Kutsal Ekonomi

Bir cuma sabahı, geçmişte Rum ve Yahudi toplumuna ev sahipliği yapan, günümüzde ise yeni nesil kafelerin ve eski esnafların birbirine karıştığı Balat semtinde yürürken aklıma gelmişti. Cumbalı evleri, sinagogları ve kiliseleriyle, İstanbul’un dikkat çeken şirin bir semti burası.

 

Nasıl oldu, neden geldi anlamadım. Eskiciler, antikacılar ve simitçilerin arasından yürürken birdenbire aklıma geldi işte. Yaklaşık altı sene önce, üniversitenin ilk yılında okumuş olduğum Kutsal Ekonomi kitabından bahsediyorum. Charles Eisenstein’in 2012 yılında yayınlanan bu kitabının bendeki yeri ayrıdır. Hâlen ara ara açar bakarım, tekrar okurum. Öyle olunca, böyle beklenmedik vakitlerde bile çıkıp gelmesi normal olsa gerek.

 

O gün akşama kadar, Lefkoşa-Mağusa yolculuklarım sırasında okuduğum bu kitabı düşününce, “Yeni hafta yazacağım yazının konusu da belli oldu.” diye içimden geçirdim.

 

Gelin, size bu kitabı ve onu neden sevdiğimi anlatmaya çalışayım.

 

***

 

Ayrılma ekonomisi, yeniden birleşme ekonomisi ve yeni ekonomiyi yaşamak adlı üç bölüme ayrılan Kutsal Ekonomi kitabı, genel hatlarıyla toplum ve para arasındaki ilişkinin yanlış yönlerini ve bunun nasıl düzeltilebileceğini ele alıyor.

 

Aynı zamanda 2008 krizi sonrası ortaya çıkan Occupy Wall Street hareketi aktivistlerinden olan kitabın yazarı, paranın tarihinden ve günümüzdeki anlamından yola çıkarak, yepyeni bir sistem önerisi yapıyor. Kitabın ilk bölümünde parayı tanımlayan Charles Eisenstein, paranın değerinin, onun değerli olduğu konusunda toplumların anlaşmasından kaynaklandığını söyleyerek, paranın değerinin aslında psikolojik olduğundan bahsediyor. Adam haklı. Sonuçta, kabul edilirliği bir kenara koyarsanız, para kağıt parçasından başka nedir ki?

 

Bana göre, en dikkat çeken kısım ekonomik büyüme ile ilgili söyledikleri: “Bir şeyin ticaretin nesnesine dönüşmesi için önce kıtlaştırılması gerekir. Ekonomi büyüdükçe, tanım gereği, giderek daha fazla insan faaliyeti paranın alanına, mal ve hizmet alanına giriyor. Ekonomik büyümeyi zenginlik artışıyla ilişkilendiririz genellikle, ama onu aynı zamanda bir yoksullaşma, kıtlıkta artış olarak da görebiliriz. Bir zamanlar para ödemeyi hayal bile edemeyeceğimiz şeylere bugün para veriyoruz. Neyi kullanmak için para ödüyoruz?”[1]

 

Yazarın bu yaklaşımı, ilk okuduğumdan bu yana düşündürtmüştür. Mahalleler yabancılaşınca ücretli olan çocuk bakımı, şehirleşme ile gelen ücretli otoparklar, değişen yaşam tarzı ile ortaya çıkan spor salonları, kaynakların kirlenmesi ve azalmasıyla yayılan şişe içme suları bu kıtlaşma için verebileceğimiz örneklerden sadece bazıları…

 

Üretilen mal ve hizmetlerin çoğalması anlamına gelen ekonomik büyümenin, yani paranın hükümdarlığının çoğalmasının, toplumsal ilişkilerimize zarar vererek aslında bizi daha da fakir yaptığı iddiası, mantıklı örnek ve detaylarla işleniyor kitap boyunca. Gerçekten de geçmişte toplumdan gelen hediyelerle karşıladığımız ihtiyaçların bugün para ekonomisi içerisinde karşılanması ve bunun ekonomik büyüme adı altında iyi bir şey olarak adlandırılması, üzerinde düşünülmesi gereken bir olgu. Mevcut ekonomik sistemin sürekli büyümeyi hedeflemesi ise bir başka anomali. Çünkü, ekonomiye giriş derslerinin birinci öğretisi kaynakların kısıtlı olduğu üzerinedir. Peki, kısıtlı kaynaklarla sonsuz bir büyüme ne kadar gerçekçidir? Bu sistemde bir tuhaflık yok mu sizce de?

 

İlk bölümde, paranın genişleyip kültür, doğa ve diğer miraslarımızı da içine alması ve tüketmesini farklı açılardan anlatan yazar, ikinci bölümde çözümün “armağan ekonomisine geri dönüş” olduğundan bahsediyor. Yanlış anlaşılmasın, takas ekonomisine dönelim falan demiyor, sadece paranın bozulan rolünü düzeltirsek daha iyi bir dünyaya sahip olabileceğimizi söylüyor.

 

Burada yazarın temel argümanı, armağanların kişiler ve topluluklar arasında bağ kurmak için son derece etkili bir enstrüman olduğu yönünde. Bir armağan, hediye almanız hâlinde gösterdiğiniz doğal tepki, bir minnet ve bu armağana karşılık verme isteğidir. Ancak, her ihtiyacın parayla karşılandığı bir sistem içerisinde yaşarken, zamanla birbirimizle olan bağımız zayıflıyor ve kopuyor. Çünkü, para ile yapılan bir alışveriş sonucunda herhangi bir minnet duygusu ortaya çıkmaz, alacak verecek kalmaz. Böyle bir durumda, bir toplumdan da bahsetmek güç olur. Eğer arkadaşlarınızla yaptığınız yegâne aktivite tüketmekse, onlarla anlamlı bir bağ kurmanız olanaksızlaşır. Çünkü bağ kurma ve samimiyet, paylaşmaktan, beraber üretmekten ve armağan vermekten gelir. Kimsenin kimseye ihtiyacı olmadığı, her şeyin parayla karşılandığı bir dünyada giderek daha da fazla yalnız hissetmemize şaşırmamalı…

 

Kitapta yer alan bir diğer ilginç argüman ise boş zaman çağının bir türlü gelmeyişi üzerine kurulu. “Artık işlerin çoğunu makineler yapacak, biz de boş zamanın keyfini çıkaracaktık. Görünüşe göre bize masal anlatılmış. Hayatımızı sözüm ona kolaylaştıracak teknoloji geliştikçe ense yapacağımıza ha babam çalışıyoruz. Vaadedilen ‘boş zaman çağı’ bir türlü gelmiyor”[2]

 

Yazar, zaman tasarrufu yapan bu kadar buluş arasında halen bu kadar çok çalışmamızı şu sözlerle açıklıyor: “Sebep şu ki, iş tasarrufu yapan her buluş bizi daha az çalışmaya değil daha çok tüketmeye yöneltiyor. Yeterince paramız olursa boş zaman satın alabileceğimizi düşünüyoruz ama o yeteri kadar parayı kazanma süreci bizi öylesine meşgul ediyor ki hiç vaktimiz yok. Paranın içinde var olan kıtlıksa zamanı az, hayatı kısa gibi algılamamıza yol açıyor.”[3]

 

Mülkiyet rejimi, çevre sorunları gibi can yakan meselelerden yola çıkarak para ile olan ilişkimizi ele alan Charles, kapsamlı bir kapitalizm eleştirisi yapmakla kalmıyor, yeni bir dünyayı en ince detaylarına kadar tarif ediyor.

 

Kutsal Ekonomi, okuduğum zaman hayranlık duyduğum, hayranlık duydukça tekrar sayfalarını karıştırdığım bir kaynak. Elbette, yazarın yaşadığı Amerika Birleşik Devletleri ile Kıbrıs’ın tüketim oranı ve boyutu bir değil.

 

Her ne kadar, gittikçe bozuluyor olsa da, toplumsal bağlarımızın ve kültürümüzün tamir edilebilir bir boyutta olduğuna inanıyorum.

 

Bu kitabı sevmemin tek sebebi, bana yeni şeyler düşündürtmesi ve yaratıcılığımı tetiklemesidir. Kutsal Ekonomi, mevcut düzene eleştirel yaklaşan, günümüzün dünyasının sorunlarını çözme arayışında, duyarlılığında olan ve yeni soluklar arayan herkesin okuması gereken bir kitap.

 

“Bunca zaman sonra bile Güneş Dünya’ya asla ‘Bana borçlusun.’ demiyor. Bak, böylesine bir aşk tüm göğü aydınlatıyor.”

-Hâfız-ı Şirâzî


Referanslar:

[1] Eisenstein, Charles. (2012). Kutsal Ekonomi.

[2] a.g.e.

[3] a.g.e.

Fotoğraf için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir