Taş Taşı Ama Laf Taşıma: Ulucanlar Cezaevi Müzesi

Hiçbir cezaevi müze değildir; hepsi içerisinde hüznü ve acıyı barındırır. Hele ki bu cumhuriyet tarihinin en karanlık cezaevi olan Ulucanlar Cezaevi ise. Sağcısı solcusu, suçlusu haklısı herkes geçmiş buradan. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Bülent Ecevit, Nâzım Hikmet, Ahmed Arif… Cumhuriyet tarihinin en utanç verici binası. Kapatıldığı 2006 yılına kadar 80 infaz görmüş Ulucanlar Cezaevi 2009 yılında müzeye çevrilmiş. Gidip görülmesi çok önemli ama eğer benim gibi çok etkilenen biri iseniz iki kere düşünmekte fayda var. Duvarlara bakarken, mahkûmların yazdığı yazıları okurken, tarihten gelen haber kupürlerini görürken hem utandım hem ağlamak istedim.

 

Ulucanlar Cezaevi’nin yapımına ilk olarak 1920’lerde karar verilmiş. Şu an şehrin tam ortasında kalsa da o dönemde boş arazi imiş oraları. Zaten kurulduktan sonra olmuş olanlar; ertesi sene infazlara başlanmış. Müzeye ilk girdiğiniz zaman Hilton Koğuşu’nu (O dönem mahkûmlar arasında böyle anılıyormuş.), Bülent Ecevit’in de üç ayını geçirdiği bölümü görüyorsunuz. Hilton Koğuşu’nun hâlini görünce ne kadar etkilensem de daha sonra gördüklerimizin yanında buraya neden Hilton Koğuşu denildiğini anladım. Müzenin devamında o dar, basık koridorlardan geçerken sesli canlandırmaları duydukça ağlamak istiyor insan. Elektrikli işkence aletleri, Deniz Gezmiş’in, Erdal Eren’in infaz günü üzerilerinde olan kıyafetleri bile sergileniyor.

 

     

(Hilton Koğuşu)

 

Ulucanlar üzerinden yapmak istediğim iki yorum var:

Birincisi Türkiye, cezaevlerinde en çok üniversite mezunu barındıran ve dışarıya en çok beyin göçü veren ülkelerin başında geliyor. Çok acı verici. Müzeyi gezerken bir çok mahkûmun düşünce suçundan yargılandığını görüyorsunuz (Dikkatimi çeken diğer nokta birçoğunun da ODTÜ’lü olması idi.). Düşünce suçu dediğimiz kavram çok göreceli ve her dönemin görüşüne göre değişebilecek bir olgu. İnsanları düşünce suçundan dolayı bu kadar kötü koşullarda mahkûm etmek, günlerce sadece ekmek ile beslemek, idam etmek bu kadar kolay olmamalı. Unutmamalıyız ki herhangi bir düşüncenin bize uymaması onu yanlış yapmıyor. Bu olgu benim için de geçerli sizin için de.

 

İkinci olarak idam cezası ve işkence. Her tecavüz haberi ile tekrar gündeme getirilen idam cezası için bence Türkiye doğru ülke değil. Evet, çok caydırıcı bir ceza; evet, gerçekten hak eden çok çok insan var, kesinlikle katılıyorum ama unutmayın, “Kurunun yanında yaş da yanar.”. Düşünceler ve insanlar yıldan yıla değişiyor, bir dönem suç sayılan düşünceye on sene sonra “Aslında öyle değilmiş.” denilebiliyor fakat hiçbir şey infaz edilen suçluyu geri getirmiyor. Acı verici. İşkence konusuna gelirsek görmediğimiz, karşılaşmadığımız bir kavram gibi gelse de aslında bugün hâlâ cezaevlerinde uygulanıyor ve evet, Kıbrıs’ta bile. Oturduğumuz sıcacık koltuğumuzdan pek bir şey yapamıyor olabiliriz ama kesin yapabileceğimiz bir şey var o da farkında olmak. Farkındalık empati duygusunu geliştirir, empati ise hoşgörüyü.

 

 

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir