Cesur Bir Kadının Tatsız Hayat Hikâyesi

Afife, Medhiye Hanımın ikinci evliliğinin meyvesi, Doktor Sait Paşa dedesinin biriciği ve tiyatroya olan aşkı adına babası Hidayet Bey tarafından kapının önüne konulmuş ilk Müslüman kadın oyuncudur.

 

Afife 1902’de İstanbul Kadıköy’de açtı gözlerini ilk defa o cesaret dolu ve oldukça acılı geçecek hayatında. Afife’nin hayatında en büyük önem taşıyan ve bana kalırsa hayatına yön vermiş insan Doktor Sait Paşa dedesidir. Çocukluk dönemi boyunca Paşa dedesi onu elinden tutup bir sürü tiyatroya götürürmüş, Afife’nin de tiyatro aşkı öyle büyükmüş ki ta 7 yaşındayken yeğeni Ziya ile birleşip ailelerinin karşısında oyunlar oynarlarmış, her oyun sonrası da Paşa dedesinin kucağına büyük bir merakla gider onun yorumunu beklermiş. Anlayacağınız, ağacı yaşken bayağı iyi eğmiş Paşa dedesi. Afife, dedesinin oyunculuğu hakkında yaptığı her yoruma çok dikkat eder, her dediğini aklının bir köşesine not edermiş.

 

16 yaşında bir genç kızken daha Afife, 10 Kasım 1918’de, Darülbedayi’nin açtığı oyuncu seçmelere gizlice girdi. Babasının bu konudaki görüşünü gayet iyi biliyordu o zamanlar ama ne yapsındı kız? Öylesine arzuluyordu ki bir oyuncu olmayı umurunda bile olmamıştı bu konuda babasının olan tavırları.

 

O zamanlarda da Müslüman kadınların sahneye çıkma yasağı olsa da seçmeler sadece kadınların katıldığı tiyatro oyunları için açılmıştı. Ne gariptir, yabancı kadınlar gelip oyunlar sergileyip hayranlıkla izlenirken ve tonlarca alkış alırken Müslüman bir kadının bunu yapması bir ahlaksızlıktı. Tabii ki seçmeleri kazandı Afife, diğer 4 arkadaşıyla birlikte. Fakat 3 tanesi sahneye çıkamayacakları gerekçesiyle vazgeçmiş, geriye kalan arkadaşı Refika da suflör kadrosunda devam etmişti. Aralarında geçen bir konuşmada Afife bir gün Refika’ya neden suflör olmayı seçtiğini sormuş, Refika da ona “Ben gerçekçiyim kızım!” diye yanıt vermiş. “Ama…” demiş Afife. “Tiyatro sahne demek değil mi? Sahnede olmayacaksam ne işim var tiyatroda!”

 

Ardından 1919’da babasının Temaşa gazetesinin 9 Kasım 1918’de yayınlanan haberde Afife’nin de Darülbedayi’ye iştirak eden Türk hanımların arasında görmesiyle evde felaketler koptu.

 

Kararlıydı genç kız, ölsem de bırakmam tiyatroyu diye dolanıyordu evin içinde. Dadıları Sophia, Afife’nin annesi Medhiye Hanım’a onun evinde kalabileceklerini söyleyince Medhiye Hanım ihtimalleri düşünmeye başladı. Ne Afife ne de babası Hidayet Bey Nuh deyip peygamber demiyordu. Afife de aldı pılını pırtısını ve kızını yanına dadıları Sophia’nın evine taşındı.

 

Normalde Eliza Binemeciyan’ın Emel rolünde oynayacağı Yamalar isimli oyunda, Eliza’nın Paris’e gitmesiyle onun yerine oyuncu almak adına seçmeler düzenlenmiş ve bizim yetenekli Afife’miz seçmeleri kazanmıştır. Oyunda Eliza yerine Afife’nin olduğundan kimsenin haberi olmadığından gece sakin ve güzel bitirilmiştir. Böylece Afife, ilk defa sahneye hem de başrol oyuncusu olarak çıkmış ve sahnesine sonunda kavuşmuştur. O geceyi Afife 6 sene sonra Refik Ahmet Sevengil ile yaptığı konuşmada “Hayatımda mesut olduğum ilk gece… Sanatın ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içindeyim. O piyeste güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi… Orada taşkın bir saadetle gerçekten ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Perde tekrar kapandı. Muharrir (Hüseyin Suat Bey) kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdu, alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin’” diye bahsetmiştir.

 

Tam olarak Afife’nin 2’nci sahneye çıkışında polisler tarafından basıldı salon.

 

Tam o anda, kuliste Afife’nin başına bir hançer saplandı. Öyle bir hançerdi ki bu hançer Afife’nin hayatını temelli değiştirdi.

 

“Müslüman bir kadın sahneye mi çıkarmış? Ne cüretle?”

 

Beynine saplanan bu hançer Afife hangi doktora gitse çıkmadı. Ne hançerin sebebi bulundu, ne de bu hançeri yok edecek bir ilaç. Ta ki Dr. Suat Bey ona morfin verene kadar.

 

Dr. Suat Bey kandırmıştı Afife’yi ve karartmıştı hayatını. Ah o Afife ki hayat doluydu, yapabileceği şeylerin, yeteneğinin sınırı yoktu, yine de oldu kölesi morfinin.

 

Kitabı okurken yandım içimden hep “Ahh Afife ahhh…” diye. Küçük dozlarda alındığı sürece bir şey olmayacağına ne çabuk da inanmıştı. Gerçi başka çaresi mi vardı? Genç Afife hemen baş ağrısı geçsin de kendini atsın sahneye diye düşünüp düşünüp duruyordu.

 

Zaman geçiyordu. Ülkesinde durumlar karışıktı. Hem kuzeni hem aşkı Ziya, abisi Salah Kuvayımilliyenin askerleriydi. Haber dahi alamadılar onca zaman onlardan. Bu sırada tiyatrolar devam ediyordu. Halk umudunu, mutluluğunu kaybetmemeliydi, tiyatrolar oynanmaya devam etmeliydi diye düşünüyorlardı fakat tiyatrolarda Müslüman kadınların hâlâ yeri yoktu…

 

Daha sonra Mudanya ardından Lozan Antlaşması derken tüm kurallar kalkmış, Türkiye daha modern bir ülke olmaya başlamış ve tahmin edersiniz ki tiyatrolarda Müslüman kadınlar rol almaya başlamıştı. Ne kadar üzücü ki Afife onlardan biri değildi.

 

İçi içini yiyordu genç kızın. O sahne için yaratılmış bir insandı. Unutulmak istemiyordu. Haklıydı. Büyük bir cesaretle ilk kez sahneye çıkmıştı, büyük badireler atlatmıştı. Şimdi sefasını başka biri süremezdi fakat onu aramıyorlar sormuyorlardı bile diye düşündü.

 

Bu arada âşıktı kuzeni Ziya’ya. Ziya da ona. Hatta evlilik bile etti kanından canından kuzenine Ziya, fakat kabul etmedi Afife. Utandı. O bir morfinmandı, Ziya’ya asla yakışmazdı, onu mutlu edemezdi.

 

Bunlar olurken az da olsa sahneye çıkma fırsatı buldu kadın ama Türkiye modern bir ülke olmadan önce kurallar, olduktan sonra ise morfin bir türlü rahat bırakmadı genç kadının yakasını rahat rahat sahneye çıkabilmesi için.

 

Bir gece dadısı ve annesiyle çıktığı yemekte Selahattin ile tanışıp ona âşık oldu Afife kadın. Delilercesine âşık oldu hemde. Selahattin de ona. Tabii, Selahattin’in haberi bile yoktu ya Afife’nin morfinman olduğundan.

 

Onlar evlendikten sonra öğrendi Selahattin Afife’nin morfinman olduğunu. Şoklarına uğradı adam. Ne yapacağını bilemedi. Kendi damarına morfin salıp “Bir daha alırsan bende alırım!” dediyse de olmadı. Afife morfini bırakamadı. İlişkileri gittikçe kötüye gidiyordu. Selahattin başkasıyla görüşmeye başlamıştı bile.

 

Afife bir gün Selahattin’i ona yazılmayan bir şarkıyı bestelerken yakaladı. Selahattin o şarkıyı söylerken içten içe yıprandı Afife.

 

Kendini suçladı çoğunlukla. Seviyordu Selahattin’i fakat o iyi bir eş olamıyordu kocasına diye düşündü. Boşanmak istedi, Selahattin de ısrar etmeden kabul etti.

 

Boşandılar. Afife daha sonra utancından ne annesinin, dadısının ne de başkasının yanına gidebildi. Sokaklarda kaldı. Daha sonra gözlerini açtığında Bakırköy Akıl Hastanesinde buldu kendini.

 

Ölene kadar da orada kaldı. Çıkarmak isteseler de Afife’yi, gitmedi.

 

Unutulmanın, yalnızlığın, morfinman olmanın acısı içinde orada öldü Afife. Yemek yemeyerek, kendine bakmayarak yavaş yavaş intihar etti.

 

Sahnelerin kadını Afife, ne mutlu olarak öldü, ne âşık olarak öldü, ne de şu an bizlerin onu bileceğini, onu okuyacağını ve ona hayranlık duyacağını bilerek öldü.

 

O cesur bir kadındı, sahnede olan performansını bırakın sadece cesareti bile ayakta saatlerce alkışlanmaya yeterdi.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir