Bu yazının içeriği, 27 Temmuz 2019 tarihinde HAS-DER Gençlik Kulübünün “Eğitimde Reform” temalı yuvarlak masa toplantısında Eğitimde Gençlik İnisiyatifi (EGİ) adına sunduğum bildirgeden uyarlanmıştır. Etkinliği düzenleyenlere ve EGİ’deki tüm çalışma arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Kendi ayakları üzerinde durmak isteyen her halk, bilimsel bir anlayış içerisinde kendi eğitim stratejilerini kendisi belirlemelidir.
Doğru eğitim stratejileri, Kıbrıs Türk toplumunun bir bilgi toplumu hâline gelmesini ve bilgiye dayalı üretim sayesinde kendi ayakları üzerinde durabilmesini sağlayacak tek yoldur.
Bunun yanı sıra toplumun geleceğinin sosyal adalet, cinsiyet eşitliği, laik ve insani değerler ve insan hakları bilinci ışığında gelişmesinin tek yolu da doğru eğitim stratejileridir.
Bu zorunluluk doğrultusunda ülkemiz gençliğine de büyük bir sorumluluk düşmektedir. Dünya çapındaki eğitim araştırmacıları, gençlerin örgütlenerek eğitim stratejileri üzerinde etkili olmasının hem doğru adımlar için ivme oluşturduğunu hem de sosyal adaleti öne çıkardığını işaret etmektedir (Conner & Zaino, 2014).
Eğitim alanında gençlerin inisiyatif alarak eğitim reformunda öncü olması gereklidir. Bu, hem eğitimin erişilebilir ve katılımcı olması, hem hayat boyu eğitimin tesis edilmesi, hem de çağın gereklerine uygun kaliteli bir eğitimin sağlanması için bir zorunluluktur.
Ülkemizde eğitim politikalarından söz edildiğinde, genelde bundan anlaşılan okullarda belli bir müfredat içerisinde verilen örgün eğitimdir.
Elbette ki gençlerin örgün eğitimde de bahsettiğimiz değerlere dair öncü rol oynama potansiyeli vardır. Gençlerin inisiyatif alarak müfredata dair değişiklik talep etmesi çok önemlidir. Bilimsel ve doğru bilgiye ulaşabilmek için aslında bir zorunluluk olan ancak maalesef çoğu okulumuzda öğrencilere öğretilemeyen İngilizce, kodlama eğitimi, internetteki bilgi kirliliğinden etkilenmeyerek doğru ve bilimsel bilgiye ulaşma stratejileri, cinsellik eğitimi, içinde bulunduğumuz iklim ve kirlilik krizine dair yeterli farkındalık gibi çağımızda zaruri olan noktalar, ancak gençlerin talepkâr olmasıyla yüksek sesle dillendirilecektir. Unutulmamalıdır ki, sağlanan eğitimin sosyal değişimlere uyum sağlaması, aslında teoriye göre evrensel eğitim hakkının ayrılmaz bir parçasıdır (Tomasevski, 2001).
Ancak gençler eğitimde reform alanında kendilerini sadece pasif ve talepkâr bir kesim olarak asla görmemelidir.
Örneğin, çok sayıda ülkede, üniversite öğrencileri okudukları şehirlerdeki okullarda sosyoekonomik ihtiyaç doğrultusunda gönüllü olarak destek vermektedir. Böylece hem öğrencilere bir rol modeli oluşturmakta hem de eşitsizliğe karşı mücadele etmektedir. Kendisini bir üniversite adası olarak pazarlayan ülkemizde böyle inisiyatiflerin bir an önce oluşturulması gerekmektedir. Üstelik, adamızın güzelliklerinin cezbettiği yurt dışındaki öğrencilere de sistemli programlarla ülkemizde staj yapma şansı sağlanması, bunun mesela bir ailenin yanında kalmak gibi otantik tecrübelerle zenginleştirilmesi, örneğin bu şekilde kırsal bölgelerde başta olmak üzere yaz İngilizce kurslarının düzenlenmesi gündeme gelmelidir.
Bunun yanında, az önce bahsettiğimiz, eğitim politikasını örgün eğitime indirgeyen yaklaşımdan da Kıbrıs Türk gençliği olarak kurtulmamız gerekmektedir. Farklı eğitim yöntemlerini de benimsememiz gerekmektedir.
Bunların arasında para-formal veya complementary, yani “tamamlayıcı” olarak adlandırılan, “örgün benzeri” olarak tabir edebileceğimiz eğitim türünün yanı sıra yaygın (non-formal) ve enformel eğitim de yer almaktadır.
Para-formal eğitim üzerinde özellikle durmak isterim. Bu, örgün eğitim müfredatının dışında olmakla beraber Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığıyla iletişim içerisinde düzenlenebilecek, spesifik öğrenme ihtiyaçlarına yöneltilen bir eğitim türüdür. Bu eğitim türü sivil toplum kuruluşlarınca sağlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınmadaki rolü akademik literatürün yanı sıra çeşitli ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarda ortaya konulmuştur (Hoppers, 2006).
Biz gençler, eğitim sistemimizdeki yetersizliklere tepki verirken iki seçeneğe sahibiz. Birinci seçeneğimiz, yapılması gerekenleri gür bir sesle dile getirip yetkililerden cevap beklemektir. İkinci seçeneğimiz, dile getirmenin yanı sıra beklemeden harekete geçmek, kendi kapasitemiz el verdiği sürece para-formal eğitim süreçleri aracılığıyla ülke eğitimimize katkıda bulunmak ve Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığını harekete geçmeye zorlamaktır. Bahsettiğimiz tür kodlama eğitimi, doğru bilgiye ulaşma stratejileri gibi eksiklikler, bu çabalarla bir nebze de olsa giderilebilir.
Bu bağlamda, Eğitimde Gençlik İnisiyatifi çerçevesinde genç ve heyecan verici bir ekiple beraber kodlama eğitimi gibi konularda projeler üzerine çalışıyoruz. Bu projelerin sürdürülebilir bir etkiye sahip olması için gerekli lojistik düzenlemeler ve uluslararası akreditasyona sahip programlar konusunda fikirlerimiz bulunmaktadır.
Gençliğe çağrım, el birliğiyle bu tür projelere enerjilerini kanalize etmeleridir. Hepimiz, beraber, birikimlerimizi birleştirirsek, bariyerleri ve ötekileştirmeyi kırabilir, ülkemizin eğitim sisteminde görmek istediğimiz değişimi kendimiz yaratabiliriz.
Elbette ki ülke eğitimine dair vizyonumuz bunun ötesine geçmelidir. En başta da ifade ettiğim gibi Kıbrıs Türk halkı kendi eğitim stratejilerini kendisi, kendi hassasiyetleri doğrultusunda belirlemelidir. Bizler, aydınlanma değerlerini ve laikliği benimsemiş, seküler bir dünya görüşüne sahip olan, ancak bununla beraber kültürel mirasına sahip çıkma konusunda hassas olan bir toplumuz.
Eğitim stratejilerimizin bağımsız olarak belirlenmesi, aydınlanma ilkelerine ters girişimlerin eğitim sistemimizde yer almaması, hepimizin ortak mücadele vereceği bir alan olmalıdır. Ancak bu mücadelede mutlaka çocukların baskı altında hissettirilmemesi ve ülkemizde yer alan çeşitliliğin bilincinde olunması, bu uğraşın da bunlar çerçevesinde kurgulanması gerekmektedir.
Son olarak, yükseköğretime dair değinmek istediğim noktalar vardır. Aslında ülkemizde yetişmiş yüksek derecede eğitimli bir iş gücü mevcuttur. Buna rağmen bu iş gücünün ekonomik dönütünü alamamamız, gençlerimizin hâlen beyin göçüyle adadan uzaklaşması trajik bir durumdur.
“Yükseköğretimde kaliteyi yükseltme” söylemi artık aslında kemikleşmiş ve bu alandaki statükonun bir parçası hâline gelmiş bir söylemdir. Ülkemizde sayıları hızla çoğalan üniversitelerin çoğunun birer bilim yuvası olamaması ciddi bir sorundur. Bunun yanında dışarıdan getirilen ve ülkemizde türlü sorunlar yaşayan öğrenci nüfusunun ana gelir kaynağı olarak kurgulanmış olması son derece kırılgan ve dış dengelerden hızla etkilenebilecek bir ekonomik yapı yaratmıştır.
Dünya Bankası raporlarında da belirtildiği üzere, gerçekten bilim üreten, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan, bunlarla paralel olarak yüksek standartta eğitim verebilen üniversiteler mutlaka endüstriyle yakın ilişkiler içerisinde yer almalıdır. Son zamanlarda açılışı yapılan teknopark, yerli otomobil üretme girişimi gibi projeler bu bağlamda olumlu gelişmelerdir. Ancak bunların ne kadar etkili olacağı belli olmamakla birlikte atılan adımlar hâlen son derece yetersizdir. Sayısı hızla çoğalan üniversitelerin pek çoğu bu yönde bir irade göstermemektedir. Ülkemizde üniversite-endüstri ilişkilerinin oluşturulması, bunun için gerekirse üniversitelerin güçlü bir yapı oluşturacak iş birliklerine ve konsorsiyumlara zorlanması, bir an önce öncelikli olarak gündeme alınması gereken ve bizim de gençlik olarak baskı yapmamız gereken bir meseledir.
Referanslar
Conner, J. & Zaino, K. (2014). Orchestrating change: How youth organizing influences educational policy. American Journal of Education, 120, 173-203.
Hoppers, W. (2006). Non-Formal Education and Basic Education Reform: A Conceptual Review. Paris: International Institute for Educational Planning.
Tomasevski, K. (2001). Human rights obligations: making education available, accessible, acceptable and adaptable. In: Right to Education Primers, Primer No. 3, 13-16.