Bu yıl, yağışlar açısından oldukça bereketli geçiyor. Gerçekten de bu yıl aldığımız yağışlar 1901 yılında kayıt tutulmaya başlanmasından itibaren kaydedilen 2. en yağışlı yıl. Bundan önce en son 1968-69 yıllarında bu kadar fazla yağmur yağmıştı. Ekim ayından Şubat sonuna kadar metrekareye ortalama 620 kilogram yağış düştü. Bu, Kıbrıs gibi yarı kurak bir ada için büyük bir miktardır. [1]
Tabii, oldukça kurak geçen birkaç yılın ardından bir anda bu kadar yağış almamız şaşırtırken, iklim değişikliği meselesi de kaçınılmaz bir şekilde aklımıza geliyor. Kurumaya yüz tutmuş, kapasitesi yetersiz barajlarımızın ve göletlerin taşması, tarlaların sular altında kalması, bununla beraber şehirlerimizdeki ve yollarımızdaki altyapının bunu kaldıramaması, ne kadar aciz kaldığımızın, hazırlıklı olmadığımızın da göstergesidir.
Ülkemizde ve dünyada küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin etkilerini her gün daha fazla görmeye başladık. Bu yıl gerek Kuzey Amerika’da, gerek Avusturalya’da veya ülkemizde yaşanan meteorolojik olaylar, anormal derecede seyreden hava sıcaklıkları, bu iklim değişikliğinin bizlere ne kadar sert tokat atabileceğinin adeta bir fragmanıdır.
Öncelikle belirtmek isterim ki, küresel ısınma ne kadar popüler bir tabir olsa da, aslında isim olarak bu olayların mekaniğini kavramakta bazen eksik kalıyor. “Küresel ısınma ve iklim değişikliği”, bu olayları daha bütünlüklü olarak karşılayabilecek ifadedir. Peki nedir bu küresel ısınma?
Dünya yüzeyindeki ortalama sıcaklıkların, yıllar içinde insan kaynaklı artmasına bağlı olarak kullanılan bir tabirdir. İlk kez 1975 yılında jeokimyager Wallace Broecker tarafından yayımlanan bir makalede kullanılmıştır. [2] Bu makalede Broecker, 1940 yılından beri süregelen küresel soğumanın (küresel ısınmanın tersi), yakın zamanda insan kaynaklı üretilen karbondioksitin atmosferde katlanarak birikmesiyle tersine döneceğini; karbondioksit ve diğer sera gazlarının birlikte aşırı miktarlarda bulunmasıyla sıcaklıkların önlenemez biçimde artacağını öngörüyordu. [3]
Yani bizi ne bekliyor? Sanıldığı gibi sadece ama sadece daha sıcak ve kışlar ve yazlar beklemiyor bizi. İklim ve Dünya’nın doğal döngüleri sanıldığından çok daha karmaşık ve hâlen sırrını çözemediğimiz bir çok mekanizma var. O yüzden kimse tam olarak ne olacağını bilmiyor. Buzullar hangi hızda eriyecek, deniz seviyesi hangi hızda artacak kimse tam olarak kesin konuşamıyor. Çünkü belirttiğim gibi birçok mekanizma var, bunların yanında yüzlerce değişik senaryo. Ama bilinen o ki, şu anki ölçülen değerler tahminleri aşmış durumda. Bununla beraber, bölgeler arasındaki etkilenme oranı da çok fazla değişkenlik gösteriyor.
Dünya üzerindeki ısı artışı homojen yani eşit değil. Bazı yerlerin sıcaklıkları diğerlerinden çok daha fazla ve hızlı artıyor, bazı bölgelerde ise azalıyor. Bunlara örnek olarak Alaska’nın kuzey kıyıları (+16°C), Kenya (3°C) veya Grönland’ın iç kesimleri (-4°C) verilebilir. Bunun sonucu olarak, kuraklıklar, seller, yangınlar daha fazla meydana geliyor, o bölgelerde yaşayan insanlar yeteri kadar yiyecek ve su bulamayınca göç etmek zorunda kalıyorlar, risk altında yıllarca mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalıyorlar.
İklim değişikliği her zaman oluyor. Dünya’nın çevresindeki iklim sürekli değişiyor. Bu doğal bir şey. İnsanlar var olmadan önce de, doğal sebeplerden dolayı iklim sürekli değişiyordu. Bu sebeplere kısaca Güneş’in aktivitesi, kıta hareketleri, Dünya’nın yörüngesindeki ve hareketindeki değişimler, volkanik patlamalar örnek verilebilir. Mesela, tarih öncesi dönemde, bundan 12,000 yıl önce dünyada buzul çağı hakimdi ve buzullar orta enlemlere kadar inmişti, bu milyonlarca yıl böyle salınmıştı. Buna ters olarak, Antarktika milyonlarca yıl önce yaşanılabilir bir yerdi. 250 milyon yıl önceki Permiyen çağında ise ortalama sıcaklıklar bugünden 6 derece daha fazlaydı. 6 derece! Kutuplarda hiç buzul yoktu, gayet sıcak denizler vardı. Bizim için tehlikeli sınır olan 2 dereceden kat kat fazla.
O kadar eskiye gitmezsek ve yakına bakarsak, Sahra çölü bundan binlerce yıl önce bugün olduğu gibi çöl olmaktan uzak gayet sulak ve verimli bir yerdi.
Peki doğaya karşı neden o kadar tehlikeli değildi bu değişimler? Bunlar, çok uzun süre zarfında olan ve flora ve faunanın adaptasyonunu bekleyen gelişmelerdi. O yüzden o kadar yıkıcı olmadı etkisi. Sebep doğal olunca, değişimler de genellikle yavaş oluyor, doğa kendini yavaşça düzenleyebiliyor. Gerçi Permiyen dönemi sonunda bir yokoluş oldu, sebebi hâlen araştırılıyor, bunlardan muhtemel bir aday ise küresel bir olay (asteroid çarpması, büyük volkan patlaması) sonrasında gelen ani iklim değişikliği. Ani olan değişmelerde toplu nesil tükenmesi yani yokoluşlar kaçınılmaz oluyor.
Bu gibi örnekler çoğaltılabilir. Bizim bundan çıkarmamız gereken asla şu anki iklim değişikliğinin normal olduğu değil. Çünkü şu an anormal derecede hızlı bir artış var ve bu doğal değil, tamamen insan kaynaklı. Doğa kendini onaramıyor ve hızla yokoluşa doğru gidiyoruz.
Bu küresel yangın bizi de içine alıyor. Şimdi ortada büyük bir petrol yangını var, kolay kolay söndürülemez. Bu durumda ne yapılabilir? “Ben olsam, şak diye 10 milyar dolar yenilebilir enerjiye yatırım yaparım, şaşırır millet.” dediğinizi duyar gibiyim. [4] Yenilebilir ve sürdürülebilir enerji kaynaklarını bulup fosil yakıtları terk etmek için teşvikler ve yenilikler şart. “Arkasından şak bir karbon vergisi koyarım, yetmedi bir çevre reformu yaparım, ağaçlandırırım, çil yavrusu gibi dağılır çevreciler.” diyebilirsiniz.
Bunları bizim uygulamamız işe yarar mı peki? Maalesef hayır.
Petrole su ile değil ama, bir kaşık köpükle müdahale etmek gibi bir şey bu. Çünkü ülkemizin ürettiği karbondioksit, nüfusumuzun az olması ve sanayimizin olmamasıyla azımsanacak düzeyde. Yine de kişi başına ürettiğimiz miktar çok yüksek, çevre bilincimiz yerlerde, hiç sürdürülebilir değil. Çin gibi, ABD gibi ülkelerin ürettikleri büyük miktardaki sera gazları esas bizi uçuruma sürükleyen. Fakat biz, bu politikaları küresel bir etkisi yok diye yapmayalım mı yani?
Elbette ki yapacağız, yapmak zorundayız! Neden mi? Hem tarafımızı belli etmek, sürdürülebilir kalkınmada tuzumuzun olmasını sağlamak, bunu yaparken mikro-iklimimizi (bölgemizdeki iklimi) kontrol etmek hem de Avrupa Birliği’nin ve küresel çaptaki anlaşmaların saptadığı hedefleri, standartları yakalamak açısından zaruri. Bunlara kısaca “mitigation” yani savaşma politikaları-stratejileri diyebiliriz. Dünya çapında geniş katılımlı etkin bir yaklaşım sera gazı emisyonunu azaltmak ve çevreye olan etkiyi minimuma indirmek açısından gereklidir.
Diğer bir yaklaşım ise “adaptation” yani uyum sağlama politikalarıdır. İklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkilerine uyum sağlayıp adapte olma, Kıbrıs’ın bütününü gibi küçük yerlerin kendi içinde uygulayabileceği, adamız için daha da verimli olabilecek önlemlerdir.
Bu politikaların ne olması gerektiğini kararlaştırmak için öncelikle bizi nelerin beklediğini kestirmek lazım. Kıbrıs, bir kaç on yıl içerisinde şu an olduğundan ortalama 1,5-2 derece daha sıcak ve %20 daha az yağışlı hâle gelecek. Yani Akdeniz ikliminden çöl iklimine doğru hafif kayacak. Topraklar büyük oranda çölleşecek ve yağışların daha az sıklıkla fakat daha güçlü bir biçimde meydana gelmesiyle erozyon üst seviyelere çıkacak. Çevre olarak, tarım olarak çöküntü dönemine gireceğiz. Zaten az olan yeşilimiz de gidince tamamen çorak bir araziye dönüşeceğiz.
Peki bu yağışlar da ne oluyor? Evet, Kıbrıs’taki iklimde sıcaklıklar genel olarak artıyor, yağışlarda da genel olarak azalma olacak. Dünya’nın genelinde ise bu iki element de değişebiliyor. Fakat küresel ısınma hep sıcak olacak, hiç soğuk olmayacak demek değil. Hava durumu ve iklim aynı şey değil. Artan sıcaklıklar ve bozulan atmosferik döngüler sebebiyle aşırı diyebileceğimiz meteorolojik olaylar artacak, hava durumu kısa zamanda büyük değişiklikler gösterebilecek. Atmosferin döngülerinin bozulması bizim şu an gördüğümüz olayları aşağı yukarı açıklıyor.
Bir yılda yaşanan, öbür yılı kesinlikle tutmuyor, çok farklı. Geçen yıl kurakken bu yıl aşırı yağışlı olabiliyor. Geçen yıl geneli dondurucu soğukken bu yıl ılık bir hava hakim olabiliyor. Kasırgalar daha da güçleniyor, takip edilmesi ve tahmin etmek zorlaşıyor. Kutuplardan veya çöllerden gelen hava dalgaları ve sıcaklıkların normalden çok yukarıda veya aşağıda seyretmesi tüm dünyada şaşkınlıkla karşılanıyor. Anormal koşullar normalleşiyor.
Peki bizim ne yapmamız gerek? Öncelikle en kötü senaryoya hazırlanıp, altyapılarımızı anormal bir olayı kaldıracak şekilde düzenlemek, barajlarımızı ve dere yataklarımızı temizleyerek, genişleterek onların suyu etkili bir biçimde taşıyıp depolamalarına izin vermek, şehirlerimizi ve yollarımızı oy kaybetmek uğuruna düzenli planlayarak ve gerçekçi davranarak gözden geçirmek, düzenlemek, önlemleri yağmur yağmadan almak, ağaçlandırma faaliyetlerine katkıda bulunmak, teknolojinin nimetlerinden faydalanarak damla sulama ve su koruma projeleri yürürlüğe sokmak, yenilebilir enerjiye teşvik etmek veya başta çiftçilerimiz olmak üzere insanları ne olacağı ve neler yapılabileceği konusunda bilinçlendirmek… Bu gibi yapılabilecekler uzun bir liste hâlinde çoğaltılabilir. Düşük maliyetli olduğu kadar yüksek maliyetli işler de mevcut. Yeter ki insanlarda ve seçilenlerde istek olsun.
Teknik olarak kısaca basınç farklılıkları, hava sirkülasyonları ve döngülerinin değişmesi ve bozulması, sıcaklıkların artmasıyla daha fazla suyun buharlaşıp daha fazla yağmurun düşmesi, hep beraber birleşince sellere, kuraklıklara uzun yıllar süren etkisi büyük doğal afetlere, kısaca insan hayatında büyük kaoslara neden olabiliyor. Bunları ilerleyen yıllarda maalesef daha sık göreceğiz, daha fazla iklim kaynaklı açlık riskinden kaçan mülteciler ve savaşlar da gayet olası. Umudumuz dünyayı “yöneten” liderlerin, bu bilimsel acı gerçekleri kabullenmesi ve akıllarını başlarına toplayıp bir çözüm bulması, yoksa daha da kötü günler kapıda.
Kaynakça
[1]http://www.moa.gov.cy/moa/MS/MS.nsf/all/0B57E24E2121634AC22583B00045D7F2/$file/Athroistiki_Vroxoptosi_Oct2018_Feb2019_UK.pdf?openelement, Kıbrıs Meteoroloji Dairesi, Mart 2019.
[2]https://www.nasa.gov/topics/earth/features/climate_by_any_other_name.html, NASA, 12 Mayıs 2008. Erişim tarihi: 3 Mart 2019.
[3]Broecker, W.S., Climatic Change: Are We on the Brink of a Pronounced Global Warming? Science,August 1975 189, Issue 4201, pp. 460-463.
[4]https://www.youtube.com/watch?v=UDXHLfzMMYs.
Fotoğraf için tıklayınız.