Mavi Düşünceler

Antik Mağusa’da güneşli bir gündü. Yine her zamanki köşesine oturmuş, kitap okuyarak gelen gideni seyrediyordu delikanlı. Günlerden pazardı ve oraya yolu düşen herkes Buğday Camii’nin kapı aralığından içeriyi görmeye çalıştıktan sonra, büyük mabedin tam karşısında yer alan ve hâlen ihtişamını koruyan eski konağın önünde fotoğraf çekiniyordu. Önceki günlere göre daha gür ötmeye başlayan kuşlar hariç, her zamanki gibi sıradan bir gündü yani.

 

Konak hakkında çeşitli hikâyeler olmasına rağmen, yıllardır kullanılmıyordu. Hâlbuki çok değerli bir yapı, diye düşünerek kitabına devam etti. İlerleyen dakikalarda daha da sıcak olmaya başlayan güneş, delikanlıyı yerini değiştirmeye mecbur bıraktı. Güneşten korunacağı köşeye oturunca bir hevesle kitabı yeniden açınca şu cümleyle karşılaştı: “Basit şeyler en olağanüstü şeylerdir.”

 

Birden, kitabın kapağını kapatıp etrafına bakındı, masmavi gökyüzünü inceledi. Fotoğraf çeken orta yaşlı bir adamı gözlemledi bir süre. Daha sonra küçük bir çocuğun kahkahası kulaklarına geldi. Diğer sokaktan geliyor olmalıydı diye düşündü delikanlı. Derin bir nefes aldı ve evet basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir ve mutluluk bunlardadır diyerek demin okuduğu cümleyi huzurla onayladı.

 

Bilenler bilir, insanın kendi kendine düşünürken, kafasının içerisinde lafın lafı açması diye bir durum vardır. Delikanlı, onlardan bir tanesini yaşarken geçenlerde okuduğu bir şiir geldi aklına.

 

“Adam yaşama sevinci içinde

Masaya anahtarlarını koydu

Bakır kaseye çiçekleri koydu

Sütünü yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu

Bisiklet sesini çıkrık sesini

Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu

Adam masaya

Aklında olup bitenleri koydu…”

 

Edip Cansever’in Masa da masaymış ha adlı şiiriydi bu. Delikanlı, sözcüklerinde tuhaf bir samimiyet ve içtenlik olduğu için sevmişti bu dizeleri.

 

Bir süre, şiiri düşündükten sonra yeniden etrafı izlemeye koyulan genç adam, bu kez şehrini ne kadar çok sevdiğini hatırladı. Elbette çok geçmeden, bu düşünce aklına başka bir soru getirdi.

 

Sahi, bir şehri gerçek anlamda tanımak için ne kadar zaman gerekiyordu? Kentin sokakları ve insanlarına aşina olmak için kaç gün lazım?

 

Bir kentin renklerini ve karakterini anlamak için ne kadar beklemek gerekir? Üç hafta? Üç ay? Üç sene?

 

Peki ya bir insanı tamamıyla tanımak için ne kadar zaman gerekir?

 

Yabancı bir kişiyi, tüm karakteriyle ve kişiliğiyle benimsemek için bir sene yeter mi mesela?

 

Bu soruların önemli olduğunu düşünüyordu genç adam. Sonuçta, her şehrin sunacağı farklı bir hikâye vardı. Her kişinin karakteri ve kişiliği kendine özgüydü. Şüphesiz olan bir başka gerçek ise, nerede olduğumuz ve kiminle olduğumuzun kendi kişiliğimizi fazlasıyla etkilediğiydi…

 

Takriben beş dakika sonra, uzaklardan mavi gözlü kızın gülümsemesini fark edince, dalgın düşüncelerden sıyrıldı genç adam. Kitabına biraz ara vermek istediğini fark etti. Biraz yürümek lazımdı. Yürümek her zaman iyi gelirdi. Hele ki gökyüzü böylesine masmaviyken…

 

“mavi huydur bende

ve benim yetinmezliğimdir.

ve herkesin yetinmezliğidir.

belki denecektir ki bir süre

ve denenecektir

bir akşamüstünü düşünmek

bir akşamüstünü düşünmekten başka nedir ki

gönül gözü görendedir, derinler mavidir…”   — Edip Cansever

 


 

Kapak fotoğrafı için tıklayınız.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir