Türk Dil Kurumuna göre “müzik” kelimesinin tanımı “birtakım duygu ve düşünceleri belli kurallar çerçevesinde uyumlu seslerle anlatma sanatı” ise, Pink Floyd’un The Dark Side of the Moon albümü bu tanımı tam 12’den vuruyor.
Bir şarkıyı dinlerken enstrümanların çalınış ve seslerin söyleniş detayına dikkat eden bir rock müzik sever olarak zaten Pink Floyd kalitesiyle beni şaşırtmıyor. Asıl olay sözlerin ve müziğin bütünlüğünde (Veya sessizliğin!).
Hiçbir makale bir albümü, özellikle mevzubahis albümü dinlerken veren hissin yerini dolduramasa da bu yolculukta aklımda canlanan senaryoları seninle paylaşmak istiyorum. Hadi gel bana katıl!
Speak to Me
Sessizlik, yerini sesi giderek yükselen kalp atışlarına bırakmasıyla henüz anne karnında olduğumuz zamana gidiyoruz. Şu sırada bize tıpkı film fragmanında olduğu gibi, hayatta yaşayacağımız zaman kısıtlılığı, paranın gücü ve kontrolsüzlük gibi durumların ipuçları veriliyor.
Breathe (in the Air)
Birinci şarkı ikinciye harmanlanırken annenin çığlıklarıyla dünyaya geliyoruz. Ortalık sessiz, sakin; huzur var. İlk nefesi içimize çekerken babamızın nasihatlarını duyuyoruz; kendimiz olmaya, bizi sevenlere değer vermeye ve genel olarak hayattan zevk almaya odaklanmamız gerektiğini söylüyor. Ardından, bu umut dolu öğütlerin aksine, hayatın aslında hiç bitmeyen bir uğraş olduğunu ve asla durmamamız gerektiğini paylaşıyor.
On the Run
15 yaşlarında olduğumuzu düşündüğüm bu enstrümental şarkının arka planındaki zilin ritmi, karmaşalı hayata ayak uydurmaya çalışmamızı simgeliyor. Çeşitli tekniklerle düzenlenmiş, eşi benzeri olmayan ses efektleri ise karmaşaya benzeyen hayatın sorumluluklarını, gerekliliklerini ve baskılarını temsil ediyor. Bu fikrin, özellikle havalimanında yapılan çağrının üzerine gümrüğe koşarak yetişmeye çalışan yolcu ile desteklendiğini söyleyebiliriz. Bu da aynen çoğu zaman stres, telaş ve panik içerisinde zamanla savaşacağımızın belirtisi.
Time
Bu şarkıda 17 yaşındayız. Zamanın öneminin henüz farkında değiliz. En başta saat tik taklarının birden bire gürültülü çan seslerine dönüşmesi, zamanın daima akıp gittiğini işaret ediyor. Bu içimizde hafif endişe veren bir rahatsızlık yaratsa da, hâlâ genç olduğumuz için pek de umrumuzda olmuyor. 2 dakikalık davul-gitar-klavye geçişinin ardından, yani iyice boşa zaman harcadıktan sonra artık iç sesimiz devralıyor. Sözlerin keskin bir şekilde girmesi, bunca zaman oyalandığımız gerçeğiyle yüzleştiğimizi işaret ediyor. Fakat artık iş vakti. Gitar solosu şiddetle girerken bir şeyler başarmak için çabalamaya başlıyoruz. Zorlanıyoruz ama yılmıyoruz. Çünkü üretmek zorundayız! Yorgunuz, bitkiniz, biraz tökezliyoruz. Ama durmak yok! Başardık mı? Şimdi sıra bir sonraki adıma odaklanmakta!
The Great Gig in the Sky
Baskılar ile yüzleşmeye devam ediyoruz. Çırpınıyoruz. Düşüp kalkıyoruz. Yenilip tekrar üste çıkıyoruz. “Neden?” diye soruyoruz. Hayatı çözmeye çalışıyoruz. Ne için uğraştığımızı, kendimizin kim olduğunu anlamak istiyoruz. Uzun süren bir olgunluk çağından sonra gerçek hayatın gerekliliklerini tatmin etmeye hazır duruma geliyoruz.
Money
Gerçek hayata attığımız ilk adımlarla farkına varıyoruz ki sistem paradan ibaret. İşimizi yapalım, paramızı kazanalım, gerisi çok önemli değil. İşler iyi mi gidiyor? O zaman biraz daha iş yapalım, biraz daha kazanalım. Vay, para güzel şeymiş be! Saksafon solosu girince şenlik başlıyor! Oh ne güzel. Ardından gitar solosu… Kazanıyoruz, harcıyoruz, para saçıyoruz. Oh ne güzel! Ne kadar sevsek de parayı, aslında herkes farkında onun ne kadar güçlü bir araç olduğunu. Mutlu eden o ise, kötülüğe sebep olan yine o.
Us and Them
Paraya ve dolayısıyla statüye olan arzumuz, birbirimizi bölmeye mahkûm ediyor. Bu ayrım odaklı sistemi aslında onaylamasak da kural hâline geldiği için oyunu kuralına göre oynamaktan başka bir seçeneğimiz yok.
Any Colour You Like
Yine ses efektlerinin üst düzeyde olduğu bu şarkıda kafamız gene karışık. Zamanın, paranın, varlığın ve gücün hayatımızda büyük paya sahip olduğundan eminiz artık. Bu kuralı değiştirmek için ne yapabiliriz ki? Hayatımızı onca zaman bu şartlar altında sürdürürken toplumun bakış açısını nasıl düzeltebiliriz?
Brain Damage
Çok düşündük, problemleri çözmeye çalıştık, çözemeyince arka arkaya denedik. Fakat maalesef başarısız olduk. Ülkenin güçlü ve varlıklı bireylerinin vurdumduymaz tavırlarından dolayı delirmeye ve yavaş yavaş kontrolümüzü kaybetmeye başladık. Kurulan sisteme adapte olmak zorundaydık; olduk da. Zamanı boşa harcadık, sonra çalıştık. Kazanmaya başlayınca paraya neredeyse bağımlı olduk. Ardından paranın getirdiği gücün bizi bölmeye meyilli olduğunu anladık. Şimdi de bunun gailesini çekiyoruz.
Eclipse
Albümün doruk noktasına geldik. Duyularımızı, duygularımızı, düşüncelerimizi, kısacası kendimizi özetleyen bu şarkıda yaşadığımız tüm tecrübeler tatlı bir ezgiyle yansıtılıyor. Kalp atışlarıyla başlayan hayatımız, sesi giderek azalan kalp atışlarıyla son buluyor.
***
Ne yolculuk ama değil mi? Mükemmel bir konsept yaratılmış bence.
1973 yılında çıkarılan albümün şarkılarındaki bazı sözler günümüz yaşamına pek uymasa da zamanın önemi, paranın gücü, “sistem” ve kontrolsüzlük gibi unsurlar eminim hayatınıza az çok bağlanılabilir. Dürüst olmak gerek; albümde hiç pozitif konulardan bahsedilmiyor. Dinledikten sonra “çok yalnızım, bana yardım edebilecek kimse yok” diye düşünebilirsiniz. Merak etmeyin tek değilsiniz, en azından aynı hisleri paylaşacağınız biri var burada!
İşin güzel yanına bakalım. Albüm sizi düşünmeye teşvik ediyor. Varlığından pek de hoşnut olmadığınız durumları daha iyiye çevirmeye tetikliyor. Belki kendiniz bir yolunu bulur, belki de yakınlarınıza danışırsınız; fakat ne olursa olsun garanti ederim ki bu albüm, hayatta sizin için nelerin nelerden daha önemli olduğunun belli olmasına yardımcı olacak.
Hayatımız tecrübelerden ve anılardan oluşursa, neden daha güzellerini biriktirmek için uğraşmayalım?