Tohum Milyar Yıl Alır Yürekte Çimlenmek İçin

Nasıl başlamıştık bir sene önce?

 

Bir Fikret Demirağ şiiri ile başlamıştık ve üstüne demiştik ki:

“Bir tutam toprak götürmek uzaklara, kendimizi geliştirmek için, yeni umutlar ve ufuklar için sürüklendiğimiz ülkelere; gönlümüzün, kalbimizin en derinlerinde sakladığımız, kokusuyla hayata bir başka anlam katan bir tutam toprak…

 

Ve sulamak bu toprağı… Sebatla, umutla, bilgiyle sulamak, götürdüğümüz bu toprakta yeni bir fidan yeşertip vatanımızın bağrına geri getirmek.

 

Tabella, biz gençlerin bunu yapma irademizin, ülkemizin düşünsel hayatına katkıda bulunma isteğimizin bir yansımasıdır.”

 

***

 

Öyleyse bir yıl sonra, bütün okuduklarımızdan, yazdıklarımızdan, yaşadıklarımızdan sonra, yine Fikret Demirağ ile devam edelim:

“’Tohum’ milyar yıl alır yürekte çimlenmek için;

tohum’a çiftçi olmak isterim, şiirden yağmur,

‘inci’yi çıkarmaya dalgıç.”

 

***

 

Yine yağmurlu bir Cambridge gecesinde yazıyorum bu satırları, ekran bir yıl öncekiyle aynı bilgisayar ekranı, belki biraz daha kirlenmiş, yukarıda damlaların serpiştirdiği farklı bir çatı penceresi, belki biraz daha dar, önümde yine aynı Earl Grey ile tüten biraz farklı bir çay bardağı…

 

Biraz daha fazla insan tanıdım ve gördüm bu bir senede, biraz daha fazla hastalık, daha fazla acı, daha fazla umut, daha fazla gülümseme…

 

Nasıl başlamıştık bir sene önce? Nereye geldik şimdi?

 

***

 

Bir tohum attık toprağa 15 Ekim 2018 akşamı.

 

Işık saçmasını istedik atacağımız bu tohumun, “Luks” koymak istedik adını, luks lambaları gibi… Sonra fark ettik ki “luks” olacaksa bu sitenin adı ya “luks.lu” ya da “luks.cafe” olacak, virüslü site gibi duracak denilince vazgeçtik o sevdadan, Senalp yetişti bir gece imdadımıza, “Tabella”yı yaptık ve çaktık.

 

Bakıp gördük diğer ülkelerdeki kutuplaşmayı, bizde sadece sorgunun, aklın, bilimin ışığı olsun istedik, her kesimden insana ulaşalım istedik…

 

Felsefeden, edebiyattan konuşalım istedik; sağlığı, eğitimi tartışalım istedik; siyaset konuşup hissettiklerimizi yazalım ama yazarken de boş konuşmayalım, bilimin ve sorgunun ışığında kalalım, tartışalım, aytışalım, birbirimizi de eleştirelim istedik…

 

Başarabildik mi bunu?

 

Yaratabildik mi bir fark?

 

Zamandır esas gösterecek olan, ama ilk heyecanın yazdırdığı o satırlara baktığımda, bazısını yaptık, bazısını yapamadık gibi hissediyor insan.

 

Olur öyle.

 

Geldik bir araya, binbir türlü farklı gailesi olan insan, çaldık binbir farklı telden ve okuduk ve dinledik birbirimizi, dünyanın dört bir köşesinden onlarca farklı ses, hiç yapılmamış bir şey yaptık günün sonunda, çıktık Akdeniz rüzgarında yoğrulan sıcakta pörsümüş bir memleketin bağrından ve dört bir yanda topladığımız, adına da “hayat” dediğimiz o eşsiz tecrübelerin ışığında dertlerimizi, düşlerimizi durduk ve postaladık memleketimize…

 

Kimi zaman dıştan rasyonel bir ses, kimi zaman içten bir isyan.

 

Ne dersek adına diyelim, ürettik bir şeyler.

 

***

 

Sebat!

 

Genelde “Hemen şimdi!” yönündedir sloganlar.

 

Hâlbuki ilk sayımıza tekrardan döner ve bakarsanız, çok daha farklı bir haykırış göreceksiniz: Sebat!

 

Bir yıldır bu haykırışın hakkını vermeye çalıştık. Her hafta, her ne koşulda olursa olsun, en az altı genç sesi okuyucumuzla buluşturduk. Bazı yazılarımız hayattan bahsetti, bazı yazılarımız gündemden.

 

Burada yazılanlara bakıyorum bu bir senede ve burada yazanların yaptıklarına…

 

Öyle ya da böyle, bir yıldır düşünce dünyamıza farklı bir perspektiften atan bir kalp oluşturduğumuzu hissediyorum.

 

Öyle bir kalp ki bu, şiirlerimizi akıttık damarlarımızdan içine, edebiyatımıza pompaladık, öyle bir kalp ki fikirlerimizi ilettik başka iletemeyeceğimiz kadar uzaklara, yeri geldi kürtaj konusunda bilimsel bir inceleme yayımladık, yeri geldiğinde bu ülkenin ilk yerli opera incelemesini, yeri geldi uzay çöplerini taşıdık gündeme, yeri geldiğinde öfkemizi haykırdık ölümlere.

 

***

 

Tabella bize çok şey öğretti, ona eminim.

 

Ama Tabella bana en çok ne kattı diye düşündüğümde, bulduğum cevap şu: Üretmenin mutluluğu ve büyük düşünmekten korkmamak.

 

Bir Lüksemburg gezisinde filizlenmişti her şey. Oralarda gördüğüm sokak levhalarından etkilenip bir yazı yazmış, birtakım önerilerden bahsetmiştim. Pazar gecesinin bir yarısıydı bu yazıyı yazarken, ertesi gün erkenden halletmem gereken işler vardı, o hafta yazmayı düşünmüyordum aslında…

 

Ama sonra bir telefon geldi Lefkoşa Türk Belediyesinden. Ve hâlâ üzerinde çalışmakta olduğum “VikiLefkoşa” projesi doğdu.

 

Neydi bu his? Bir şeyleri değiştirebilmek miydi?

 

“Böyle geldi böyle gidecek”lerle günü idare eden, hiç özne olmayı bilmemiş, hiç kendine güvenmemiş, her adımda “Burası KKTC’dir, Norveç mi zanneden burayı!” diyerek gülüp geçmiş bir ülkenin yurt dışında okuyan bir genci için bu nasıl bir histir, anlatamam.

 

Büyük düşünmekten korkmamayı öğrendik böylece. Ve dostlarla beraber daha da büyük yollara yürüdük, her ülkede olan gençlik parlamentolarına öykündük, bir Gençlik Kongresi düzenledik mesela.

 

***

 

Bir şeyleri değiştirmeye çalışan ilk insanlar değiliz bu ülkede, son da olmayacağız.

 

Ama bu sebatsızlığa sevk etmemeli bizleri.

 

Evet, burası Norveç olmayabilir, evet, çok insanlar yanmış olabilir, ama işte tam da bu yüzden aydınlanmanın ve bilimin değerlerine daha da çok sahip çıkacağız, daha da çok sorgulayacağız, birbirimizi daha da çok dinleyip daha da çok aytışacağız, daha da çok talepkâr olacağız.

 

Bizleri tıkmaya çalıştıkları kutulara tıkanmayacağız, daha da büyük düşüneceğiz.

 

Evet, bizler bu toprağın gençleriyiz, ama bizler ufukları bu topraklarla sınırlı insanlar asla olmayacağız.

 

Kendimize, düşlerimize ambargo uygulamayacağız.

 

Evet ufuklarımız bu topraklarla asla sınırlı olmayacak, ama inancımdır ki bu topraklara dair söyleyecek sözümüz bitmeyecek asla.

 

Ne dersek diyelim dünya standartlarında sağlıklı bir demokrasinin kalbi olan Sarayönü’nü boş vermeyeceğiz, küçümsemeyeceğiz; ama oradan aldığımız o bir tutam toprağı o Akdeniz melteminin özlemiyle koynumuzda taşırken gözlerimizi alabildiğimize açmayı, dünyanın nereye gittiğini görüp bir adım ileriye gitmenin yollarını öğreneceğiz.

 

***

 

Bir Cambridge akşamı, yağmur biraz dinmiş, rüzgâr uğulduyor.

 

Şarkılar mırıldanıyor kafamda, şiirler dolanıyor.

 

Duygular ve düşünceler, umutlar ve kaygılar, 21 yaşında İngiltere’de okuyan ve en aşağı bir 7-8 yıl daha yurt dışında kalacağından emin olan bir Kıbrıslı Türk’ün hissiyatı…

 

Zor olabilir, umutlarımız kırılabilir, enerjimiz düşebilir, yeri gelir arkamızda göremeyebiliriz destek, yeri gelir yanlış anlaşılabiliriz…

 

Ama biz o bir tutam toprağı koruyacağız.

 

Tohum bir milyar yıl isteyebilir yürekte çimlenmek için, bir milyar yıllık sabır göstereceğiz.

 

İnciyi çıkarmak emek isteyebilir, teknik hâkimiyet isteyebilir, dalgıç olacağız.

 

Biz olmazsak kim olacak?

 

Ne için yaşar insan?

 

Yanıtlanması bir ömür alacak sorular.

 

İyi ki varsın Tabella.

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir