Buğday’dan Sesler (2): Değişim ve Dönüşüm Üzerine Bazı Düşünceler

Tam olarak ne zamandan beridir bilmiyorum, ancak uzun bir süredir değişim ve dönüşüm kavramları ilgimi çekiyor. Bireysel, toplumsal ve mekânsal değişim, dönüşüm nasıl olur? Bu her zaman iyi ve gerekli bir şey midir?

 

Önce bu kavramları inceleyerek başlayalım:

“Değişim hayatın özünün ta kendisidir. Tekamül eden her varlık maddi ve manevi olarak değişir ve dönüşür. Değişim her an, her yerde, her öznede ve her varlığın kendinde biyolojik, fiziksel, psikolojik şekillerde oluyor ve olmaktadır.”[1]

 

“Dönüşüm ise köklü bir değişmedir. Bir başkalaşım halidir. Burada, birden fazla yönden eşzamanlı değişim yaşanır.”[1]

 

1. Bölüm: Şehirsel değişim.

İşte bir Pazar sabahı, kuş cıvıltıları ve köpek sesleri eşliğinde anahtarı çevirip, kafamda dönen bu düşüncelerle kafeyi açıyorum. Rutin işleri tamamladıktan sonra, kahvemi yapıp değişim kavramını düşünerek, Buğday Camii’yi seyre dalıyorum. “Sinanpaşa Camii” veya “Aziz Peter ve Paul Kilisesi” olarak da bilinen bu muhteşem yapı, 1358 yıllarında Mağusalı tüccar Simon Nostrano’nun Suriye’ye gerçekleştirdiği tek bir ticari seferden kazandığı parayla inşa edilmiş. Acaba Mağusalı Simon, ne satıyordu? Zenginlik ne durumdaydı diye düşünmeden edemiyorum. Bir o dönemin Mağusasını, bir de şimdinin hâlini düşünüyorum da, o dönem bir gemi seferinden elde edilen kazançla kocaman kilise inşa ediyorlarken, şimdi Mağusa’nın en işlek caddesine asfalt bile dökülemiyor. Mağusa’nın Lüzinyan dönemindeki hâliyle, 2020 yılının Mağusası buluşsa, aralarında nasıl bir sohbet geçerdi acaba?

 

Mağusa’nın tarihsel süreç içerisinde yaşadığı değişim, günümüzdeki hâli ve gelecekte nasıl olması gerektiğine dair izlenim ve fikirler elbette bir paragraftan daha fazlasını hak eder. Sonraki yazılarımda buna değineceğim ancak bu yazının konusu başka olduğu için bu kısıma bir virgül koyup yazıya devam ediyorum, izninizle.

 

2. Bölüm: Bireysel değişim.

Peki, insanoğlu, yaşamı boyunca kaç farklı kişidir? İnsan her yaşında aynı kişi midir?

 

Şehirlerin değiştiği gibi, insanlarda değişir ve dönüşür.

 

Can Yücel, bir şiirinde bu durumu şu şekilde anlatır:

“…20 yaşında ben,
35 yaşımda ben,
40 yaşımda ben ve
bugünkü ben dördümüz.
birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum.
Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim.
Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu.
Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi.
Yatıştırayım dedim.
‘Sen karışma moruk’ dediler. Büyük hır çıktı.
Komşular alttan üstten duvarlara vurdular.
Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.
Evin de içine ettiler.
Bende kabahat.
Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine…”

 

Büyük ustanın bu şiiri aslında meselenin özeti gibidir. Hayatta başımıza gelen olaylar bizleri dönüştürür ve değiştirir. Çünkü ne de olsa değişmeyen tek şey, değişimdir. Ancak, eğitim sistemimiz bizleri otuz, kırk sene aynı insan olmaya hazırlıyorken, bu değişim süreçlerini gerektiği şekilde yaşamak ve sindirmek de zor oluyor hâliyle. Sadece eğitim sistemi değil elbette mesele. Konfor alanlarının ve bilindik olanın yaşattığı emniyet duygusu da değişimin önünde bir set olarak karşımıza çıkıyor. Fransız düşünür Michel Foucault statülerden ziyade tüm derdinin kendini dönüştürmek oluşunun sebebini şöyle açıklar: “İnsanlar, ‘Evet, birkaç yıl önce şöyle düşünüyordunuz, şimdi böyle söylüyorsunuz.’ dediği zaman, cevabım ‘Yoksa benim yıllarca aynı şeyi söyleyip hiç değişmemek için mi böyle çalıştığımı sanıyorsunuz?’ oluyor. İnsanın bilgisiyle kendi kendisini dönüştürmesi, bence estetik deneyime çok yakın bir şey. Bir ressam kendi resmiyle dönüşüme uğramıyorsa niçin çalışsın ki?”[2]

 

Elbette insanoğlu sosyal bir canlıdır. Dolayısıyla, Michel Foucault ve Can Yücel’in bu söylediklerini ikili ilişkiler özelinde düşünecek olursak iş bambaşka bir boyut alır. Gerek bir aşk ilişkisi, gerekse normal bir arkadaşlık, karşındakiyle birlikte dönüşebildiğin ölçüde devamlılık gösterir. 18 yaşındayken âşık olduğunuz birisinin 30 yaşındaki hâli, çekilmez olabilir. Bu son derece ihtimal dâhilindedir.

 

Daha önceki yazılarımda da değişim ve dönüşüm kavramını ele almaya çalıştım ancak bu kavramlar öyle geniş ve karmaşıktırlar ki, onlara dair ne kadar çok yazsak az ve eksik kalır. O yüzden, “burası eksik kaldı, bunu yüzeysel geçti” dediğiniz bir nokta varsa gayet normaldir. Çünkü değişim meselesi çok kapsamlı bir şeydir.

 

Son söz yerine: Geçmiş, gelecek ve şimdi fazlasıyla iç içe geçmiş konseptlerdir.

Hızla ilerleyen teknolojinin, hayatlarımızı dönüştürdüğü şu zaman diliminde, hayatta kalmanın en temel yolu değişim ve dönüşüme ayak uydurmak ve ondan keyif alabilmektir. Yaşanan her şey, bir başka şeye sebep olur ve dönüşüm kendi ritmi içerisinde hayat bulur. Elbette zaman zaman eskiye olan hasret artsa da, unutmamalıyız ki geleceği inşa etmek bizim elimizdedir. Geleceğin inşası bugün, yani şu anda ne yaptığımızla birebir alakalıdır. Yani aslında geçmiş, gelecek ve şimdi fazlasıyla iç içe geçmiş konseptlerdir.

 

“İnsan, birlikte en çok zaman geçirdiği beş kişinin ortalamasıdır.” —Jim Rohn

 


 

Referanslar:

[1] Aksu, M. F. (2018). Değişim ve Dönüşüm Üzerine. Milliyet Blog.

[2] Riggins, S. H. (1983). Michel Foucault: An Interview. Ethos.

 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir