Cennet, cehennem, günah ve sevap üç ana semavi din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam’da bulunan kavramlar ve davranışlardır. Bu üç dinin ana ortak noktalarından biri tek bir tanrının varlığına duyulan inanç olduğu kadar aynı zamanda cehennem ve cennet ögelerinin varlığına duyulan inançtır. Cennet ve cehennemin varlığına olan inanç kimileri için Tanrı’ya ve hayata daha da tutunma, kimileri içinse Tanrı’nın varlığını sorgulama sebebi olmuştur. Yüzyıllardır birçok filozof bu konu hakkında düşünmüş, sorgulamış ve kalemine almıştır. Kendimce bu konuyu düşünmeye filozofları yüzyıllarca iten tek şeyin Tanrı’nın varlığına duyulan güven ve inancı güçsüzleştirme veya zayıflatma arzusu değil, varoluşu sorgulama arzusu olduğunu düşünüyorum. Cennet ve cehennem kavramı sadece ölümden sonraki hayat ile alakalı değildir. Cennet ve cehennemin varlığına inananlar bu dünyada var olmalarının sebebini Tanrı tarafından test edilmek olduğunu düşünürler, çektikleri acıların sonunda sonsuz mutluluğa ulaşacakları inancına tutunurlar fakat cennet ve cehennem kavramına inanmayan kimseler bu dünyaya neden geldikleri konusunda boşluğa düşer ve varoluşlarını sorgularlar.
“Ben buraya neden geldim?”
“Benim bu dünyada görevim nedir?”
“Yaşama amacım nedir?”
“Bu acıları çekmemin nedeni ne?”
Bu yazımın din gibi hassas bir konuya değineceğinden ötürü ilk önce açıklamak isterim ki Tanrı’yla olan kişisel ilişkinizi ve ona olan bakış açınızı, dini inancınızı kesinlikle yargılamayı amaçlamıyorum. Lakin bu yazı benim kişisel ilişkimin belirsizliği üstüne araştırılmış ve yazılmış bir yazıdır.
Şimdi dönelim konumuza…
Cennet ve cehenneme duyulan inancı güçlendiren ve zayıflatan bir sürü husus bulunur.
John S. Mill, Tanrı’nın cehennem kavramının kötülüğü idealize ettiğini düşünürken,[1] John Wenham adlı başka bir filozof ise sonu gelmeyen bir cezanın adaletsizlikten öte bir sadizm olduğu düşünmektedir.[2] Bu yorumlar beni çok düşündürmüştür.
Sizce birinin işlediği günahlar yüzünden cehenneme sonsuz acı çekmeye gönderilmesi neden adaletsizlik olabilir?
Özgür iradeci cehennem anlayışı her bireyin her şeyi düşünmekte, her şeyi yapmakta hür iradesi olduğunu ve bu yüzden de dünyada sergilediği davranışların bir sonucu olarak cennete veya cehenneme gideceği üzerinedir.
Peki bireyler ne kadar özgürdür?
Özgürlük var mıdır?
Hür irade nedir?
Dünyada sergilenen davranışların günah veya sevap olduğuna nasıl karar verilir?
Sosyal Öğrenme Kuramı’na göre eğer küçük bir çocuğun yaptığı bir davranışa olumlu dönüt verirseniz (alkışlama, gülme, ödüllendirme gibi) çocuk yaptığı davranışın doğru olduğu, bu davranışı yapmaya devam etmekte herhangi bir sorun olmadığı hatta bu davranışı tekrarlaması gerektiği kanısına varır. Aynı zamanda bir çocuk annesinden, babasından veya çevresindeki insanlardan sürekli gördüğü davranışların normal olduğunu ve kendisinin de aynı davranışı yapmasında herhangi bir sorun olmadığına karar verir. Çokça işittiğimiz ve gördüğümüz bir örnek olarak buna aile içi şiddeti örnek gösterebiliriz. Annesini her gece döven babasını seyreden kız çocuğu ilerde eşi tarafından şiddete uğramayı kabul edilebilir olduğunu, erkek çocuğu ise ilerde eşini dövebilme hakkına sahip olduğunu düşünür. Üstüne de “Karınız sizin kulunuzdur ne yapsanız şer olmaz.” tipi bir yorum yapan din adamlarının da etrafında olduğunu veya bunları bir şekilde işittiğini varsayarsak.
Peki sizce, bu sahneyi izleyen, etraftan böyle yorumlar duyan bir erkek çocuğu ileride eşine şiddet uygulamak gibi bir günah işlerse, bu davranış onun, ama günah kimin sayılır? Bu çocuğun özgür iradesi böyle bir durumda elinden alınmış olmaz mı?
Bilime göre dünya üzerinde yaptığımız tüm davranışlar içinde bulunduğumuz toplumun ve ailenin bir ürünüyse ne kadar özgürce karar verebiliriz? Kız çocuklarının pembeye, erkekler çocuklarının maviye olan ilgisini, kızların Barbie bebeklerle, erkeklerin silahlarla oynamasının kararını sizce bu tek başlarına mı çocuklar mı verdi yoksa biz onlara mı dayattık? Onları soktuğumuz kalıplar içerisinde onlar ne kadar özgür karar verebilir? Kaldı ki onları bu kalıba koymamızın sebebi bizim de özgürlüğümüzün elimizden alınıp kalıplara sokulmamız ve bunun normal olduğunu düşüncemizdir. Kararlarımızın en iyi şansla sadece %10’unun bile bizim kararlarımız olmadığını, bu kararlarımızın yaşadığımız olayların, içinde büyüdüğümüz toplumun ve değiştirilemez genetiğimizin bir sonucu olmadığını düşünürsek, bu yüzdelik içinde aldığımız kararlar ve işlediğimiz günahlarla nasıl sonsuz bir acıya terk edilebiliriz ki?
Yargılama süreci adaletli olması gereken bir sistemde gerçekten bir cennet ve cehennemin var olması için dünyada yaptığımız her davranışın sorumlusunun tamamen bizim olmamız gerekiyor ve bu mümkün değil.
Bunun yanında adaletsiz olan bir diğer olay ise herkesin aynı sınavdan geçmiyor oluşu. Neden hepimiz hayatlarla sınanmıyoruz? Gerçek acılarla dolu hayatlar var. İnsanlar annelerini, babalarını, kardeşlerini, evlerini kaybediyor, sağlık sorunlarıyla, maddi sıkıntılarla sınanıyor. Peki acıları çekmemizin tek sebebi sınanmamızsa acıların dozu neden hep farklı?
Akli dengesi yerinde olmayan insanların yaptıkları davranışlar nasıl sınanıyor?
Daha iki günlük bebek aniden sebepsiz bir yere öldüğünde o neye göre sınanıyor?
Eğer bir sınav varsa ve sonucu sonsuz acı ve sonsuz mutluluk gibi büyük ve ciddi sonuçlar ise adaletli olması gerekmez mi? Yukarıda belirttiğim hususları göz önünde bulundurursak, ne kadar adaletli bir sınava tabi tutulduğumuzu düşünüyorsunuz?
Referanslar:
[1] John Stuart Mill, Three Essays on Religion, Longmans, London, 1923, s.114’den akt. Jerry Walls, “Is Eternal Damnation Compatible with the Christian Concept of God”, Contemporary Debates in Philosophy of Religion, Ed. Michael L. Peterson and Raymond J. Von Arrogon, Blackwell Publishing, Oxford, 2004, s. 269.
[2] John W. Wenham, “The Case for Conditionalism”, Universalism and the Doctrine of Hell, ed. Nigel M. Des. Cameron, Grands Rapids, Baker, 1992, s. 187’den akt. Clark H. Pinnock, “Annihilitionism”, The Oxford Handbook Of Eschatology, ed. Jerry Walls, Oxford University Press, Oxford, 2008 s. 464.
Kapak fotoğrafı için tıklayınız.