O ana kadar sıradan sayılabilecek fakat o günden sonra çok önemli bir tarih olarak anılacak 11 Mart akşamında, Suriye’nin Dera kentinde küçük bir kıvılcımla başlayan iç savaş onuncu senesine girmek üzere… Şimdiye kadar yaklaşık 700 bin kişinin hayatını kaybettiği ve 8 milyon kişinin de evlerini terk ettiği savaş, ülkeyi haritadan silmeye, en azından bizim bildiğimiz Suriye olarak yeryüzünden kaldırmaya, maalesef pek niyetli…
Artık herkesin, insana vicdanını sorgulatacak şekilde unuttuğu Suriye krizi, Türkiye’nin TSK aracılığıyla, “Barış Pınarı” ismi altında bir operasyonla, Suriye’ye silahlı millî kuvvetleri ile girmesiyle tekrardan Türk gündemine ve günlük konuşmalarımıza bomba gibi düştü. Meclisten çıkan açıklamaya göre, harekâtın amacı, Suriye’de Fırat Nehri’nin doğusunu bir “barış pınarı” ile sulamaktı. Eğer Türkiye sınırlarını korumak istiyorsa, bu başka bir biçimde yapılmalıydı; Suriye halkının yıllardır çektiği zulme, bu kadar direkt bir biçimde ortak olmadan. Gerek iç medyadan, gerekse dış medyadan büyük ilgi ve eleştiri toplayan bu hamle, yaklaşık 4 saat süren bir ABD-Türkiye görüşmesi sonucunda sona erdi.
Bu hafta, biraz politikadan, savaştan uzaklaşarak, retrospektifte “savaş” ve “zaman” kavramlarını ele almak istiyorum… Geçen haftaki bu olay, aslında savaşın büyük ve güçlü ülkelerin güç gösterisi olduğunu ve siyasal arenadaki statükolarını korumak ve arttırmak için her zaman daha fazla kontrol arayışlarını gözler önüne sermiştir. Amerika bir telefon açmıştır, “Çıkacaksın.” demiş, tehditlerde bulunmuştur, ve Türkiye’nin savaş üzerindeki tüm etkisi ve hamlelerinin önü kesilmiştir. Bu ülkenin illa Türkiye olmasına gerek yok; sadece sahadan bir ülkenin, bir askerî taburun çıkması, yüzlerce insanın hayatını kurtarmıştır. Ve bunlar, sadece 4 saat içerisinde olmuştur. 10 yıl, ve 4 saat.
Olayın içine kişisel faktörler ve ülkenin ekonomik çıkarları girdiğinde, politik güç oyunları havasını nispeten kaybeder… Peki savaşın süresini kim belirler? Ondan en çok kaybedecek şeyi olan güçlü ülke, onun yandaşları ve desteklediği ülkeler. Peki kimin sözü en az geçer? Güç arenası olarak kullanılan ülkelerin… Umarım bu paradoksta, daha fazla insanın canı yanmaz. Ama bana kalırsa, bu döngü, dünyadaki son kötü kalpli insan ölene kadar sürecek…
Görsel için tıklayınız.