Tarımın Geleceği: Yemeğimiz Gelecekte Nasıl Bir Şekil Alacak? 

Bu aralar çok popüler olan bir terim var: Sürdürülebilirlik.

 

Sürdürülebilir ekonomi, sürdürülebilir gelir, sürdürülebilir tarım…

 

2050 yılında, dünyadaki nüfusun 9 milyar insana ulaşacağı öngörülüyor. Artan nüfusla, şehirleşmenin de giderek çoğalması bekleniyor. Bu durum elbette, tarım alanları için açık bir tehdit.

 

Öte yandan, büyüyen şehirler ve artan nüfus daha fazla gıda talebi anlamına geliyor. Hatta, sadece daha fazla gıda değil, daha fazla sağlıklı gıda da talep ediliyor. Hâl böyle olunca, sürdürülebilir tarım fazlasıyla önem kazanıyor.

 

Bu yazımda, Milano’da gerçekleşen Küresel Gıda İnovasyon Zirvesi gözlemlerimden yola çıkarak tarımın geleceğine dair önemli konuları sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

Peki sürdürülebilir tarım derken neyi kastediyoruz?

Sürdürülebilir tarım, kaynakları daha dikkatli kullanan ve sağlıklı ürünler üretilen uygulamalar içerir. Konuyu daha da netleştirmek için, gelin Ekolojist.net platformunda yer alan sürdürülebilir tarımın ilkelerine de bir göz atalım:[1]

  • Toprakta geriye dönüşü olmayan değişimlerin (erozyon vs.) tamamen önlenmesi.
  • Tarım esnasında yapılan sulama gibi işlemlerin aşırı kaynak tüketimine engel olması.
  • Tarım faaliyetlerinin ekolojik dengeye katkı sağlayabilmesi.
  • Üretilen ürünlerin sağlığa yararlı olması.
  • Çevredeki ekosistemin, hayvan ve bitki faunasının kötü etkilenmesinin önüne geçilmesi.

 

Milano Küresel Gıda İnovasyon Zirvesi: Sektör nereye gidiyor?

6-9 Mayıs tarihleri arasında gerçekleşen Milano Küresel Gıda İnovasyon Zirvesi’ne katılarak, tarım alanında çıkan yeni teknolojileri, tartışılan konuları ve bu alanda faaliyet gösteren start-up’ları inceleme fırsatı buldum. Oldukça başarılı bulduğum organizasyon, fazlasıyla ufkumun açıldığı ve yeni düşünceler ile fikirler edindiğim faydalı birkaç gün geçirmeme sebep oldu.

 

Kaynakların tükenmek üzere olduğu ve iklimlerin değiştiği dünyamızda doğal olarak en fazla etkilenen bir kesim de gıda üreticileri ve çiftçiler olunca zirvenin temasının sürdürülebilirlik ve çevre dostu uygulamalar etrafında şekillenmesine şaşmamak lazım.

 

Biyolojik çeşitlilik, farklı meyve ve sebze türlerinin korunmasının önemine değinen bir konsept olarak dikkatimi çeken konular arasında oldu. Endüstriyel tarımın yaygınlaşmasıyla birçok farklı meyve ve sebze türlerini kaybettik maalesef, bu da hem lezzet olarak aynılaşmamıza hem de toprak kalitesinin negatif yönde etkilenmesine sebep oldu. Şöyle açayım: Karpuz ve kavunun dört farklı çeşidi olduğunu düşünelim, bunların her sene dönüşümlü olarak ekilmesi hâlinde, tek çeşit kullanımına göre daha çok besinli, kaliteli bir toprak elde edilmiş olacaktır. Daha kaliteli bir toprak, daha çok besin içeren toprak elbette daha verimli ürünler demektir.

 

Buraya gelmişken bir küçük parantez açmak isterim. Geçtiğimiz yıllarda kurulan ve ata tohumlarının toplanmasını amaçlayan Mehmetçik Zeka Bey tohum merkezi, kaybolan biyolojik çeşitliliğimizin artması ve iyi tarım uygulamaları anlamında ülkemizde gerçekleştirilen nadir projelerdendir. Kuzey Kıbrıs’ın bu gibi projelere daha çok ihtiyacı var.

 

Parantezi kapatıp Milano’da gözlemlediğim konu başlıklarına geri dönelim. Bir başka dikkat çeken konu da akıllı tarım diyebileceğimiz dijital tarım uygulamaları oldu. Günümüzde, uzaktan sulama imkânı veren, tarlanızın veya seranızın sıcaklığını ölçen, toprak analizlerini kolaylaştıran ve ekim alanınızdaki gelişmeleri kontrol edip çok geçmeden müdahale etme imkânı veren teknolojiler mevcut. Daha verimli olmak için kimyasal yerine, teknolojiyi kullanan bu yöntem oldukça faydalı ve önemli değişimler yaratabilecek potansiyele sahip. Elbette yenilikler bununla da sınırlı değil. Milano küresel gıda zirvesinde dikey tarım ve hücresel tarım denen daha radikal alanlar da dikkatimi çekenler arasındaydı.

 

Topraksız tarım olarak da bilinen dikey tarım, tükenen tarım alanlarına bir çözüm olarak ortaya çıkan ve herhangi bir yerde gerçekleştirilebilecek olan bir uygulama. Bitkilerin ihtiyacı olan besinleri topraktan değilde bir takım vitaminlerden aldığı ve az suyun kullanıldığı bu yöntemin ne kadar doğal olduğu tartışmalı bir durum. Bir görüşe göre doğal. Çünkü, tamamen kontrollü ortamda yetiştirilen bu bitkilere herhangi bir böcek veya topraktan gelecek başka zararlı bir şey bulaşmayacağı için herhangi bir kimyasal uygulamak gerekmiyor. Buna ek olarak, su kaynaklarını da daha verimli kullanan ve ürün verimliliğini artıran bir yöntem olarak dikkatimi çeken dikey tarıma tam olarak ısındığımı söylemem mümkün değil.

 

Öte yandan, hücresel tarımı ise etsiz et üretimi olarak tarif edebiliriz. Son yıllarda, et tüketiminin azaltılmasına yönelik kampanyalar yaygınlık kazanmış durumda. Vejan ve vejetaryen kelimeleri daha sıklıkla karşılaştığımız kavramlar olmaya başlarken, beslenme tercihlerini etsiz hâle getiren arkadaşlarımızın da çoğalmaya başladığını gözlemliyorum. Et tüketimini sonlandırmak isteyen ancak etsiz yapamayanlar için alternatif iki yöntem var.

 

Birincisine “bitki temelli et” deniyor. “Buğday ve patates gibi bitki karışımlarına çeşitli katkı malzemeleri ekleyerek koku, doku ve tat olarak ete çok benzer ürünler geliştiriliyor…”[2]

 

“İkinci yaklaşım ise hücre temelli et; yani hayvanın vücudunun içinde gerçekleşen olayın benzerini, laboratuvar ortamında gerçekleştirmek üzerine kurulu yepyeni bir yöntem. Hayvandan alınan küçük bir biyopsiden elde edilen hücrelerin bölünmesi ve kas hücrelerine özelleştirilmesiyle yüksek miktarda kas hücresi elde edilmesi, yani hayvan büyütmeden gerçek et elde edilmesi şeklinde özetlenebilecek bu yöntem birçok sorunu aynı anda çözebilir. Örneğin; bu şekilde et üretmek için hayvan öldürmeye gerek yok. Sadece doku örneği almak yeterli olacak. Ayrıca, hücre tabanlı et üretiminin geleneksel et üretme yöntemlerine göre %7-45 daha az enerji, %99 daha az arazi, %81-96 daha az suya ihtiyaç duyacağı ve %78-96 daha az sera gazı salınımına neden olacağı öngörülüyor…”[2]

 

Dürüst olmak gerekirse, bu uygulamalara da pek ısınamadım. Sanırım pek doğal ve sağlıklı bulmuyorum. Yanlış anlaşılmasın, endüstriyel hayvancılığın getirdiği kâr hırsı ile gerçekleşen ve doğal olmayan hırçın hayvancılığa elbette karşıyım. Ancak, pireye kızıp yorganı yakmamak lazım. Dolayısıyla, çevreye yaptığı etkiye dikkat eden, hayvanlara iyi davranan, küçük ve organik hayvancılığın korunması gerektiğine inanıyorum. Çünkü gelecekte “bak oğlum, bak torunum bu yediğin et laboratuvardadır ancak bizim zamanımızda gerçek etler vardı” gibi bir konuşma içerisine girme ihtimali dahi korkutucu.

 

Bir diğer dikkat çeken konu ise, gençlerin tarım yapmaya yönlendirilmesi gerektiği tartışmaları oldu. Çünkü, çiftçilerin yaş ortalaması giderek yükselmekte ve bu durum hâliyle gelecek için bir tehdit. Avrupa Birliği ve Türkiye, 40 yaş ve altını tarıma yönlendirmek amacıyla birçok teşvik ve hibe programlarını hayata geçirdi. Bu programların ne derece başarılı olduğunu ve kırsal kalkınmayı nasıl etkilediğini ilerleyen yazılarımda değerlendirmeyi planlıyorum.

 

Öte yandan, Milano Küresel Gıda İnovasyon Zirvesinde konuşulan diğer konular arasında ise gıda arz zincirinin kısaltılması, yemek israfının azaltılması, blockchain tarafından sunulan fırsatlar, biyoekonomi, geleceğin yemek perakendeciliği, plastik kullanımının azaltılması ve geri dönüşüm gibi başlıklar vardı.

 

Sonuç

Kıbrıs, maalesef bu gelişmelerin fazlasıyla uzağında bir yerde. Çünkü kuraklık parasını falan tartışmakla çok meşgulüz.  Sürekli değişen hükûmetlerle birlikte gelip giden tarım bakanları da bir türlü gerekli reformları gerçekleştiremeyip sürekli aynı konuların etrafında dönüyor. Maalesef, kimse üretim ve verimlilik ile ilgilenmeyince burada üretilen birçok şeyi de ithal eder duruma düşüyoruz. Bunun sonucunda ise, bizim dışımızda gerçekleşen kur dalgalanmalarının sebep olduğu anormal fiyat artışları ile alım gücümüz eriyor.

 

Günün sonunda heba edilen bir potansiyel ile başbaşa kalıyoruz. Ancak bu durum böyle geldi diye böyle devam edecek diye bir şey yok. Bugün değişmeyebilir, belki yarın da bir şey değişmeyebilir. Ancak bu hâl böyle gitmez.

 

Bir daha görüşünceye dek, sevgiyle kalın.

 


 

Referanslar

[1] http://ekolojist.net/surdurulebilir-tarim-nedir-nasil-yapilir/

[2] https://www.diyetisyendunyasi.com/turkiye-de-hayvansiz-et-uretimi-basliyor

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir