Bilimsel Literatür ve Meslekten Olmayan İnsan

Bu hafta aslında çok daha farklı bir yazı ile karşınıza çıkacak, sinirbilim alanında beni en çok etkileyen süreçlerden birini “jargondan arınmış” hâlde sizlere sunacaktım. Fakat gelin görün ki, sadeleştirmeye çalışırken ben bile “jargona takıldım”. Bu da beni bir yazar arkadaşımın tavsiyesi ile bu yazıyı yazmaya ve bu soruyu sormaya itti: Bilimsel literatür neden bu kadar karmaşık?

 

Çocukluğumuzdan lise hayatımıza, oradan da uzmanlaşma safhasına geçtiğimiz üniversite dönemimize kadar bilimin ne kadar önemli olduğu bize her zaman anlatılmıştır. Gerek etrafımızda her gün oraya çıkan teknolojik gelişmeleri anlamak olsun, gerek doğal fenomenlere olan merakımızı gidermek için olsun bilime ve bilimsel metoda başvurmamız sıkıca tekrarlanır. Lise hayatı boyunca bilim üzerine çoğu önemli bilgiyi, Vikipedi gibi üçüncü kaynaklardan ve popüler bilim dergilerinden öğrenmiş bir birey olarak üniversiteye geldiğim zaman, orijinal araştırma sonuçlarını içeren makaleleri okumaya başladığım zaman dilimi tutamaz hâle gelmiştim. Bu şaşkınlığın temelinde ise, makalelerde kullanılan mesleki dilin ağırlığı ve tabii ki bana anlaşılmaz, hatta ulaşılmaz, gelen bilgilerin fazlalığıydı. İşte, bugün karşınıza bu yazıyla çıkmamın sebebi, önceki yazımın siz okuyucularım için bayağı anlaşılmaz bir dilde yazılmış olmasıydı.

 

Peki bilimsel literatürün bu mesleki dil ağırlıklı yapısını düşündüğümüz zaman, hayatımızın merkezine etki eden bilimi halktan insanlara nasıl anlatacağız? Literatür böyle devam ettiği sürece bilimsel gelişmelere ulaşabilmek için insanlar o konunun uzmanı mı olmalıdır? Bu soruların cevabını anlamak için öncelikle bilimin tarihine bir göz gezdirmek gerekli.

 

Bilim, tarihi boyunca felsefe ile el ele yürümüş olup uzun zaman boyunca doğayı açıklamak ile ilgilenen disiplinler “doğa felsefesi” başlığı altında toplanmıştı. Sanayi Devrimi ve Aydınlanma Çağı’nın ardından yaşanan bilimsel gelişmeler ve disiplinler arasında fazlalaşan ayrılıklar, öncelikle bilimin felsefeden kopup kendini bir “disiplin” olarak inşa etmesi ve bilim insanlarının giderek profesyonelleşmesiyle sonuçlandı. Bunların devamında yaşanan bilimsel ilerlemeler, farklı bilim dallarının kendi içlerinde daha çok derinleşmesi ve ayrılması ile sonuçlanınca, bilimsel literatür de giderek özelleşti ve kendini profesyonel olmayan insanlardan ayırdı.

 

Hâlihazırda yüksek bir hızla gerçekleşmekte olan bilimsel keşifler, 20. yüzyılın ortasından itibaren zirve yaparak, her on yılda bir önceki bilgiyi neredeyse eskitecek dereceye geldi. Üniversitelerin büyük önem kazandığı, araştırma enstitülerinin çoğaldığı, her alanda bilgi girişinin en küçük detaya inecek şekilde fazlalaştığı bu ortamda her disiplin detaylı olarak birbirinden ve dolayısıyla halktan derin sınırlarla ayrıldı.

 

Bu noktada bir başka önemli detay ise zorunlu eğitimin yavaş yavaş tüm dünya tarafından kabul edilişidir. Günümüzde hâlen okur-yazarlığın düşük olduğu ülkeler bulunsa da yüzyıl öncesi ile kıyaslandığı zaman okur-yazarlığın ve eğitimin “ışık hızında” arttığını söylemek pek de yanlış olmaz. Bilimsel gelişmeler ile zorunlu eğitimin el ele gittiği bu dönemde bilimin insanlara daha ulaşılabilir olacağını tahmin etsek de durum hiç öyle olmadı. Günümüzde de gördüğümüz üzere hâlen o alanın uzmanlarının bize “basitleştirilmiş bir modelini” sunmalarını bekliyoruz.

 

Bilimsel ayrılıkların sonucunda gelişen mesleki dil ve artan yayın sayısı tabii ki yazılan dili de etkiledi. Bilimsel makalelerin anlaşılmazlığı üzerine 2017 yılında yapılan bir araştırmada, 1881 ile 2015 yılları arasında 123 farklı bilimsel dergide yayınlanmış yaklaşık 710.000 makale özü -bir makalenin özetini belirten paragraf- incelendi ve bilimsel makalelerin “okunabilirliği”nin azaldığı görüldü. Önemli bir detay olarak ise araştırmacılar, bu azalma trendinin bilimsel jargon kullanımının artışına yönelik bir belirtici olduğunu bildirdiler.[1]

 

Bu sonuçlar elbette bilimin kitlelere ulaşması adına endişe vericidir. Gelecek nesillerden de bilim insanı yetişebilmesi için öncelikle bilimsel bulguların ve kanıtların ulaşılabilir olması gerekmektedir. Teknik bilginin alanında uzman insanlar arasında düzgün biçimde dolaşabilmesi için mesleki dile gerek olduğu açıktır. Lâkin bu anlaşılmaz ve uzun cümlelere yer vermekten çok, anlaşılabilir ve meslek dışı bireylerin de kafalarında az çok bir hikâye oluşturabilecekleri şekilde olmalıdır.

 

Elbette, belli terimler atılamaz durumdadırlar; örnek olarak sinirbilim alanında gözün yapısındaki retina adlı yapıda bulunan bir hücre: RGC. RGC, retinal ganglion cell anlamına geliyor. Bu hücreyi tanımlamak için size ganglion terimini de retinayı da tanımlamam lazım. Bilimsel makaleler kelimelerle sınırlı olduğundan, bu terimin tamamen bir açıklamasını yapmak yazar için zordur. Ancak, bu kelime değişemiyorsa da cümlenin yapısı daha anlaşılabilir hâle gelebilir. Açık yazılan, daha kısa ve okuyucuyu yormayacak kelimeler kullanmak hem halktan hem meslekten bireylerin alan ile ilgili yayınları takibini kolaylaştırır.

 

Sonuç olarak, bilimsel literatürün meslek dışı insanları, hatta meslekten insanları zorladığı ve anlaşılabilirliğin giderek azaldığı gözlemlenmektedir. Bu durumun bilimsel iletişimi de etkilediği, halkın bilime ulaşmasını daha zor hâle getirdiği de açıktır. Bu noktada hem bilimin içinde olanlara hem de bilimi dışarıdan takip edenlere düşen görev, orta noktayı bulacak şekilde hareket etmektir. Eğer gereksiz mesleki dil kullanımı en aza indirilirse ve okuyucu da kalan teknik ve değiştirilemez terimleri öğrenecek gayreti gösterirse bilim etki ettiği toplum ile bir olarak gelişir. Unutulmamalıdır ki, bilim hepimizi etkileyen bir olgu olup, onu anlamamız, yorumlamamız ve başkalarına aktarmamız hâlinde varoluşunu sürdürür.

 


 

Kaynakça

[1] Plavén-Sigray, P., Matheson, G. J., Schiffler, C., and Thompson, W. H. (2017). The readability of scientific texts is decreasing over time. eLife. 6:e27725. https://doi.org/10.7554/eLife.27725.001

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir