Statükoyu Yeniden Tanımlamak: Müzakereler ve Çözümsüzlük Statükosu

Hepimizin dilinden düşmeyen kelime… Statüko.

 

Çözümünü getiremediğimiz, çözemediğimiz için de bizi yıpratan…

 

Kabul etmesek bile bize çilesini çektiren…

 

Statüko…

 

Sahiplenemedik statükomuzu, çözümünü hep bir başka çözümü “elimizde olmayan” Kıbrıs sorununa adadık. Müzakere etmemek, statükoya hizmet etmektir dedik. Bütün sorunların çözümü Kıbrıs sorunun çözümüne bağlıdır dedik ve buna inandık.

 

Yıllarca “kapsamlı çözüm” arayışında müzakere ettik. Türkiye’den beslendik, beslendikçe uyuştuk ve rahatladık. Çözümü beklemek tok bir karınla pek de zor değildi aslında. Bekleyişimizin kendisi statüko oldu, bekledik ve sadece inandık, çözüm üretemedik.

 

Biz bunu göremedik, göremedik çünkü rahattık.

 

Umudumuzu yitirdiğimiz bir davaya inandırdık kendimizi.

 

İnandıkça daha fazla bekledik.

 

Ama artık evimizde, yuvamızda bu beklemenin yarattığı çileden kurtulmak istiyoruz. Geri kalmışlığı sadece çözümsüzlüğe bahane edemeyiz, bunun farkına vardık. Sorunları sahiplenmemiz gerek, deneyeceğiz. Kurumlarımızın değişmesi, siyaset kültürümüzün de değişmesi gerek. Müzakere sürecine de yaklaşımımızın değişmesi gerektiğine inanıyorum.

 

Tanınmamışlığın yarattığı gölge bizi rahatsız ediyor.

 

Çözüme hasretiz, Avrupalı olmanın gururunu yuvamızda yaşamak istiyoruz.

 

Bunu en kısa zamanda elde etmek kapsamlı çözümü müzakere etmektir dedik ve hâlâ daha diyoruz, bence artık bu anlamını yitirdi. İki toplum arasında temaslar 1968’den başlayalı 51 yıl1 geçti. Kapsamlı çözüm altında federal devlet modelinin her türlü formülü müzakere edildi.

 

Bu arayış tükendi, her kritik noktaya gelindiğinde bitiş noktası geçilemedi.

 

Taraflar arasında bir eksiklik vardı.

 


 

Bu eksiklik güven ve emniyet eksikliğiydi, bu eksikliğin tanımını ilk kez 1992’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Butros-Gali kendi sekreterliği döneminde çerçeve çözüm arayışı başarısız olduğunda koydu.

 

Bunu 19932 raporunda “deep crisis of confidence” olarak tanımladı.

 

Yani, derin güven eksikliği.

 

Bu tespiti birkaç adım gerisiyle bağlayacak olursak müzakere sürecinin ne kadar anlamsız olduğunu bence görebilmeliyiz.

 

Elzem olan aradaki güven eksikliğine odaklanmaktır. Çözüme inanmak ve beklemek, sürekli müzakere etmek bunu başaramıyor. Kapsamlı çözüm üretemiyoruz çünkü taviz veremiyoruz.

 

Tarafların geleneksel pozisyonları birbirine zıt olduğu3 için iki tarafın kazan-kazan noktasına gelebilmesi için taviz verebilmesi gerekiyor.

 

Taviz verebilmek için güvenmesi, çıkarını gözetebilmesi gerekiyor.

 

Çözümsüzlüğün düğümü güven yaratarak açılabilir.

 

51 senelik süreç bize müzakerelerin (kapsamlı çözüm müzakereleri) bu düğümü çözemediğini göstermedi mi?

 

Statükonun tanımını değiştirmemiz gerektiğini ve tarafları taviz verebilecek noktaya getirecek güveni yaratmamız gerektiğini göstermiyor mu?

 

Bir gerçek var ki, statüko en çok bizi yıpratıyor.

 

İş birliği yaklaşımı bu noktada çözümsüzlüğü değil, çözümü teşvik eden, çözüme yaklaşmak için en gerçekçi yaklaşım.

 

Taraflar aradaki güveni yetiştirdikçe karşılıklı kabul edilebilir kazan-kazan noktasına geleceği bir çözümü üretecektir.

 

Bunu sürekli diyalogla, günlük hayatımızı etkileyen ve toplumlarımız arasındaki iş birliği, ticaret ve sosyal etkileşimleri kısıtlayan sorunları çözerek uzun bir süreç içerisinde adım adım ele almalıyız. Adım adım iş birliği, toplumlarımızı yakınlaştıracak bu yaklaşım, bence en gerçekçi yaklaşım.

 

Yeni fikirlerin konuşulması gerekiyor, Maraş, Lefkoşa Havalimanı, doğal gaz, bunlar potansiyel ve büyük iş birliği alanları.

 

Veya daha küçük fikirler, Küçük Kaymaklı ve Büyük Kaymaklı sınırları arasındaki devasa yeşil alan, ortak bir park alanı…

 

Bunlar yapılabilir, statüko böyle yıkılabilir diye inanıyorum.

 

İş birliği dendiğinde korkmayalım, ortak kabul edilebilir fikirler dendiğinde de korkmayalım.

 

En baştaki ilke zaten karşılıklı kabul edilebilir, Kıbrıslılar tarafından, Kıbrıslılar için çözümdür.

 

Modeli ne olursa olsun (federasyon vs.) önemli olan tarafların kazan-kazan noktasında olmasıdır.

 

Dedem hep şunu derdi: “Cyprus is, in my head and in my heart, one country.” (Kıbrıs zihnimde ve kalbimde tek bir ülkedir.)

 

Senden çok şey öğrendim… Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek.

 

Bize düşen en güzel ihtimalleri çabalayarak, gerçekçi olarak kovalamak.

 

Dünyanın sorunları tek bir milletin çözemeyeceği kadar büyükse ve evrensel sorunlar ancak milletlerin işbirliğiyle yani insanlığın “hayat” paydaşı altında buluşmasıyla çözülecekse…

 

Merak etme…

 

Zaten çabaladığımız iş birliği, samimiyet…

 

En büyük amaç bu.

 


 

Referanslar:

  1. The 1967 Crisis – UN accessible: https://unficyp.unmissions.org/1967-crisis
  2. 1st July 1993 Report of The Secretary General on his mission of Good Offices in Cyprus, accessible: https://www.securitycouncilreport.org/atf/cf/%7B65BFCF9B-6D27-4E9C-8CD3-CF6E4FF96FF9%7D/Cyprus%20S26026.pdf
  3. Sözen, A., & Özersay, K. (2006). The Annan Plan: State succession or continuity. Middle Eastern Studies, 43(1), 125–141.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir