Üniversiteler yüksek eğitim ve öğretim veren, bilimsel araştırmalar yapıp toplumun ilerlemesine katkı koyan kurumlar olmalarına rağmen, Kuzey Kıbrıs’ta lokomotif sektör olarak anılıyor.
“Hedefimiz 100 bin öğrenci.”
“Üniversite adasıyız.”
“Eğitim sektörü bizim için lokomotif sektördür.”
Bir süredir vaziyet böyle. Maalesef öğrenci rakamları dışında pek bir politika geliştirilemedi şimdiye kadar. Öğrenci gelsin, para harcasın ve ekonomi dönsün mantığının dışına çıkıldığı pek de söylenemez. Toplu taşımacılık gibi sosyal meseleler yanında bilim konusunda da, kendimize ne kadar hedefler koyup icraatlar yaptığımız oldukça tartışma kaldıran bir durum. Dahası, son on sene içerisinde artan yabancı öğrenci sayısına paralel olarak yurtlar ve yeni üniversitelerin sayısında da ciddi bir artış oldu. Anlayacağınız, inşaat konusunda gayet iyiyiz, lakin gelen öğrencilerin tüm ihtiyaçlarını karşılayan şehirler ve öğrenecekleri, kendilerini geliştirecekleri ekosistemler, çevreler yaratma konusunda fazlasıyla sınıfta kaldık.
Öte yandan, yukarıda bahsettiğimiz öğrenci nüfusu artışı bir çok başka kültürden ve milletten insanı da bu topraklara getirdi.
Elbette, son derece içine kapalı olan Kıbrıslı Türk toplumu için son derece zor ve tuhaf bir durumdu bu. Zira kimi öğrenciler suç olaylarına karışmış ve her zaman olduğu gibi bu olayları da abartıp parlatarak, öğrencileri sadece suç ile anmaya başlamıştı toplumun büyük bir kesimi.
Öte yandan, öğrenci ve yerel halkın beraber yaşamasını kolaylaştıracak sosyal politikalardan da yoksun olunca, elbette beş sene Kıbrıs’ta yaşayıp burası ile ilgili pek fazla bilgiye sahip olmayan öğrenciler çoğunlukta olmaya başladı. Dahası, bu topraklardan gelip geçen onca farklı insan hakkında bizim de pek bir fikir edindiğimiz, etkileşime girdiğimiz söylenemez.
Yukarıda yazılanların dayanağının önemli bir kısmı Doğu Akdeniz Üniversitesindeki (DAÜ) eğitimim sırasında edindiğim izlenimler ve gerçekleştirdiğim sohbetlerdir. Elbette sadece sohbet etmekle kalmayıp, bu sorunlara dikkat çekmek ve çözmek teşebbüsünde bulunmak adına harekete de geçtik bir süre sonra.
Hayal Tiyatrosu’nun Doğuşu
2017 yılının şubat ayında, Maraş-Der bünyesindeki liseli gençlerin ufkunu açabilmek ve DAÜ’de okuyan yabancı arkadaşların yeni insanlarla tanışması adına, çok kültürlü bir kamp düzenledik.
Bu kamp sonrası öğrendiğimiz en önemli şey, liseli arkadaşlarımızın İngilizce eksikliği oldu. Öte yandan 2016 sonlarında tanıştığım Filistinli arkadaşım Raja ise yetenekli bir tiyatrocuydu ve kendini ifade edebileceği alanların eksikliğinden yakınıyordu. Belli bir süre sonra, dil geliştirme ihtiyacından yola çıkarak çok kültürlü bir tiyatro kurup kuramayacağımızı düşünmeye başladım. Üstelik, Raja için de çok iyi bir fırsat olurdu bu.
Bu düşünceleri takip eden birkaç ay içerisinde yavaş yavaş şekillendi tiyatro fikri. Fikir dizayn aşamamızın sonucunda finans için, Avrupa Birliği’ne bağlı çalışan “Sivil Alan” adlı sivil toplum örgütlerinin kapasitesini geliştirme birimine başvurduk. Heyecanlı bir bekleyişin ardından projemiz kabul edilince, duyurularımızı yapıp 15 Temmuz 2017’de atölye çalışmalarına başladık. Bu çalışmalar Kasım 2017’de sergilenen Taboo adlı oyunumuzu dizayn ettiğimiz birer araç oldular. O dönem yaptığımız işi şu şekilde tanımlamıştık:
“Hayal Tiyatrosu çok-kültürlü bir gençlik grubudur. Experimental (deneysel) tiyatro yöntemiyle, topluma alternatif bir ses olmayı, sorunlara dokunmayı ve farklı kesimlerden gençlerin bir araya gelmesini amaçlar. Biz, herkesin kendine özgü bir hikâyesi olduğuna ve bu hikâyelerin yaratıcı bir biçimde ifade edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Oyunlarımız, herkesin katılımı ve katkısıyla yazılan ve deneye yanıla inşa edilen bir formattadır. Bu yöntem, katılımcılar arasındaki takım çalışmasını, karşılıklı öğrenmeyi ve farklı seslerin duyulmasını arttırır. Katılımcılarımızın farklı etnik, kültürel ve sosyal kesimlerden oluşması, herkes için çok faydalı bir öğrenme ortamı oluşturur.”
Bir Filistinlinin KKTC Macerası
Kısa bir aradan sonra, Hayal Tiyatrosu ikinci gösterimi ile yeniden sahnelere dönüyor. Yönetmenimiz Raja El- Majzoub’un bu dönem mezun oluşu bize birçok hikâyesinin biriktiğini hatırlattı. Bunun üzerine, onun hikayesinden yola çıkarak, Kuzey Kıbrıs’ta yabancı olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatan, topluma ayna tutan tek kişilik bir kara mizah gösterisi hazırlama kararı aldık ve hızlıca çalışmalara başladık.
Bu çalışmalar meyvesini verdi ve ortaya, Bir Filistinli’nin KKTC Macerası adını verdiğimiz ikinci oyunumuz çıktı. İlk gösterim, 19 Nisan 2019 Cuma günü Mağusa Kale Pasajı’nda gerçekleşiyor. “Peki bu oyun tam olarak ne anlatıyor? Konusu nedir?” diye soranlarınız vardır mutlaka. Gelin anlatayım.
Yaşadığımız hayata dair, hepimizin bir takım hayalleri vardır. Kimi zaman değişiklik gösterir bu hayaller, seneler geçtikçe. Kimi zaman ise bir büyük hayal peşinde emek vererek yaşamayı tercih ederiz. Kimi zaman, doğduğumuz yerde kovalarız hayallerimizi. Kimi zaman ise uzaklarda aramamız gerekir, gönlümüzden geçeni…
Yüzyıllarca kadim medeniyetlerin hüküm sürdüğü Kenan diyarından, Lübnan’dan Kuzey Kıbrıs’a uzanan bir öyküdür sahnelenecek olan.
Genç arkadaşımız Raja, hayallerini kovalamak için bir üniversite öğrencisi olarak Lefkoşa’da yaşamaya başlar 2013 sonbaharında…
Lübnan’da yaşayan Filistinli bir mülteci olarak tanıtır kendisini girdiği her ortamda. Üç nesildir orada yaşamalarına rağmen, aidiyet hissi sıfıra yakındır çünkü…
Kaderin cilvesine bak ki, Göçmenköy’de yaşar beş sene boyunca. Yabancı bir göçmen olarak geldiği Göçmenköy’ü evi gibi benimser zaman geçtikçe. Kıbrıs’ı ise ikinci vatanı olarak görür…
Nitekim, “Kıbrıs’a ait hissediyor musun?” sorusuna verdiği cevap çokça tanıdıktır:
“Öyle bir şey ki; bir kez Kıbrıs’ın suyundan içtikten sonra kalmak da, gitmek de mümkün değil.”
Beş sene Kıbrıs’ta yaşamış, on dokuz sene Lübnan’da… Filistin’e girmesi ise yasak. Ona göre birinci vatanı Filistin, ikincisi Kıbrıs…
Molehiyayla karşılaşması ve tanıştığı ilk Gazzeli arkadaşından Türkçeyi öğrenme serüvenine ve oradan, önce kendisini daha sonra Lefkoşa’yı tanıma sürecine kadar ilginç bir hikâyeyi aktarma denemesidir bu oyun.
Kuzey Kıbrıs onu nasıl etkiledi? Kıbrıslı Türkler nasıl bir iz bıraktı?
Bir o kadar tanıdık, bir o kadar yabancı bir hikâye bu…
Bir Filistinli’nin KKTC Macerası anlatılmayanı anlatmak ve seyirciye bir nevi ayna tutma çabasıdır.
Bu topraklardan gelip geçen ancak tanımadığımız, çok iyi bilmediğimiz hayatların hikâyesini aktarma teşebbüsüdür…
Unutmayalım ki; bizim için önemsiz gözüken bir cümle, bir hareket veya bir konu, bir başkası için hayat değiştiren veya hayat yıkan nitelikte olabilir.
Sonuç
Bu memlekette sorun tespitini çok fazla yapıyoruz, biraz da harekete geçmek lazım. Bizimkisi böyle bir teşebbüs…
Fotoğraf için tıklayınız.