Sözün Kıymeti

İnsan eşrefimahluktur. Bu ifadeyi günümüz Türkçesinde söylersek “varlıkların en şereflisidir”. İnsan varlıkların en şereflisidir çünkü akıl sahibidir. İnsan varlıkların en şereflisidir çünkü anlama ve anlatma kabiliyetine sahiptir.

 

İnsan doğduktan sonra dinlemeye ve etrafında gelişen olayları anlamaya çalışır. Zamanla büyür ancak dinleyip öğrenme uğraşı hiç bir zaman bitmez ve bitmemelidir.

 

Söz söylemek de en az dinlemek kadar mühimdir. Söz vardır iyileştirir; söz vardır kanatır. Yunus Emre şiirinde bu olayı şöyle anlatır:

“Söz ola kese savaşı, söz ola bitire başı

Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.”

 

Birinci dizede sözün savaş durduracak kadar güçlü olduğunu söylüyor. Sonra aşikâr ki sözü kötü manada kullanırsak başı kestirecek kadar da güçlü olduğunu ifade ediyor.

 

Buna benzer bir atasözümüz de var:

“Söz var iş bitirir, söz var baş yitirir.”

 

Demek ki burada yapılan ikaz öylesine bir ikaz değil.

 

İkinci dizede ise kullanılan kelimenin “ağulu aşı”, yani zehirli yemeği bile dönüştürecek kadar güçlü olduğunu anlatıyor.

 

İşte bu anlatılandan bir ders çıkarmalı ve kelimelerimizi seçerek konuşmalıyız. Ne yazık ki
geçen zaman ve artan teknoloji bilgiye ulaşımı kolaylaştırsa da insan bundan nasibini kötü almıştır.

 

Söz değersizleşmiş ve herkesin bir telefon veya bilgisayar ile geniş mecralara ulaşıp hitap edebilmesi yanlış eğilimlerin artmasına neden olmuştur. Ne yazık ki artan teknoloji bilginin yayılmasından çok bir saldırı aracı hâline dönmüştür.

 

Bir yandan insanın aklına gelmeyecek küfür, hakaret ve nefret dolu cümleler, diğer yandan her şeyi eleştirmeye ve hakir görmeye doğru ilerleyen bakış açısı huzur ve düzenimizi bozmuştur. Hoşgörü kelimesi ne yazık ki artık hayatımızdaki bir olay değil, sadece lügattaki bir ifadedir.

 

Oysa Yunus Emre şiirinin devamında bize ne diyor:

‘’Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini

Bu cihân cehennemini, sekiz uçmağ ede bir söz.’’

 

Yani diyor ki kişi sözün “demini”, yani söyleyeceği zamanı bilip konuşmalıdır ve sözün “kemini”, yani kötüsünü söylememelidir. Bu ikazdan sonra devam eder ve bu “cehennem” gibi dünyayı “uçmağ”, yani cennet, edecek şeyin söz olması gerektiğini söyler (“Sekiz uçmağ” demesinin sebebi cennetin 8 kapısı olduğuna inanılmasıdır diye tahmin ediyorum.).

 

Celâleddîn-i Rumi, yani Mevlânâ, ise bize nasıl söz söyleceğimizi şöyle anlatır:

“Söz söylemek için önce duymak, dinlemek gerek, sen de söze dinlemek yolundan gir.”

 

Yani konuşmanın ilk kuralı dinlemektir. Çünkü anlamanın başka yolu yoktur. Hatta anlatmanın da ilk kuralı dinlemektir çünkü karşısındakini tanımayan ona hitap edemez. Bu özellikle de politikacılar için geçerlidir. Eğer yüreklere dokunmak ve etki yaratmak isteniyorsa dinlemek altın kuraldır. Çünkü ancak bu şekilde o sorunlara çözüm ve yaralara deva olunur.

 

Ancak tekrar karşımıza bir ikaz çıkıyor:

“Dil söyler kulak dinler, kalp söyler kâinat dinler.” (Yunus Emre)

 

Yunus o kadar güzel anlatıyor ki konuyu, tek kelime ile muhteşem!

 

Bu söz bize çok önemli bir hakikati hatırlatıyor. İnsanlar vardır sırf konuşmak için konuşur, insanlar vardır yalakalık için konuşur ve insanlar vardır belli çıkarlar elde etsin diye sözlerini kitlesine göre değiştirip konuşurlar, yani ikiyüzlülük yaparlar.

 

Böyle insanların sözleri yalnızca kulaktan girer ve gönüle tesir etmez. Oysa kitlelere hitap eden, yürekleri celbeden ve duyguları harekete geçiren tüm konuşmacılar içten ve samimi konuştukları için şevk ile dinlenir.

 

Bu yüzdendir ki samimi, içten konuşma girdiği yere muhabbet ve güzellik getirirken boş konuşma ölçüsüz olduğundan her girdiği yere bela getirir.

 

O zaman şunu öğrenmiş olduk: Söz söylemeden önce dinlemeli. Sözün sırası bize geldiğinde ise içten, tatlı ve gerektiği kadar söz söylemeli.

 


 

Kapak görseli için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir