada bu etkinliği gören pek az kişi Sn. Akıncı’nın oraya Cromwell kapısından kemerini x-ray cihazından geçirterek girdiğini bilecek konumda olurdu. Aksine, binlerce kişi Akıncı’nın Birleşik Krallık parlamentosunda Kıbrıs Türk pozisyonlarını etkili şahıslara aktarmış olmasının itibar artırıcı bir hareket olduğunu düşünecekti. Nitekim bunların hiçbiri olmadı, Sn. Akıncı Londra’da bulunduğu 2 gün boyunca vaktinin çoğunu kayda pek de değmeyen etkinliklerle geçirdi. Yaklaşık bir yıl sonra bu ziyaretini hatırlayan pek fazla kimse yok. Az biraz pragmatizm, o 2 güne daha farklı anlamlar yükleyebilirdi.

 


 

Bu vaka çalışması ile yapmak istediğim aslında Kıbrıslı Türklerin ezelden beri hem gündelik hem de fikri hayatlarında tartıştığı “irademizin ne kadar serbest olduğu?” sorusuna katkıda bulunmaktı. Benim bu vaka çalışmasın sizlere de sunduğum bilgiler ışığında vardığım sonuç, en azından dış dünyaya sesimizi duyurmak için pratikte belli bağımlılıklarımızın olduğudur. Bu noktadan siyasi hayatımızın ipotek altında olduğu ya da toplum olarak tükenmiş olduğumuz gibi ölçülüp biçilemeyen varoluşsal sonuçlar çıkarılmamalıdır. Pratikte kendini belli eden sorunların çözümleri yine pratikte olur.

 

Kıbrıs sorunu üzerine tutumumuz ne olursa olsun, bu vakadan çıkarılması gereken ana sonuç, Kıbrıslı Türkler olarak diplomasi alanında çok ciddi bir insan kaynakları açığımız olduğudur. İster KKTC’yi tanıtmak, isterse de yarın birleşik federal bir Kıbrıs’a uyanmak isteyelim, dış dünyayla daha fazla temas etmemizi sağlayacak herhangi bir değişikliğin yüzümüze vuracağı ilk acı gerçeklerden biri, dünya ile iletişim kurabilme yetimizin çok kısıtlı olduğudur. Ele aldığım vakada, Birleşik Krallık gibi dilini ve işleyişini çok iyi bildiğimizi düşündüğümüz bir ülkede bile Sn. Akıncı iki gününü etkili bir şekilde kullanamamıştır. Siyasi hareket kabiliyetini kısıtlayıcı belli dış etkenleri bir kenara bırakırsak, bizim ihtiyacımız olan, o kabiliyeti artırıcı etkin kadrolardır. Bugünlerde her ne kadar gözardı edilse de, siyaseti mümkün kılan ana unsur söylemler değil pek çok kişinin göremediği ve varlığını pek dert etmediği sahne arkalarındaki -komplo teorilerinin “sahne arkaları” ile falan karıştırılmasın- pratik unsurlardır.

 

[1] CEFTUS’la ilgili haberler için Hürriyet’in bu linkteki sayfasına bakabilirsiniz.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir