Kuzey Kıbrıs’ta Kürtaj Tartışmaları: Fikirler ve Gerçekler

Haziran ayında, Kuzey Kıbrıs’taki kadınların üçte birini doğrudan etkileyecek bir yasa taslağı meclise geldi ve kamuoyunda yeterince tartışılmadan sürüncemede kaldı.

 

Bahsettiğim, kürtaja dair sınırı hamileliğin onuncu haftasından on dördüncü haftasına yükseltmeyi öneren Ceza (Değişiklik) Yasa Önerisi. Verdiğim istatistik, her üç kadından birinin hayatı boyunca kürtaj yaptırdığına dair Britanya’nın Ulusal Sağlık Servisinin (NHS) verisi.

 

Ülkemizde konunun ciddi anlamda gündeme gelmesi, hepimizin hafızalarında taze olan “kürtaj davası”yla oldu. Davanın ardından gelişen süreçte milletvekilleri Doğuş Derya ve Fazilet Özdenefe tarafından sunulan ilk teklifte yasal sınırın 20 haftaya çıkarılması önerildi. Buna ilişkin çeşitli tepkiler yükseldi, sonraları meclise sunulan yasa önerisinde 14 hafta sınırı yer aldı. Bununla ilgili de çeşitli eleştiriler ve sınırlı bir tartışma yaşandı.

 

Şahsi gözlemim, bu tartışmaların pek de bilimsel literatüre ve çağdaş anlamda bir etik değerlendirmesine dayanmadığı yönünde. Bu yazıda da süreç içerisinde dile getirilen çeşitli argümanları özellikle bu literatürü göz önünde bulundurarak değerlendirecek, ülkedeki kürtaj tartışmasının hem devletin temelinin dayandığı Atatürk ilkelerinin gerektirdiği üzere, hem de herkesin buluşabileceği tek ortak payda olan bilim ve akla uygun olarak yapılması için çaba göstereceğim.

 

Burada naçizane bir tıp öğrencisi olarak elbette ki derdim kadın doğum uzmanlarının engin tecrübe ve bilgilerine eleştiri getirmek değil, kendilerinin yetkinliğinin tartışmaya açık olmadığını; ancak yine de herkesin sunduğu her argümanın eleştiriye açık olması gerektiğini hatırlatmak isterim. Yine aynı şekilde Doğuş Derya’nın değerlendirilmesi çağrısında bulunduğu sosyoekonomik faktörlerin de tartışmada önemli yer tutması gerektiğini düşünüyorum; ancak bunların ancak duruma aciliyet veren faktörler olduğunu düşünüyorum.

 

Eğer kürtaja yönelik görüşünüz ne şart altında olursa olsun cinayete denk olduğu ve yasaklanması gerektiği yönündeyse, okumayı burada bırakabilirsiniz. Kıbrıs Türk toplumunda bu yönde mutlak bir görüş belirten bir ses olmadığına göre, toplumsal konsensüsümüzün kadının cenini bedeninde barındırmasından doğan bir sonlandırma hakkı olduğu, öte yandan da ceninin büyüdükçe artan bir yaşama hakkının bulunduğu ve bir noktada bunun ağır basması gerektiği noktasında olduğunu söyleyebiliriz. Üzerine tartışacağımız nokta, bu noktanın kaç hafta olması gerektiğidir. Buna literatürde gradualist pozisyon denilir.

 

Bu noktada önemli bir husus, Britanya ve Amerika’daki sınırı oluşturan, ülkemizde de kısaca değinilmiş olan “viabilite”, yani ceninin annenin karnı dışında hayatta kalabilmesi hususudur. Bu konuda Kıbrıs Postası’na verdiği bir mülakatta Dr. Nazım Beratlı viabilitenin 12. haftada gerçekleştiğini iddia etmiş, milletvekili Dr. Sıla Usar İncirli ise meclis kürsüsünden 24. haftada gerçekleştiği yönünde ifadede bulunmuştur. Bunlardan ikincisi gerçeğe çok daha yakındır. Tıp literatüründe viabilitenin 22. haftadan önce mümkün olmadığı ve 22-24. haftalar arasının bu açıdan “gri bölge” olduğu belirtilir (Leuthner 2014). Bu noktadan önce özellikle akciğer gelişiminin yetersizliği, 20. haftadan önce akciğerde oksijen-karbondioksit değişimini gerçekleştirecek hücrelerin yer almaması sınırlayıcı etmenlerdir (Mullassery ve Smith 2015).

 

Eski Sağlık Bakanı Dr. Faiz Sucuoğlu da dâhil olmak üzere sıklıkla sunulan bir diğer argüman, 14. haftadan önce ceninin uzuvlarının tamamen oluşmuş olacağı ve dolayısıyla alınmasının etik dışı olacağıdır. Bu noktada, akciğer gibi hayati organları henüz olgunluğa erişmekten çok uzakken kol ve bacak da dâhil olmak üzere diğer organların neden dayanak gösterildiğini nesnel bir gözle anlamlandıramamaktayım. Bunun muhtemelen bu organların antropomorfik (insan görünüşüne sahip) olması nedeniyle duygusal bir etki oluşturmasından kaynaklı olabileceğini düşünsem de, her zamanki gibi akıl bu konuda rehberimiz olmaya devam etmeli, en azından uzuvların gelişiminin etik açıdan nasıl bir anlamı olduğuna açıklık getirilmeli. Daha da önemlisi, bu argümanı bilimsel açıdan da pek doğru görememekteyim. Parmaklar hamileliğin 12. gününden ayırt edilebilmekte (Iber ve Germann, 2014), hamileliğin 8. haftasında uzuvlar alışık olduğumuz görüntülerine kavuşmakta, tüm kaslar dahi 10. haftada yerli yerine oturmaktadır (Tickle, 2016). Bu noktada bunun sınırın 14. haftaya çekilmesine karşı bir argüman olarak kullanılmasını çözememekteyim.

 

Bir diğer argüman, Dr. Nazım Beratlı’nın dile getirdiği, fetüsün acı hissedebileceğine yönelik önermedir. Bu, kendisinin ifade ettiği “siz kolunu bacağını koparırken hissediyor mu?” cümlesinden anlaşılacağı üzere duygusal yaklaşımlara çok elverişli bir konu olsa da, elbette ki konu üzerine bilim bizi aydınlatabilir. Acı hissinin duyulmasından sorumlu sinirlerin omuriliğe bağlanması hamileliğin 19. haftasında gerçekleşir (Lowery ve ark., 2007). Bu sinirlerden gelen acı duyusunun beyne aktarılmasını sağlayan sinirler 23. haftada oluşur ve beyindeki ilgili yapılar 26. haftaya kadar olgunlaşmaz (Derbyshire, 2006). Bu, fetüsün acı duymasının gerek 14., gerekse 20. haftada söz konusu olmadığı anlamına gelir.

 

Özellikle 14 hafta önerisine karşı sunulan argümanlardan medyada belki de en önde çıkanı, hem Sn. Sucuoğlu’nun, hem de YDP Başkanı Erhan Arıklı’nın dile getirdiği, 14 haftalık bir sınırın Türkiye’nin “arka bahçesi” hâline gelmemize, “kürtaj turizmi”ne yol açacağı yönündeki ifadeleriydi. Bunu elbette ki samimi bir vicdani rahatsızlığın yansıması ve Kuzey Kıbrıs’ta kürtaj gibi bir faaliyetin uluslararası çapta ticarileşmemesi için içten bir endişe olarak değerlendirmeliyiz. Öte yandan, en basit seviyede, çok da uzak bir ihtimal olarak göremeyeceğimiz Türkiye’de kürtajın tamamen yasaklanması durumunda, “arka bahçe”ye dönmememiz için bizde de yasaklanıp yasaklanmayacağını sorgulayacak olursak bu argümanın tutarlılığı olmadığını görürüz. Eğer ki cevap, evet, yasaklansın, yönünde olursa argüman pragmatik açıdan tutarlı olacak olsa da etik açıdan çok büyük bir sıkıntı doğurur; zira farklı dış şartlar altında etik olarak kabul edilebilir bulunan ve bedenine dair Kıbrıs Türk kadınının sahip olduğu bir hak, öznel vicdani endişeler nedeniyle kabul edilemez addedilir ve lağvedilir. Cevap hayır, yasaklanmasın yönünde olacaksa da aslında bu hususun bir hak meselesinde değerlendirmeye alınmamasını kabullenmiş oluruz.

 

Sn. Sucuoğlu bunun dışında 14. haftada yapılacak bir kürtajın kadın için daha riskli olacağını belirtmiştir ki bunda haklıdır. 10 haftalık bir hamileliğe göre farklı yöntemler de kullanılacaktır ve bu yöntemler dolayısıyla daha yüksek bir komplikasyon riski bulunmaktadır. Bununla beraber, yükselen bu riskin, kadının tercih hakkını elinden almak ve yasak koymak için yeterli olduğuna dair herhangi bir bilimsel dayanak gösterilememektedir.

 

Bunlar dışında, 20 haftalık bir fetüsü artık “canlı” olduğuyla ilgili sunulan argümanlar yapıları gereği bilimsellikten uzaktır, zira burada bahsedilen “canlılık” bilimsel olarak tanımlanabilen bir kavram değildir. Benzer biçimde 10 haftalık bir fetüsün de canlı olduğunu ve alınmasının cinayet olduğunu iddia etmek mümkündür.

 

Özetle, toplumumuzda yaşanan kürtaj tartışmaları maalesef dünyadaki tartışmalardan pek geridedir ve öne sürülen çoğu argüman, bilimsellikten ve çağdaş etik anlayışından uzaktır. Ufak bir incelemeyle bunların pek çoğunun hatalı olduğu görülebilmektedir. Konunun çok sayıda kadının hayatını derinden etkilediğini hatırlamalı, bu insanlara saygımız ve hassasiyetimiz dolayısıyla konuyu acilen bilimsel olarak ele almalı ve uygun bir değişiklik üzerinde uzlaşarak sonuca ulaştırmalıyız.

 


 

Referanslar:

Web sayfaları:

NHS’in kürtajın yaygınlığıyla ilgili ifadesine dayanak olarak kullanılan sayfa: https://www.nhs.uk/conditions/abortion/

Uzuv gelişiminin resimlerle takip edilebileceği bir sayfa: https://embryology.med.unsw.edu.au/embryology/index.php/Lecture_-_Limb_Development

Kıbrıs Postası’nda kadın hastalıkları uzmanları ve çocuk hastalıkları uzmanlarının görüşünün alındığı, burada tartışılan bazı iddiaların yer aldığı makale: http://www.kibrispostasi.com/kurtaj-suresinin-10-haftaliktan-20-haftaya-cikarilmasi-calis

Faiz Sucuoğlu’nun konuyla ilgili görüşleri: https://www.kibrisgazetesi.com/kibris/komplikasyon-riski-yuksek/43630

 

Akademik kaynaklar:

Iber D, Germann P (2014), “How do digits emerge? – mathematical models of limb development”, Birth Defects Research Part C, 102 (1), 1-12.

Derbyshire SWG (2006), “Can fetuses feel pain?”, The British Medical Journal, 332 (7546), 909-912.

Leuthner SR (2014), “Borderline viability: controversies in caring for the extremely premature infant”, Clinics in Perinatology, 41 (4), 799-814.

Mullassery D, Smith NP (2015), “Lung development”, Seminars in Pediatric Surgery, 24 (4), 152-155.

Lowery CL ve ark. (2007), “Neurodevelopmental changes of fetal pain”, Seminars in Perinatology, 31 (5), 275-282.

Tickle C (2016), “Development of the Limbs”. Standring S (haz.), Gray’s Anatomy: 41st Edition, Elsevier, 222.

 

2 yorum

  1. Konu hakkında bilinmesi gereken temel soruları çok güzel cevaplayan, bilgilendirici bir yazı olmuş. Eline sağlık.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir