Yaşayamayanlar

Bir insanı bir diğer insandan farklı kılan nedir?

 

İnsanlar birbirinden farklı mıdır aslında?

 

Genetik ve fiziksel açıdan bakıldığında evet. Perspektif, hedef, inanç, yaşam biçimi ve birçok diğer tercih söz konusu olduğunda da öyle. Peki tüm bunları bir köşeye itersem ne kalır geriye?

 

Yaşayabilenler ve yaşayamayanlar.

 

Her geçen gün bir şeyler olması gereken yönün tam tersine son sürat ilerliyor. Daha çok baktıkça daha çok görüyorum. Hatta bir noktadan sonra bakmaya dahi gerek duymuyorum. Gözümüzün önünde oluyor her şey.

 

Neden mi bahsediyorum? Nasıl bir yerde ve ne hâlde yaşanıldığının farkında mıyız?

 

Ahlaki ve toplumsal değerler kaybedilmeye yüz tutmuş, türler içi ve türler arası saygı gitgide azalıyor.

 

Bir insan bir diğer insanı hedeflerine giden yolda ne kurban etmekten, ne de merdiven olarak kullanmaktan çekiniyor.

 

Haklı kazanç yerini karanlık kestirme yollara sapılarak elde edildiği sanılanlara bırakıyor.

 

Manipülasyon gündelik yaşamın bir parçası oluyor, birden fazla yüzlülük hızla yayılan bir hastalıktan neredeyse farksız hâle geliyor.

 

Fikir özgürlüğü kontrol edilmeye çalışılıyor, insanlar bileklerine zincir vurulmuş ama kanat çırpması beklenen kuş misali kafeslenmeye çalışılıyor. Daha sonra da uçamamakla suçlanıyor.

 

Şeffaflık kavramı hiç olmadığı kadar bulanıklaşıyor, psikolojik savaş ve fiziksel saldırıların sonu gelmek bilmiyor.

 

İnsanlar birbirlerine yardım etmekten daha çok karşısındakini nasıl yardıma muhtaç bırakabileceğine kafa yoruyor.

 

Yasakçılık ve kısıtlamalar artıyor ama ne şiddet azalıyor ne de işlenen suçlar.

 

Kadınlar tacize uğruyor, çocuklar istismara maruz kalıyor.

 

Hayvanlar türlü işkencelere tabi tutuluyor. Yetmezmiş gibi soyları tükenene dek avlanıyor.

 

Peki neden, neden?

 

Dostoyevski’nin şu sorusunu eklemeden geçemiyorum: “Öylesine güzel bir gökyüzünün altında bu kadar kötü insan nasıl yaşayabiliyordu?”

 

Bazıları yaşamayı beceremiyor.

 

“İnsana özgü bir yeteneksizlik” olarak görürsek yaşayamamayı, aklıma bundan daha büyük bir başarısızlık gelmiyor.

 

Anlayamıyorum, yaşam dolu bu yerde nasıl oluyor da bu denli yaşayabilmekten aciz insan nefes alıyor?

 

Birinin aldığı her nefeste bir diğerinin nefesini tehdit etmesi hiçbir mantığa sığmıyor.

 

Bir canlının yaşamı zarfında diğerinin yaşam hakkını gasp etmesi nasıl insanlıkla bağdaşıyor?

 

Böyle bir dünyada mı yaşıyoruz?

 

İnsanların birbirinden korktuğu, korunduğu, güvende hissetmediği bir biçimde.

 

Biz hakikaten böyle mi yaşıyoruz?

 

Ne yazık! Burası birbirinin yüzüne değil de gözyaşlarına gülümseyen, selam dahi vermeyen insanların dolup taştığı ve hoşgörü, alçakgönüllülük ile saygının esirgendiği bir yer.

 

Böyle olmaması gerektiği bu kadar barizken neden tam da böyle olma ısrarcılığı bir türlü yenilemiyor?

 

Eğer bu ise yaşamaktan kastımız, biz bir şeyleri yanlış anlamışız.

 

Yaşayabilmek sonradan öğrenilir de şu dünya yaşama bir nebze daha elverişli bir hâle gelir mi dersiniz?

 

Kim bilir, belki de tüm cevaplar yaşayıp görmekte saklı.

 

Tek temennim insanın zamandaki ilerleyişinde insanlığın (olduğundan daha da fazla) geride kalmaması.

 

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir